25 Nisan 2024, Perşembe Gazete Oksijen
27.08.2021 04:30

Yaşar Kemal’in vasiyeti

Bazı buluşmalar gizliden gizliye zamanını bekler. Hikâyeler de hayatlarımıza öyle yazılır zaten... Yaşar Kemal ile buluşmam da zamanını beklemişti. Beni ergenlik yıllarımdan başlayarak bambaşka bir dünya ile tanıştıran o romanları yazan eli nasıl da tutmak istemiştim.  O anlar Zeynep Oral’ın Fransız Sarayı’nda Edebiyat ve Sanat Şövalyesi ödülünü alması vesilesiyle verilen, sanat ve edebiyat dünyasından birçok tanıdık simanın bulunduğu davette; birden eşi Ayşe Hanım ile beraber görünmesiyle geldi. Hak ettiği ilgiyle karşılaştı elbet. Sonra gitti, kendisine gösterilen yere oturdu. Bir ses bana, ‘o an, bu an’ diyordu.  Yanına gittim. Elimi uzattım. Adımı söyledim. Baktı. “Kim?” dedi bana sert gelen bir sesle. Tekrar ettim. Bir de gittim, tanımadığını düşünerek, hiç öyle yaptığım bir iş değildir ama, heyecandan mı dersiniz artık, ne yapacağımı bilememekten mi, romancı olduğumu söyledim! Hâlâ utanırım böyle yaptığım için. Kendimi ne komik duruma düşürmüştüm! Ama o o anlarda bir tek böylesi gelmişti elimden. Hemen ayağa kalktı, uzattığım ve bir iki saniyeliğine havada kalan elimi o güçlü eliyle kavradı, sıktı ve gözlerimin içine bakarak, kendisini tanıyanların çok iyi bildiği o gür sesiyle, çok kızmışçasına “Çarkına s.... senin!” deyiverdi.  Yüzüm o anda kireç gibi bembeyaz olmuştu herhalde! Neye uğradığımı şaşırmıştım. Hayranlık duyduğunuz bir yazar, tanıştığınızda size ilkin bu lafları söylüyor! Titrek bir sesle “Neden?” diyebildim sadece. Kendimi bir daha gülünç duruma mı düşürüyordum? Hâlâ elimi tutuyordu. Birden öteki eliyle sırtıma vurup “Ne diye kendini tanıtıyorsun? Seni tanımayacak kadar bunak mıyım ben?” deyiverdi. Bir ruh halinden başka bir ruh haline ne kadar da çabuk geçmiştim. Sevdiklerine küfürle hitap ettiğini henüz bilmiyordum ki... Aynı samimiyetle “Otur bakalım yanıma!” dedi. Ara Güler birden fotoğrafımızı çekti. Bazı adımları atmayı ertelemem bana bazen çok pahalıya patlamıştır. Şimdi o fotoğrafın peşine düşmediğim için nasıl pişmanım. 

O kitap yazılabilir miydi?

Sonra oturup biraz konuştuk. Kendisine en sevdiğim romanının Demirciler Çarşısı Cinayeti olduğunu söyledim. Yüzüne bir sevinç yayıldı. Eşine dönerek “Ayşe duydun mu, Mario hangi romanı sevmiş?” diye seslendi. Sonra da kulağıma eğilip “Mitterand’ın da en sevdiği romandı” dedi. Ne anlamalıydım bundan? Mitterand ile romanlarını konuşacak kadar yakınlık kurduğunu mu? Bir devlet başkanının böyle edebiyatsever olmasını mı? Bu devlet başkanıyla roman aracılığıyla bir araya getirilmek istenişimi mi?  Hepsi değerliydi. Ama açıkçası bunlar üzerine fazla düşünmeye vakit bulamayacaktım. Sohbetin en can alıcı kısmı o anlarda geldi çünkü. Elini bacağıma koyarak bir sır verircesine “Tilda’nın Müslüman olmasını ben istemedim. İsteseydim kendimi inkâr etmiş olurdum” dedi.  Sesinde hafif bir titreme vardı. Sultan Abdülhamid’in baştabibi Jak Mandil Paşa’nın torunu Matilda bir daha gelmişti aklına. Hayatının elli yılını paylaştığı, eşim, dostum, sırdaşım dediği Tilda... İstanbul aristokrasisinden gelen Yahudi Tilda ile Anadolu’nun bağrında yeşermiş dünya yazarı Kürt Yaşar’ın eşsiz hikâyesini düşünmek de bana kalıyordu. Romana konu olabilecek bir hikâyeydi bu. “Size tüm kalbimle inanıyorum” dedim. “İnan” dedi. Bu açıklamayı bana neden yapmıştı? Şimdi, bu sözlerin vasiyet değeri taşıdığını düşünüyorum. Tilda öldükten sonra da eşiyle yan yana sonsuz uykusuna yatmak istemişti. Hikâyeye nasıl da yakışıyordu bu tercih.  Vasiyet sözler... Onları benim duyurmamı mı istemişti? Soruyu sormak bile bana yetiyor. Geriye şimdi bu kısa sohbetin uyandırdığı bir hayali dile getirmem kalıyor. Tilda’nın biyografisini nasıl da yazmak isterdim. Çok geç ama artık. Fikir bu koca çınarı sadece toprağa değil, kalbimize de gömdüğümüz gün aklıma gelmişti. Daha önce gelseydi, yanına gidip bir hayali paylaşsaydım, yardım eder miydi? Cevabı veremiyorum ne yazık ki. Etrafı şöyle bir kolaçan ettiğimdeyse, bu eşsiz kadın hakkında pek az bilginin bulunduğunu gördüm. Eşinin dünyaya tanıtılmasında büyük emeği geçen bu kadın hiç öne çıkmaya çalışmamış. Bu da sizce başka bir asalet değil miydi?  Yaşananlar bir yana bu buluşma bana o sert görünümün ardında çok derin hassasiyetini saklayan bir insanı da getirmişti.