20 Mayıs 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
09.09.2022 04:30

Orta halli evler de bu kış OHAL’e geçiyor!

Evlerine en az 20.000 TL giriyor ama... Televizyon açıldı mı ışıklar kapanıyor. Araba öyle kapının önünde duruyor, toplu taşıma kullanılıyor. Kafelere girilmiyor, dışarıda yemek çoktan iptal! Ucuzluk marketlerine hiç uğramayanlar alışverişlerinin önemli kısmını buralardan yapıyor

Geçen hafta doğalgaza yine zam geldi, tam yüzde 20! Ekmek 5 lira, simit de öyle... Domates 15 liralık tahtında oturuyor, diğer sebzeler de el yakıyor. Bırakın eti, meyveyi bile unutalı çok oldu dar gelirli vatandaş, şimdi en ucuz markette kilosu 15 lira olan bulguru nasıl alacağını düşünüyor. Bu sebeple, biraz da artık durumlarını sormaya bile cesaret edemediğimden dar gelirli vatandaşla değil, orta hallilerle konuşayım istedim. 

Konumuz, bu kış evlerde nasıl geçecek? Muhataplarımız ayda hanesine en az 20.000 TL girenler. Bu da yoksulluk sınırının altı sayılıyor ama ülkede onca yoksulluk varken, bu ehven-i şer! 

Eminönü’ne gitsem, daha çok turistler ve yoksullar var, aralarından orta halliyi bulmak zor iş. Beşiktaş deseniz, o kadar çok öğrenci ağırlıklı ki, tam bir sonuç alamam. Taksim deseniz, Araplarla mı konuşacağım! Kadıköy en uygunu geldi bana... Hem transit noktası da, iskeleden, metrodan, otobüslerden inenleri yakalarım dedim. Yakaladım da...

“İlk defa bu yıl eski kalem ve çantayla idare edeceğiz”

Hemen çarşı girişinde bir anne-kızla karşılaştım. Ellerinde iki mağazanın poşetleri var. HM ve Mavi’nin... Belli ki asgari ücretin birkaç katı giriyor hanelerine... Öyleymiş. 49 yaşındaki anne Zeynep Öz, yaşa takılan emeklilerdenmiş, yani EYT’li... Eski bir bankacı. Kızı 14 yaşındaki İpek için okul alışverişine çıkmışlar. “Bu zamlardan sonra evde OHAL olur mu?” diye girdim sohbete, “Vallahi olur” deyip sebeplerini sıralamaya başladı Zeynep Hanım: “Önceliğimiz zaruri ihtiyaçlar... Gereksiz hiçbir şeye para harcamıyoruz.  İki çocuğum var, oğlum üniversiteye hazırlanıyor. Her sene okul başlarken çanta, defter, kalem gibi tüm ihtiyaçlarını yeni alırdık. Bu sene hepsini toplayıp bakacağız, sadece ne eksikse onu alacağız. Eskiden önceki seneden kalanları hep ihtiyaç sahiplerine verirdik, maalesef şimdi çok azını verebileceğiz... Sadece bu da değil, haftada iki kez et alırdım, bire indirdim. Onun da yarısı tavuk artık. Bakmayın poşetlere, onlar da lüks falan değil. Okul için eşofman ve pantolon aldık. Ve maalesef iki parça giysi için tam 800 lira ödedik.”

Zeynep Öz (49) ve kızı  İpek (14)

“Çocuklar okula 10 TL harçlıkla gelebiliyor”

Zeynep Hanım’ın eşi bir devlet okulunun kantinini işletiyormuş. Arada eşine yardıma giden Zeynep Hanım, o kantinde gördüklerini anlatmaya başlıyor: “Çocukların çoğu 10 lira harçlıkla geliyor okula. 10 liraya ancak bir simit ve bir su alınabiliyor. Bir simit 6 lira, bir su 3 lira... Öyle bir ekonomik uçurum var ki çocuklar arasında, bazıları elinde 100 lirayla geliyor. Tabii ki onlar çoğunlukta değil ama zenginliğin ve fakirliğin en büyük travmasını çocuklar çekiyor maalesef. Öğretmenler, çocukların yeteri kadar beslenemedikleri için kafalarını derse veremediğini söylüyor. Çok doğru. Bu koşullarda başka bir şey beklenemez zaten” diyor. 

Zeynep Hanım’ın kızı İpek’e dönüyorum, “Ne kadar harçlık alıyorsun?” diye soruyorum. Geçen sene okula giderken 30-40 TL kadarmış harçlığı. “Evde yiyip içiyorum, harçlığımdan biriktirip kendime kıyafet alıyorum. İhtiyaç bitmiyor ki” diyor İpek. Vedalaşıyoruz anne ve kızıyla... 

“Hiç girmediğim ucuzluk marketlerinden çıkmaz oldum”

Yine bir anne-kızla beraberim. 48 yaşındaki anne Şeyma Yüksel emekli. Eşi de emekliymiş ama reklam sektöründe çalışmaya devam ediyormuş. İki çocukları var. Kızları liseye, oğulları üniversiteye başlayacakmış. Her ikisini de özel okulda okutmuşlar. Peki nasıl para yetiştiriyorlar? “Zamlardan sonra kızımın okuduğu okula gidip indirim istedik, aldık da... Yine de meblağ çok yüksek tabii” diyor ve devam ediyor Şeyma Hanım: “Her şey o kadar zamlandı ki... Biraz önce bir kafeye oturduk, geçen yıl 5 liraya içtiğim meyve suyuna 15 lira ödedim! Üstelik küçük boyu bu fiyata, büyüğü 30 liraymış. Her şeyden tasarruf etmeye başladık. Hayatta girmediğim ucuzluk marketlerinden alışveriş yapmaya başladım. Özellikle temizlik malzemelerinde çok indirim yapıyorlar. Mesela bir şampuanı 30 liraya bulabiliyorum. Her şey çok pahalı... Okul masrafları çok arttı. Sadece kızımın forması için 1.500 lira verdik. O ucuzluk marketlerinde bile bir defter 60 lira, bir kalem 6 lira,  inanabiliyor musunuz?”

Şeyma Yüksel (48) ve kzı Derin (15)

Şükrediyor yine de Şeyma Hanım. Evleri kira ama kendilerinin de kirada olan bir evleri var, yani kira ödemiyorlar. “Yoksa geçinmemiz mümkün değildi. Biz yine güzel günler gördük de, çocuklarımızın gençliği çok kötü bir döneme denk geldi. Ne yazık ki bu güzelim ülkede sıkıntı içinde yaşıyorlar” diyor Şeyma Hanım.

“Sevdiğimiz yemekleri değil, ucuz olanları yiyoruz artık”

Şeyma Hanım’ın 15 yaşındaki kızı Derin’e “Sen tasarruf yapabiliyor musun harçlıklarından?” diye soruyorum. Tabii ki yapıyormuş, “Arkadaşlarla dışarı çıktığımızda artık daha uygun fiyatlı mekanlarda oturuyoruz. Sevdiğimiz yemekleri değil daha uygun fiyatlı yemekleri seçiyoruz. Ama genellikle yemeği evde yiyip, dışarıya bir şeyler içmek için çıkıyoruz” diyor ve ekliyor, “Harçlıklarımız sabit, onun dışında her şeyin fiyatı artıyor. Çok zorlanıyoruz.”

Sözü annesi alıyor. “Geçen gün iki çocuğumu aldım karşıma, ‘Çocuklar bu yıl süslü püslü defterler, kalemler falan almayın. Ucuz olanları seçin, alamayan o kadar çok öğrenci var ki, kalan paramızla onlara da alabilelim’ dedim. Zor durumda olan ailelere yardım etmemiz lazım. Çocukların ömür boyu unutamayacakları, içlerinde kalacak bir yokluk dönemi yaşıyoruz. Aynı sınıfta okuyorlar ama biri kalem alabiliyor, diğeri alamıyor. Biri karnını doyuruyor, diğeri doyuramıyor. Herkes etrafındaki bir-iki çocuğun elinden tutsa ne güzel olur. Biri defterini, biri çantasını alır, biri harçlığını verir, böyle böyle atlatırız bu zor günleri.” 

Devletin hatalarını millet böyle düzeltmeye çalışıyor işte bu kriz günlerinde. 

“Bu krizden beri sadece çocuklar için para harcıyoruz” 

Kadıköy çarşıda biri 3 aylık bebek, diğeri de 1.5 yaşında bir çocukla, genç bir anne-baba. Çocukların ikisi de kız... 37 yaşındaki Abdullah Haydaroğlu Avrupalı müşterilere hizmet veren bir saç ekim merkezinde asistanlık yapıyormuş. 30 yaşındaki eşi Ceren ev hanımı. “Bu kışı nasıl atlatacaksınız?” diye soruyorum. İşte Abdullah Bey’in cevabı: “Biz zaten krizden bu yana sadece çocukların ihtiyaçlarını alıyoruz. Neyse ki ikinci çocuğumuz da kız oldu. Leyla’ya, ablası Zeynep’in kıyafetlerini giydiriyoruz. Mutfağa keyfekeder hiçbir şey almıyoruz. Sadece en temel ihtiyaçlarımız için para harcıyoruz. Mesela sadece çocuklara yetecek kadar meyve alıyoruz.” Peki ev kira mı? Kiraymış ama bu çift ev sahibi açısından şanslı. Kurtköy’de oturdukları evin kirası 2.000 TL. “Öyle anlayışlı, öyle iyi bir ev sahibimiz var ki, kiramızı artırmadı. Şu anda biz çıksak çok rahat 6.000 TL’ye kiraya verebilir. Ama bizim bu parayı verebilmemiz mümkün değil. Öyle bir kirayı verebilmek için evde en az üç kişinin çalışması gerekir” diyor. Maaşını merak ediyorum, 15.000 TL civarındaymış. 

Abdullah Haydaroğlu (37) ve kızı Zeynep

Eşi Ceren Hanım’la konuşacağım ama bir buçuk yaşındaki Zeynep hiç durmuyor, koşturup duruyor, o da onun peşinden... Onları daha fazla meşgul etmek istemiyorum ve çarşıda dolaşmaya devam ediyorum. 

“Televizyonu açtığımda odanın ışıklarını kapatıyorum”

Bir kafede oturan çok hoş bir hanımın yanına gidiyorum. Öyle güzel bir elbise var ki üzerinde... 62 yaşındaki Sevgi Hanım soyadını vermek istemiyor. Emekli, ama eşinden ötürü, yani eşinden kalan emekli maaşıyla geçiniyor. “Geçen yıl bütün faturaları 300 lirayla kapatabiliyordum. Bu yıl 1.100 liraya zar zor kapatabiliyorum. Bu kış geçmek bilmeyecek, işimiz çok zor. Akşamları televizyonu açtığımda ışıkları kapatıyorum. Her şey o kadar pahalı ki, yaz geldi geçti, bir kere kiraz alabildim. O da yarım kilo... Acıbadem’de oturuyorum, bizim orada kilosu 58 liraydı. Doyamadım kiraza... Üç çocuğum var, sadece torunlarım geleceği zaman meyve alıyorum. Öyle kiloyla falan da değil, taneyle” diyor Sevgi Hanım. Son sözü ise “Hayat bizim gibiler için çok berbat artık” oluyor.

“Geçen yıl apartmanda kalorifer sadece iki saat yandı”

Biraz ileride çok hoş bir emekli hanıma daha rastlıyorum. O ismini dahi vermiyor. Korkudan değil de tanıdıkları durumunu bilmesin diye! Tek başına yaşıyormuş, kirasını kızı karşılıyormuş. “Kozyatağı’nda oturuyorum. Evin kirası emekli maaşım kadar! Artık pazara gittiğimde hiç elim kolum dolu dönemiyorum eve. Eskiden torunlarım geleceği zaman bol bol meyve alırdım. Ben meyveyi unuttum zaten, torunlara ise öyle kiloyla değil, taneyle alır oldum. İki ondan, üç ondan... O bile dünya para tutuyor” diyor. 

“Peki başka nelerden kısıyorsunuz?” diye sorunca başlıyor anlatmaya: “Oturduğum apartman 22 daireli, girişte de dört dükkan var. Geçen kış kaloriferler bir saat sabah, bir saat de akşam yakıldı. Sadece çok soğuk günlerde tam gün ısındık. Ona rağmen apartman görevlisinin maaşıyla birlikte, ayda 1.000 lira verdik. Bu sene kaç lira vereceğiz, bu zamların altından nasıl kalkacağız hiç bilmiyorum. Herhalde bu kış battaniyeyi üzerimize çekip öyle ısınmaya çalışacağız.” O kışı düşünmeye başlıyor, ben de Bahariye’ye doğru ilerliyorum. 

“Arabayı çoktan bıraktık, Marmaray’ı kullanıyoruz”

Bir anne-kız daha... 45 yaşındaki anne Nil Karatuyun ev hanımıymış, eşi ise makine mühendisi... Kızları Nil 17 yaşında ve üniversiteye hazırlanıyor. “Tek çocuğumuzun olmasının sebebi bu ülkenin genel durumu. Ya bakamazsak diye düşündük ikincisini” diye giriyor söze ve devam ediyor Nil Hanım: “Ben elektriği, doğalgazı gereksiz yere kullanmamaya hep dikkat ederim, çevreye de zararı olmasın diye... Şimdi çok daha fazla dikkat ediyorum. Krizden beri tüm gereksiz harcamaları kısıyorum. Bir tek mutfak masrafından kısmıyoruz, o da şimdilik. Ben et yemiyorum, ama kızımın sağlıklı beslenmesi için ete sınır koymuyorum.”

Nil Karatuyun (45) ve kızı Aslı (17)

Sonra biraz mahcup belirtmeden edemiyor, “Bizim durumumuz kötü değil... Ama yarının ne olacağını bilemediğimiz için biz de ayağımızı yorganımıza göre uzatıyoruz. Hiç borca girmiyoruz artık. Arabanın deposunu tam doldurmuyorum mesela. Full 1.200 lira tutuyor, ben 800 liralık alıyorum. Mümkün olduğunca da toplu taşıma araçlarını, Marmaray’ı kullanıyoruz” diyor.

“Bir yerde oturmak için en az 100 liranız olmalı”

Kızı Aslı sözü alıyor: “Geçen yıl arkadaşlarla dershane çıkışında bir yerlerde oturup yemek yiyebiliyorduk. Artık evde yiyoruz. Dışarıda bir kahve içseniz en az 30 lira. Bir sandviç 50-60 lira. Bir yerde oturabilmeniz için cebinizde en az 100 lira olmalı” diyor. 

Nil Hanım alıyor sözü tekrar, “Kızım harçlığını alıyor, tüm ihtiyaçlarını biz karşılamamıza rağmen bunları düşünmek zorunda kalıyor. Bir de zor durumdaki ailelerin çocuklarını düşünün. Olacak gibi değil” diye son noktayı koyuyor.

“Diş doktoruna gitmem lazım ama gidemiyorum”

Bir anne-kız daha, ama bu kez kız beş yaşında, sevimli mi sevimli... Soyadını vermek istemeyen 30 yaşındaki Özlem Hanım çocuk diyetisyeniymiş, eşi de doktor. Soyadını vermeme sebebi ikisinin de kamu görevlisi olması, ne olur ne olmaz yani! “Bugün ayın 5’i ve maaşım bitti bile... Diş doktoruna  gitmem lazım, gidemiyorum! Üstelik evimize giren para asgari ücretin birkaç katı” derken, kızı sürekli “Hadi anne gidelim” diye eteğinden çekiştiriyor ve sohbetimiz burada bitiyor. 

“Tam dört aydır dışarıda yemek yiyemedik”

Tramvay yolunda üç kişilik bir aileye denk geliyorum. 60 yaşındaki Mustafa Gündüz muhasebeciymiş. “Tabii ki her şeyden kısıyoruz. Eskiden arada sırada dışarıda yemeğe çıkardık. Tam dört aydır hiç çıkmadık. Allah’tan bir çocuğumuz var. Şimdi okul alışverişi yaptık, ikincisi olsaydı ne yapardık düşünmek bile istemiyorum” diyor. 

Eşiyle de konuşmak istiyorum, “Bu kadar yeterli. Fazlasına gerek yok” diyor Mustafa Bey. Fotoğrafa gelince, ona da cevabı, “Detaya gerek yok!” oluyor. Durum anlaşıldı.

“Açlık sınırı 8.000 TL, asgari ücret 5.500 TL! ”

Bu sefer bir baba-kız... 61 yaşındaki Ahmet Uzun ve 17 yaşındaki kızı Yeliz Çanakkale’de yaşıyorlarmış. Ahmet Bey tam 32 yıl devlet memurluğu yapmış Ankara’da, eşi de devlet memuruymuş. Emekli olunca Çanakkale’ye yerleşmişler. Oğulları ODTÜ Maden Mühendisliği’ni bitirmiş, şimdi Petrol Ofisi’nde çalışıyor, onu ziyarete gelmişler İstanbul’a. “Emekli maaşım 8.000 lira, eşiminki de o kadar. Küçük de bir kira gelirimiz var. Üç asgari ücretten daha fazlası giriyor evimize. Buna rağmen zorlanıyoruz. Asgari ücretle insanlar nasıl geçiniyor şaşırıyorum. Bir kişinin açlık sınırı 8.000 lirayken asgari ücret 5.500 lira! Ötesi var mı? Yazıklar olsun!” diyor Ahmet Bey. 

Ahmet Uzun (61) ve kızı Yeliz (17)

Sonra yoksulluk sınırını hatırlatıyor, 22.500 TL. Başlıyor bir kıyaslamaya: “Emekli olduğumuzda, yani beş yıl önce, gelirimiz yoksulluk sınırının üzerindeydi. İki senedir altındayız. Enflasyona göre bir hesap yaptığımda, benim maaşımın 8.000 lira değil, aslında 15.000 lira olması lazım. Ama öyle olmadığı için sürekli yaşam standardımız düşüyor. En çok da gezmekten ve gıdadan kesiyoruz.” 

“Kese kese nereye kadar! Ölelim mi artık?”

O böyle anlatırken, “Bazıları televizyon ışığında oturuyormuş artık” diyorum. Şöyle bir bana bakıyor gülerek, “Yok o kadar da değil. Nefes alıp vereceğiz... O zaman ölelim artık! Ölmek istemiyoruz, yaşayacağız. Bir sene sonra güzel yaşayacağız” diye cevaplıyor. Malum, bir sene sonrası siyasi mesaj oluyor. 

Ahmet Bey’in kızı Yeliz’e soruyorum, “Sen nelerden kısıyorsun?” diye... Gülüyor, “Annem-babam kısıyor, ben kısmıyorum. Çanakkale’de hayat şartları biraz daha rahat İstanbul’a göre. İyi ki Çanakkale’deyiz, yoksa çok daha zor olacaktı” diyor. 

Babası giriyor söze, “Biraz önce bir restorana girdik, iki çorba, bir porsiyon tavuk söyledik. 170 lira hesap ödedik. Bizim ülkemiz, başkaları için bir cennet, ama bizim için cehennem maalesef. Bakıyorum insanlara, çoğu şükrediyor. Şükredelim ama bir yere kadar. Biraz talepkâr olmak, daha iyi olanı istemek ve olmadığında da sorgulamak lazım. ‘Çok şükür nefes alıyorum, buna da şükür’ dememek lazım” diyor. Bir an duruyor ve “Ama böyle itiraz edenleri de görüyoruz, bizler için içeride yatıyorlar. Yazık oluyor bu ülkeye” diye bitiriyor sözünü. 

20.000 TL ile mutluluk olmaz!

Durum böyle işte... 20.000 TL üzerinde geliriniz de olsa, bu ülkede ortalama standartta bir yaşam sürme hakkınız kalmamış artık. Buna rağmen konuştuğum herkes, kendi derdiyle başlayıp, yoksulun derdiyle bitirdi sözünü, aklına hep onlar geldiğinden... Haftada bir dışarıda yemek mi? Unutun! İş çıkışı arkadaşlarınızla bir kahve molası mı, belki haftada bir, o da aklınız gelecek hesapta kalarak... Ne yazık ki hikayemiz artık böyle yazılır oldu... Ve bu hikayede mutluluğun zerresi yok.

“30 yaşındayım, anne-babamın desteği olmasa yaşayamam!”

Altıyol’da banklara oturmuş bir bey... Yanına gidiyorum, kendi deyimiyle ‘ufak bir esnaf’mış 65 yaşındaki Murat Gürel. 22 yıldır emekli ama hala işinin başında. Perşembe Pazarı’nda hırdavatçılık yapıyor. Yani gelir durumu ortanın üstü... İki kızı var, biri 1985 doğumlu, Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdikten sonra İtalya’ya gitmiş, orada evlenmiş, şimdi İrlanda’da bir bilişim şirketinde çalışıyormuş, mutlu mesut. Diğer kızı 1992 doğumlu, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarım Bölümü’nü bitirmiş, üç yıldır Bağdat Caddesi’nde bir dövme stüdyosunda çalışıyormuş. Murat Bey, o bankta oturmuş kızı Gözde’yi bekliyor, birlikte yemeğe gideceklermiş. 

Murat Gürel (65) ve kızı Gözde (30)

“Artık yarım depo benzin alıyorum”

Başlıyoruz sohbete... İlk sorum “Krizden etkilendiniz mi?” oluyor. “Etkilenmeyen var mı? Yok!” diye giriyor söze. “Biz dışarıda yine yemek yiyebiliyoruz ama az sonra oturacağımız yerde bir akşam yemeğine ödeyeceğimiz hesap en az 600 lira. Ayda kaç kez verebiliriz bu parayı? Normal bir yaşantımız kalmadı. Eskiden kızımla buluşur, önce alışverişe çıkardık. Artık bunu yapamıyoruz... Arabanın deposunu eskiden hep full’lerdim... Şimdi depo çeyreğe inerse yarıma kadar doldurtuyorum. Bir seferde o kadar çok para vermek istemiyorum” diyor. 

Tam o devam edecekken kızı Gözde geliyor. “Siz nelerden kısıyorsunuz?” diye soruyorum, “Ben 30 yaşında bir birey olarak anne-babamın desteği olmasa yaşayamam. Babam 5.500 lira olan emekli maaşını tümüyle bana veriyor. Kadıköy’de bir kız arkadaşımla aynı evi paylaşıyorum. Kirası 4.500 lira, yarısını benim ödemem lazım, onu da annem veriyor. Dövmecilikten elime geçen asgari ücretin bile altında... Aslında daha fazla olabilir ama ben işin başında sayılırım” diyor. Sonra devam ediyor: “Sosyal hayata ilişkin alışkanlıklarım o kadar değişti ki, artık bir kafeye oturup bir kahve bile içemiyorum. Gece hayatım hiç yok artık. Bir kadeh bir şey içmeye kalksanız en az 100 lira. Bırakın içkiyi, bir yerde oturup ekmek arası bir şey yemek isteseniz 80 lira. Yanında bir şey de içseniz 100 lira. 100 lira, 10 lira gibi oldu artık.”  

Babası kaldığı yerden devam ediyor, “Biz çocuklarımız için bir zemin hazırladık rahat etsinler diye ama gelecek o kadar belirsiz ki! Ne bizde ne çocuklarda mutluluk bırakmadılar” diyor. Sonra sözü tekrar Gözde alıyor: “22 yaşında Amerikalı bir çocuk, dünyanın öbür ucundan bizim dükkana gelip, bütün sırtına dövme yaptırdı. Bizim hiçbir zaman ne böyle bir hayalimiz ne de buna harcayacak paramız olmadı. İstanbul’da yaşayan 22 yaşındaki gençlerin çoğu işsiz, otobüs parasını bile anne-babalarından istemek zorunda kalıyorlar. Harçlığımı babam, kiramı annem vermesine rağmen ben bile idare etmekte zorlanıyorum. İşsizlerin, asgari ücretli çalışanların durumunu varın siz düşünün...”