Yıl 1972. Seçkin Selvi cezaevinde. İkinci kez. Suçu 1968 yılında yaptığı bir çeviri. Stalin’in Lenin’in ölümünden sonra yazdığı metnin çevirisi. Cezası dört yıl sonra belli oluyor: Bir buçuk yıl mahkumiyet, bir buçuk yıl Bursa sürgünü.
Polis kapıya geldiğinde Seçkin Selvi’nin ilk işi “Hazırlanacağım” deyip içeri koşmak ve evdeki tahta döşemeyle beton zemin arasına Nazım’ın Bulgaristan baskısı sekiz cildini saklamak oluyor.
Bir buçuk yılı Sağmalcılar’da geçiyor, şimdiki Bayrampaşa. En büyük uğraşlarından biri okuma bilmeyen mahkumlara gelen mektupları okumak. Bir de kendi akıl sağlığını korumaya çalışmak. Şöyle diyor Seçkin Selvi: “Hapishanede bunalıma girmemek kolay değil. Kulağınıza küpe olsun, bu ülkede herkes hapse girebilir çünkü. Hapishanede kural günübirlik yaşamaktır. 24 saat, o kadar. 36. saati düşündün mü bittin.”
Sağmalcılar’da yattığı günlerde sadece kendi hayatını değil, hepimizin hayatını derinden etkileyecek bir tanışma gerçekleşiyor: Seçkin Selvi ile Gabriel Garcia Marquez’in tanışması. Daha doğrusu Seçkin’in Yüzyıllık Yalnızlık ile buluşması.
Aslında kitabın yayın haklarını alan Sander Yayınevi’nin sahibi Necdet Sander çeviri için önce Adana Cezaevi’nde yatan Can Yücel ile anlaşıyor. Ancak koşullar elvermeyince Can Baba çeviriyi tamamlayamıyor ve kitap Bayrampaşa’ya bir yolculuk yapıyor. Bu başyapıt, hapishanenin zorlu koşullarında, koğuşun keşmekeşinde, çevirmenin aklı dışarıdaki çocuklarındayken tamamlanıyor. (Daha sonra Can Baba’nın çevirdiği ilk 60 sayfayı da yeninden çeviriyor Seçkin Selvi ve yıllardır okuduğumuz çevirinin tamamı onun imzasını taşıyor) Gençliğinde birkaç kez tutuklanmanın kıyısından dönen Marquez, Türkiye’de önce Adana sonra da Sağmalcılar cezaevlerinden geçiyor böylece.
“Aile bütçeme en çok katkısı olan erkek Marquez”
Gazeteci Zeynep Miraç tarafından kaleme alınan Seçkin-Ödünsüz Bir Yaşam adlı biyografiden aktardım bu olayı. Kitap 2021 yılında yayımlandı. Bu çok katmanlı biyografiyi Yüzyıllık Yalnızlık üstünden tanıtmak haksızlık olur aslında. Seçkin Selvi de buna dikkat çekiyor kitapta: “Aslında belki de öfkelenmem gerekirdi Marquez’e. Çünkü çevirdiğim bütün kitaplara aynı özeni gösterdiğim, aynı emeği verdiğim halde çevirmenliğim neredeyse Yüzyıllık Yalnızlık’la özdeşleşti.” Ama baskı üstüne baskı yapan kitap için minik bir tebessüm eklemeyi de unutmuyor sözüne: “Aile bütçeme en çok katkısı olan erkek demişliğim de vardır Gabo için.”
Seçkin Selvi bu coğrafyanın en önemli çevirmenlerinden biri. Çevirmen, tiyatro eleştirmeni, yazar, sahne tasarımcısı, gazeteci ve çok değerli bir eğitmen. Paul Auster, Katherine Mansfield, Patricia Highsmith, Alice Munro hayranlığımın arkasında hep onun dokunuşu var. Kendisini yakından tanımak benzersiz bir gurur.
Seçkin Selvi 1950’lerin sonlarından itibaren kültür dünyamızın en önemli yapı taşlarından. Tiyatroya olan katkısı apayrı bir yazının, hatta bir tezin konusu olmalı. Zeynep Miraç sayesinde sadece emekle, üretimle, direnerek geçmiş bir hayatı değil, tarihsel arka planıyla bir dönemi okuyoruz.
Seçkin Selvi’nin yaşamından öğreneceğimiz çok şey var. Mutlaka okuyalım.