26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
22.10.2021 04:30

Annem, babam ve Attila İlhan

Annemle babam kendi hallerinde, mütevazı insanlardı. Giyinmekten kuşanmaktan, yiyip içmekten, kısacası kentli olmaktan yana bir hayat bilgileri vardı ama ben onları bir roman veya şiir okurken hiç görmedim. Hayatları süresince Attila İlhan’ı bilmediler. Onları buna rağmen bir başlıkta neden bir araya getirdim öyleyse? Aynı kuşağın insanlarıydılar, memleketteki bazen çok sert esen toplumsal rüzgârlarda kader birliği etmişlerdi de ondan mı? Belki. Çok daha güçlü ve anlamlı bir sebep vardı ama. Sinema aşkları. Bizim kuşağa da hayatın akışında, tüm doğallığıyla aşılanacak bir aşktı bu. 

Sinemayı yaşamak

Ancak annemle babamın kuşağındakilerin aşkı biraz farklıydı galiba. Onların gözünde seçilen bir filmi seyretme maksadıyla sinemaya gitmek değildi çünkü asıl önem taşıyan, sinemanın kendisiydi. Sinemayı yaşamaktı bir başka söyleyişle.  Şimdi o günler hayal meyal gözlerimin önünden geçiyor. 1960’lı yılların ortaları olmalı. Belki de sonları. Şişli’deki, bana o günlerde çok büyük gelen apartman dairesindeyiz. Görebildiklerimi görüyor, anlayabildiklerimi anlıyorum. Babam kendi yağıyla kavrulmaya çalışan, kardeşiyle beraber hayatta kalma mücadelesi veren küçük bir tüccar. Maddi açıdan zor günler de yaşanıyor. Evin kirasının bile bazen çok güç ödenebildiği günler... Belki bu sebeple, sonbahar gelip de sinema sezonu başlarken evde gergin bir hava esiyor. Fuayelerdeki afişlerde sezon boyunca gösterilecek filmler ilan ediliyor. Her hafta bir film... Pazartesi günleri ‘matine’de başlayıp pazar akşamı son gösterimden, ‘suare’den sonra değişecek. Bazıları gelecek bazıları gelmeyecek. Ama tahminen kırka yakın film seyredilecek. Gerginliğin sebebi de burada saklı. Kombine alınabilecek mi alınamayacak mı? Sinema sevdasına bizden sonra kapılanlar bu soruyu pek anlayamamıştır herhalde. Şimdi size bir zamanların sinemaları için sezonluk, kombine biletler vardı desem... Sezonun bütün filmlerini seyretmeye imkân tanıyan biletlerdi. Hepsi bir koçanda toplanırdı. Her hafta da salona girilirken, kapıda duran bir biletçi tarafından koparılırdı. Sinema belliydi, saat belliydi, oturulacak koltuklar belliydi. Şimdi hafızam beni aldatmıyorsa Şişli-Osmanbey sinemaları arasında, Site ve Konak’ta bu uygulama vardı. Artık çoktan tarihe karışıp geçmişe gömüldü onlar da... Kıymeti ve cazibesi neydi peki bu kombinelerin? Haftanın belirli bir akşamında, ama mutlaka her hafta sinemaya gitme imkânının elde edilmesi tabii. Sadece bu kadar mı? Diğer kombine sahipleri ile de karşılaşma ihtimali az mı önemliydi sanıyorsunuz? Şık kıyafetler mutlaka gardıroplardan çıkarılır, erkekler takım elbiselerini giymeyi, kadınlar kuaföre gitmeyi ihmal edemezlerdi bu yüzden. Annem o sinema akşamlarını çok önemserdi.  

Bir kuşağın hikâyesi

Yaşananlar yine bir yerlere yazılmış. Bir mazi özlemiyle mi? İsteyen öyle görebilir. Ama benim için asıl önemlisi yine bir aşkı anlatmaktı. Aşk dediğiniz sadece bir insana duyulmuyordu değil mi? Hep öyle yaşamak isteyince... Attila İlhan bu hikâyenin neresinde? Unutmadığım bir şiirinden birkaç dizeye kulak vermemiz yeterlidir belki. “Karanlığa dağılan o çocuk ben miyim/beni mi kovalıyor tabancalı adamlar/ ıssız sarayların görünmez prensiyim/yalnızlığımı belki de aşk tamamlar/bilmek zor hangi filmlerin neresindeyim/ne yapsam içimde o eski sinemalar”.  Şimdi bir kuşak o sinemalarda kayboldu desek, yanılır mıyız?