Ne çok mevsimin ne çok hatırası vardı... Ne çok yağmurun, ne çok hikâyenin... İstanbul’da sonbahar dendiğinde neler hatırlamıştınız? Günler daha erken doğmaya başlamıştır, güneş daha erken batmaktadır. Kışlık giysiler artık çekmecelerden çıkarılmalı mıdır? Eski evlerden bir naftalin kokusu kalmıştır.
Eski yollarda, bahçelerde de bırakılanları çok uzaktan tekrar görme vakti midir? Herkes hatırladıkları ve hatırlamak istedikleriyle büyür. Ne çok yazıldı çizildi, sararmış, kurumuş yaprakların uyandırdıkları için. Kuşların göçü için...
Ama şimdi başka bir yerden bakmak da geliyor içimden. Bazılarını hiç unutmayacağımı ve hep bugüne getirmek isteyeceğimi bildiğim halde. Başka bir yer... Eylülle beraber büyük şehirlerin adeta bir uykudan uyanıp hayata yeniden döndüğünü söylememiz mümkün değil midir mesela? Yorgun yazlıkçılar yazın izleriyle geri döner. Söylenebilenler söylenir, söylenemeyenler bir yerlerde saklanır. Küçük sevinçlerin sürdürülmesi için... Birçok sebep vardır neticede.
Kış için salça yapılmış mıdır? Bazı evlere pişmekte olan bir reçelin kokusu yayılır. Meraklısı için balıklar da vardır elbet. Çingene palamudu yağsızdır, tavası iyi gider. Sonra büyür, sıra ızgarasına gelir. Daha da büyüyünce bazı evlerde lakerdası yapılır. Toriğinkinin yerini tam tutmaz ama evde hazırlanmış bulunmasının başka bir lezzeti vardır. Poyrazda kurutulmuş, gerçek uskumrudan yapılmış çirozun da elbet, taptaze istavritin de...
Havalar soğudukça terk edilen ve bir başka hüzne bürünen çay bahçelerini dolduranlar sinemalara gidiyor mu? O eski sinemalar da yok çünkü artık. Şehrin hafızasında kolay silinemeyecek izler bırakmışlardı ama, değil mi? Yeni çıkan kitaplar kitapçı raflarında hâlâ boy gösterebiliyor ama. Bu heyecanı kaç kişi duyuyor ve paylaşıyorsa artık... Bir umut... Edebiyatın olduğu yerde umut her zaman vardır çünkü.
Sonbahar da böyledir işte. Görmek ve duymak gerekiyordu ya... Hem nereye kaçacaktık?
Eylülü hatırlamak
Hikâyeler ve şiirler... Kitaplardan da söz etmeye başlamışken... Şu Eylül dediğiniz kimlerde neler bırakmıştı? Suat’ın hissettiklerinde en çok neyin izleri vardı? Yaşananların mı, yaşanamayanların mı... “Evet her şey çürüyor, her şey... İnsanlar çürümeyecekler mi? Eylülde sanki bahara hasret çeken melul bir tazelik, sanki üzerine çöken kışın, kendini mahvetmek isteyen sonbahara rağmen devam etmek, yine bahar olmak mücadelesi vardır; fakat bunun muhtaç olduğu şeylerden mahrumdur ve kendisinde de dayanmak takati kalmamıştır, tabiat da bunu anlamış gibi acı bir düşünceyle üstüne çöken ıssızlığın altında ezilerek durur”... Mehmet Rauf bize o yazlarda hangi adımları neden atamadığımızı mı soruyordu?
Ahmet Hamdi Tanpınar’sa Huzur romanında kendini yine Boğaz’ın esintilerine bırakır. Bizi bir tasvirde mazinin kim bilir hangi şiirlerinden süzülüp gelen bir eksiklik beklemektedir. Kimindir bu eksiklik? Hikâye ipuçlarını gizler. Gerisi size aittir. Bir başka vedanız için...
Sonbahar elbette hikâyelerini yazdırır. Hayat dediğiniz de bir hikâye değil midir zaten? Bir yerlerde kalan hikâyeler... Geçip gidenler için... Onlar da girdiğimiz sınavları anlatmıyor muydu? Birileri size şimdi nerelerde kaldığınızı sorsa, ne demek istersiniz? ∙
Eylül / Mehmet Rauf / Can Yayınları / Roman / 328 Sayfa
Huzur / Ahmet Hamdi Tanpınar / Dergâh Yayınları / Roman / 383 Sayfa