29 Mart 2024, Cuma
16.07.2021 04:30

Kitap nereye gidiyor?

Bu satırların yazarı tabiri caizse hâlâ tozlu kitaplarının arasında durmayı tercih ediyor olsa da, 21. yüzyılda doğan çocukların bakışlarına da gözlerini kapatamıyor

Kitap tozlarıyla büyümek… Bu sözlerin değerini, tarihin karanlıklarına çoktan karışmış kitabevlerini hatırlarken daha çok verebilmiştim. O tozlar evlerimizdeki kütüphanelere de bir anlam katmamış mıydı? Şimdi bu ince ayrıntıya neden yeniden değinme ihtiyacını duyuyorum? Uzun yıllar öncesinden gelen bir anı beni şimdi kendimden hiç beklemediğim bir yere götürüyor de ondan.  Buket Aşçı’yı kaç kişi hatırlıyor? Bizim kuşağın edebiyat yolcuları hiç unutmamıştır, eminim. İşine nasıl da gönül vermişti. Birçok kitap eki yönetmiş, sayısız etkinliğin altına imzasını atmıştı. En son Vatan Kitap’ın sorumluluğunu üstlenmişti. Genç yaşında o kalleş hastalığın pençesine düşmeseydi, çıktığı yolda şüphesiz unutamayacağımız daha çok adım atacaktı. Şimdi paylaşmak istediklerim de onun bu yorulmak bilmez uğraşıyla alakalı.

Muhteşem kadro

Hangi kitabım yeni çıkmıştı, hatırlayamıyorum. Karanlık Çökerken Neredeydiniz idi muhtemelen. Vatan Kitap’a beni ve kitabımı kapak yapacaktı. Ama bir şartı vardı. İlk röportajı ona verecektim. Hiç tereddüt etmeden kabul etmiştim. Daha önceki birçok tecrübem bana ne kadar iyi sorular sorabileceğini söylüyordu çünkü. Bunun için Kadıköy Çarşısı’ndaki o küçük lokantaların birinde bir akşam yemeği yemeyi kararlaştırmıştık. Daha ne isterdim. Hem güzel bir yemek yiyecek hem de edebiyat konuşacaktık. Sevgili edebiyat ajanım Nermin Mollaoğlu da gelmişti. Kadro muhteşemdi!

Kitap verilir mi?

Röportajda sorulanları da verdiğim cevapları da hatırlamıyorum artık. Bir yerlerde kalmıştır onlar da. Asıl anlatmak istediğim bu değil zaten. Buket elinde yeni aldığını söylediği bir tabletle gelmişti. Sesimi cep telefonuna kaydedecekti ama oraya da bazı notlar alacaktı. Buraya kadarı pek şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı geleni o anlarda söyledikleriydi. Taşınıyordu ve nerdeyse tüm kitaplarını elden çıkarıyordu. Çünkü artık tableti vardı. Biraz da kızgınlıkla duygularımı ifade etmiştim.  “Bari sen bunu yapma Buket!” Neye tepki gösterdiğimi anlamış, gülümseyerek ve tabletine hafiften dokunarak, her zamanki cevvalliğiyle cevabı yapıştırmıştı. “Neden? Sen buraya en az üç bin kitabın sığacağını biliyor musun?” Ne diyebilirdim? Kendisine benim gibi bazı değerlerden kopamayan kitapseverlerin her zaman söylediklerini söylemeye kalkmış, kitaplara dokunmaktan dem vurmuş, yine akıl çelici bir karşılık almıştım.  “Biliyorum, tamam! Ama sen yine de dediklerimi aklında tutarsan iyi edersin.” Aklımda tuttum elbet. Çünkü sonra karşılaştıklarım bana birçok soru sordurdu. Şimdi hangileri benim hangileri o akşamın, bilemiyorum. Ama hepsi kendine göre akıl çelici galiba. Geleceğin kişisel kütüphaneleri o sohbetimizde ortaya atıldığı gibi mi olacak? Kitaplar yeni kuşakların okurları tarafından en çok oradan mı okunacak? Yeni teknikler bizi nereye götürecek? 

Çevreci sistem

Bu satırların yazarı hâlâ tozlu kitaplarının arasında durmaktan ve kendine, tabiri caizse, hızın hâkimiyet kurduğu bir dünyada, bir sığınak inşa etmeyi tercih ediyor olsa da, 21. yüzyılda doğan çocukların bakışlarına da gözlerini kapatamıyor. Bu sistemin ‘çevreci’ tarafı da cabası. Bakın bir de şunu düşünün. Yazının tahminen yedi bin yıllık bir tarihi var. Bizim bu kadar savunduğumuz kitapların varlığıysa, Gutenberg amcamızın getirdiği armağan dikkate alındığında sadece beş yüz yıllık bir geçmişe sahip! 1460’lı yıllarda otuzlarını süren bir kitapsever, el yazmalarından matbaadan çıkmış kitaplara geçildiğinde benzer bir tepkiyi göstermiyor muydu dersiniz? Geriye ne demek kalıyor? Kitaplara dokunma sevdasına devam! Şimdilik. Çünkü biz de geçip gidiyoruz. Ne yaşanacaksa yaşanacak. Ama asıl önemlisi yazmak ve okumak değil mi? Edebiyat, tüm yaşananlara rağmen edebiyat... Hayatın sıradanlıklara teslim olmamış o sınır ötesi için... Bazı sohbetler sizi bazen nerelere getirebiliyor, görüyor musunuz?