28 Nisan 2024, Pazar Gazete Oksijen
19.01.2024 04:30

Virginia’nın bakışı

Dalgaları farklı şekillerde dile getirmiş iki yazar: Yukio Mişima ve Virginia Woolf

Hayatımızda en çok neyi temsil eder dalgalar? Kaygıyı mı? Kırgınlıklarımızı, korkularımızı mı? Özellikle kendilerini daha çok hissettirdikleri kıyılarda, sahillerde… Yürüyüşümüze varlıklarıyla gölge düşürdükleri zaman… Göz ardı edemeyeceğimiz bir ihtimal de vardır ama. O dalgalar bir gün kumsalın bir yerlerinde bitecektir… Hiçbir keder sonsuza kadar sürmez çünkü. İstisnalar vardır tabii. Onlara saygı duymamız gerekir. Gelgelelim, hayatın ihtimalleri hatırlandığında, inişlerin ve çıkışların da yaşanmaya dair vazgeçilemeyecek yolları gösterdiği de söylenebilir. Rollo May derin anksiyeteye kapılanların karşısına iki yolun çıktığını söyler. Ya kendini antidepresanlara, daha da kötüsü kokain gibi maddelere teslim etmek ya da yaşadıklarını, hangi alanda gün ışığına çıkarsa çıksın, bir yaratıcılığa dönüştürmek. Neden? Sahile vuran dalgalar metaforu bize güç verir de ondan mı? Ya bir çeşit direnmekse dalgalar?

Başka bir zaman akışı

Geçen hafta Japon edebiyatının en ilginç ve hırçın yazarlarından Yukio Mişima’nın Dalgaların Sesi romanında dile gelen dalgalardan söz etmiştik. Yaşadığı coğrafyanın ortaya çıkardığı, hissettirdiği sarsıcı dalgalardı onlar. İçinde bir sevgi taşıyan ama yine de insana irkiltici gelen duygular…

1882’de Londra’da, çok farklı bir coğrafyada, Victoria döneminin ünlü yazarlarından Leslie Stephen’ın kızı olarak dünyaya gelen, yaşadıklarından ancak bu dünyadan kendi isteğiyle ayrılmaktan başka bir çare bulamayan Virginia Woolf da çok çetin sınavlardan geçmişti. Bu örneklere Mişima’nınkileri de kattığımızda dalgaların o sağaltıcı yanını nereye koyacağımızı sorabilirsiniz. Size bazı istisnalarla karşı karşıya kalabileceğimizi söylemiştim. Kaldı ki onlar da derin kederlerini bir yaratıcılığa dönüştürmemişler miydi? Bu da aslında, o karanlıkları deşerek, bir kendini özgürleştirme cesaretini ortaya koymamış mıydı? Hassas bir ruhun yaşamak zorunda kaldıkları… Çetin sınavlar demiştik. Mücadele edilmesi çok zor hayat deneyimleri… Aralarında annesinin ve babasının ölümünden sonra ailenin yönetimini üstlenen üvey abisi tarafından uğradığı cinsel tacizler de vardı, hayatı boyunca savaşmak zorunda kaldığı ağır psikotik hastalık da. Gün gelecek, artık yazamayacağı hissine kapılacak, hastalığının duyurduğu sesleri artık taşıyamayacağı korkusuyla, hem akıl hocası hem de en yakın dostu olarak gördüğü eşi Leonard Woolf’a acıklı, kısa ve minnet yüklü bir mektup bırakarak kendini evinin yakınlarındaki sulara bırakarak bu dünyaya veda edecekti. Roman sanatının en etkileyici adımları arasında gördüğüm bilinç akışı tekniğinin en içtenlikli yazarıydı. Mrs. Dalloway, Deniz Feneri ve Dalgalar da en değerli bilinen romanları. Ne anlatıyordu Dalgalar? Şiir gibi yazılmış bir romandı öncelikle. Dış dünya yıkılmıştı artık. Üç kadın ile üç erkeğin çocukluktan yaşlılık günlerine kadarki hayatları anlatılıyordu. Alışılmış olay örgüsü de yok ediliyordu. Hikayeler yalnızca kahramanların iç dünyasına yansıdıkları ölçüde kendilerini var edebileceklerdi. Dalgaların ritmi bu iç dünyanın ta kendisiydi.

Tüm mesafelere rağmen

Dalgaları farklı şekillerde dile getirmiş iki yazar. Yukio Mişima ve Virginia Woolf. İkisi de ruhun karanlıklarını ellerinden geldiğince deşme adına, yol almaya çalışmıştı. Onca uzaklığa rağmen ortak bir yerde buluşmaları tesadüf müydü? Değildi elbet. En temel duyguların, dünyalar ve diller ne kadar farklı olursa olsun, hep aynı yola çıktığını boş yere söylemiyoruz ki.

Dalgalar / Virginia Woolf / Çeviren: Müge Günay / İletişim Yayınları / Roman / 298 Sayfa