Çağdaş edebiyatımızın en sevilen yazarlarından Tarık Tufan edebiyattaki yolculuğuna Âşıklara Yer Yok adını verdiği romanıyla devam ediyor. Tufan, hikayesinde akademisyen olan Orhan’ın Firdevs’e duyduğu tutkulu aşkı, Firdevs’in özgür ruhuna ayak uyduramamasını ve onun ortadan kaybolmasıyla baş etmeye çalışmasının yolculuğunu ele alıyor. Bu yolculuğun merkez noktası ve bir anlamda romanın asıl kahramanı ise Orhan’ın her şeyden uzaklaşmak için gittiği Saklıkuyu adında bir sayfiye kasabasındaki eski bir bimarhane, yani eskiden delilerin ya da zengin ailelerin saklamak istedikleri çocuklarının kaldığı yer. Burada kalan diğer karakterler de kendi hikayeleri ile adeta başka romanlardan çıkıp gelmiş gibiler. Tüm bunları Tarık Tufan’la konuştuk.
Âşıklara Yer Yok’u yazmayı tetikleyen durum ya da duygular neydi?
Yıllar evvel bahçesinde bostan olan, ferah bir kafeye adım attığım anda tuhaf bir duygu ruhumu sıkmaya başladı. O karanlık duyguyla cebelleşirken buranın aslında eski bir yetimhane olduğunu öğrendim. Sonra uzun vakitler kendime şu soruyu sordum, “Mekanların da insanlar gibi ruhları ve kaderleri var mıdır?” İşte beni tetikleyen ilk duygu buydu ve bir bimarhaneyi yazma fikri de böyle doğdu. Daha sonra bimarhanenin çağırdığı karakterler olabilir mi, benzer yaralardan muzdarip insanlar aynı mekanda bir araya toplanabilir mi, diye düşünmeye başladım. Bu sıralarda kafamda dolaşan bir diğer mesele de şuydu: Bazı karanlık duygular aramızda aşk kılığında dolaşıyor olabilir miydi? En görkemli duyguların gölgeleri karanlık olur. Dışarıdan bakınca aşk sanıp yücelttiğimiz kimi duygular bazen sadece felaketimizdir.
“Gerçek aşk ‘sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum’ duygusundan doğar”
Saplantılı aşkı yazmak kolay mıydı?
Günümüz ilişkileri “Seni seviyorum çünkü sana ihtiyacım var” yaklaşımından besleniyor, oysa gerçek ve derinlikli aşk “sana ihtiyacım var çünkü seni seviyorum” duygusundan doğar. Erich Fromm bugünleri uzun zaman öncesinde görmüştü. Aşkın hiçbir halini yazmak kolay değil. Biz yazarlar onun ancak etrafında dolanıyoruz.
“İnsanları fikirlerinden ziyade acıları yakınlaştırıyor”
Mekanımız Saklıkuyu’daki eski bir bimarhane. Var mı gerçekten böyle bir yer?
Anlattığım hikayenin en önemli mekanlarından biri Vedia Sultan Bimarhanesi. Geçmişte bimarhane, hastane olarak kullanılan mekanın yeni sakinlerini “çağırması” meselesini heyecan verici buluyorum. Roman vesilesiyle epeyce bimarhane araştırdım. Mimarisini ve sosyal hayata etkisini inceledim. Romanın iki kapağı arasında kalan her şey aksi söylenmedikçe kurmacadır. Kurmacayla gerçeklik arasındaki çizgiyi muğlaklaştırarak bir dünya kurma çabasındayım.
Zamanın “saray artıklarının” yeri, bu romandaki önemi nedir?
Bir mekanın üç ayrı dönemine odaklanarak hikayenin katmanlarını derinleştirmeye çalıştım: Günümüz, yetmişli yıllar ve Osmanlı’nın son zamanları. Osmanlı sarayından uzağa itilen karakterler bugünün hikayesinin bir parçasına dönüştü. Buranın diğer kiracıları Ahmet Hilmi Bey, Defne, Belma Hanım’ın hikayeleri de başlı başına bir roman sanki. Romanlarımda sadece ana karakterlerin değil, yan karakterlerin de hikayelerini derinleştirmeyi seviyorum. Herkesin hikayesinden haberdar olmak ana karakterlerimizin yolculuğunu daha anlamlı hale dönüştürüyor. İnsanları fikirlerinden ziyade acıları yakınlaştırıyor. Tesadüf diye geçiştirdiğimiz karşılaşmalar gerçekte teselli yahut sınanma olabilir.
“İnsan hayatını bağlılıkları üzerinden sürdürür”
Bağlılık desem, sizdeki karşılığı ne olur?
İnsan hayatını bağlılıkları üzerinden sürdürür, onlara yüklediğimiz anlam içimizdeki hayat duygusunu güçlendirir ve yükseltir. Hiç farkında olmadan bağlılığın şiddeti arttığında ise tam tersi bir rüzgar eser ve dengemiz altüst olur. Bağımlılığa dönüşen bağlılıklar ruhumuzun tutsaklığıdır. Anlam ve değer yüklü bağlılıklarıyla özgürleşen insan, bağımlılıklarıyla zayıf düşer ve kendi karanlığına hapsolur.
Okura ne kalsın peki bu romandan?
Güçlü duyguların yaraları derin olur. Yalnızlığımızla baş edemeyeceğimiz yaralar, birbirimize tutundukça şifa bulur. Benzer hikayelerin karşılaştırdığı insanlar, birbirini gerçekten anlayabilir ve onun acılarına ortak olarak hayatına umut katar.
“Kurmaca en güvenli sığınağım”
İlk kitaptan bu kitaba kadar edebiyatın yaşamınızdaki önemi nasıl değişti?
Edebiyat, hayatımın olmazsa olmaz bir parçasıymış, yazmaya başladığımda bunu henüz bilmiyordum. Yazın hayatımın ilk yıllarında beni edebiyata çağıran bir iç sesin farkındaydım. İlk kitaplarımı yazarken sadece duygularıma tutundum ve yaşadığım hayatı derin duygusal anlatıların içerisine serpiştirdim. Bir zaman geldi, yaptığım her şeyi bir yana koyup kendimi romanın tekinsiz ve nefes kesen yolculuğuna bıraktım. Kurmacanın beni özgürleştiren ve hayatla bağımı kuvvetlendiren bir güç olduğunu keşfettim. Kendimle, hayatla, insanla kurduğum ilişkilerde hep en güvenli sığınağım oldu. Gerçekliğin beni boğduğu anlarda içinde nefes alabileceğim yeni bir gerçeklik kurmama yadım etti. Roman dış dünyayla iletişim kurabilmek için sahip olduğum tek dil ve bu yüzden varoluşumun en büyük parçalarından biri.
Âşıklara Yer Yok / Tarık Tufan / Doğan Kitap / Roman / 312 Sayfa