16 Kasım 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
29.01.2021 08:00

‘Cinskırım’ noktasına gelmek 100 yıl aldı

Türkiye’de kadın hareketi, 100 yıllık mücadeleyle bu noktaya geldi. Ancak bugün, “cinskırım” gibi yeni tanımlarla hâlâ kadına şiddeti konuşuyoruz. Pandemi dönemi şiddeti daha da artırdı, 2020 eşitliğin her alanda zorlaştığı bir yıl oldu...

Son günlerde dikkatinizi çekmiştir, Zuhal Olcay, Ahmet Ümit, Meltem Cumbul, Ercan Kesal, Arzum Onan, Tülin Özen, Fırat Tanış…. Nice insan sosyal medyada bir çağrıda bulunuyor: “Her gün en az üç kadın öldürülüyor, bu artık bir cinskırım. Kadın cinayetlerini önlemek için Meclis göreve!” Kampanyayı örgütleyen, EŞİK- Eşitlik için Kadın Platformu. Hedef, kadın cinayetlerinin önlenmesi için Meclis’in toplanması ve etkin bir politika oluşturulması. Cinskırım, alışık olduğumuz bir sözcük değil. “Kadın cinayeti” tanımının bir adım ötesine geçen bu sözcük, cinayetleri önlememesi, failleri cezalandırmaması nedeniyle devletin de suçun parçası olduğu bir tarife götürüyor bizi. Kim böyle bir talebe karşı çıkar ki diyebilirsiniz… Başka bir ülkede yaşıyorsanız haklı da olabilirsiniz. Lakin geçen yılın İstanbul Sözleşmesi’nin iptali tartışmasıyla geçtiğini düşünürsek, karşımızdaki gerçekler bu soruyu havada bırakıyor.

Buraya kolay gelinmedi

“Bıçak kemiğe dayandı”, “Sözün bittiği yer”, “Kaçıncı yüzyıldayız?” Ne çok duyduk bu sözleri değil mi? Çünkü çok olağan, çok alışıldık gibi gelen adımların ancak içinde bulunduğumuz yüzyılda ve bitmeyen bir mücadele karşılığında atılabildiğini hızlı unuttuk. Mesela “ailenin eşler arasında eşitliğe dayandığı” hükmü Anayasa’ya 2001 yılında girdi ancak. “Aile reisi kocadır” hükmü değiştirildiğinde 2002’yi, “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir” hükmü eklendiğinde 2004’ü eda ediyorduk.  Buraya kolay gelinmedi. Yüz yılı aşan bir mücadelenin epey zor edinilen kazanımları bunlar. Türkiye’de kadınların mücadele etmediklerini, hakların onlara Cumhuriyet ile birlikte verildiğini söylemek adettendir. Ne var ki, tarih bunu doğrulamıyor.  19. yüzyıldan bu yana süregelen bir mücadele bu.  Kadın yazarların kalem oynattığı Şükufezar, Hanımlara Mahsus Gazete, Kadınlar Dünyası gibi yayınlarla başlayan; Fatma Aliye Hanım, Şair Nigar Hanım, Zafer Hanım romanlarıyla devam eden bir mücadele… “Cins ve mezhep ayırt etmeksizin kadınlık hukuk ve menfaatini müdafaa eden resimli gazetedir.” Ulviye Mevlan’ın kurduğu Kadınlar Dünyası dergisi bu sloganını ilk kadın derneği Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti’ne taşıdığında yıl 1913’tü. Kadınların eğitimi, çalışması ve kıyafetlerine dair kuralların düzenlenmesi üzerine çalışan cemiyet; aynı yıl Telgraf İdaresi’nde Müslüman kadınların işe alınması için eylem düzenlemişti. Bundan bir yıl sonra Darülfunun kadın öğrencileri kabul etmeye başladı.

İşgale karşı durdular

1919, hem ülke tarihi hem de kadın hareketi için benzersiz bir yıldı. Ülkenin işgaline karşı çıkanlar arasına güçlü kadınlar da vardı, Sultanahmet mitingi gibi tarihi buluşmalarda Halide Edip’in önderliğinde kadınların da sesleri meydanlarda yankılanıyordu. Milli mücadelede kadınlar da vardı.
Kadınlar Halk Fıkrası hayal olarak kaldı
Kadınlar Halk Fıkrası hayal olarak kaldı
Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte mücadele yeni bir zemine taşınmıştı. Nezihe Muhittin’in Kadınlar Halk Fırkası hayali gerçeğe dönüşmese de Türk Kadın Birliği’nin kurulmasına vesile oldu. 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’la tek eşlilik, boşanmada ve velayette eşitlik haklarını elde eden kadınlar; bundan dört yıl sonra yerel seçimlerde, 1934’te ise genel seçimlerde seçme ve seçilme hakkını aldılar. 1935, 18 kadının Meclis’e girdiği yıl oldu olmasına ama devam eden bir ivme görülmedi. Çok partili sisteme geçilen 1950 seçimlerinde bu sayı üçe düşmüştü.  1970’lere kadar kadın mücadelesinin sesi kısıktı. Ne zamanki feminizmin ikinci dalgası dünyayı savurmaya başladı, Türkiye de bu değişimden nasibini aldı.  1975’te kurulan İlerici Kadınlar Derneği, 1978 yılında Nermin Abadan Unat’ın düzenlediği Türk Toplumunda Kadın başlıklı konferans ve aynı yıl kurulan Kadınca dergisi “bu böyle gitmez”in işaret fişekleriydi. 1980’ler bu dalganın üzerinde sörf yaparak geçecek, Duygu Asena kadının adını yeniden gündeme taşıyacak, feminizm kendine birçok mecrada yer bulacaktı.

1985’te sokağa inildi

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayırımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW), yapılan eylemlerin ardından Türkiye tarafından imzalandığında yıl 1985’ti. Aile içi şiddeti protesto yürüyüşü, ilk kadın kurultayı izledi bu sözleşmeyi. 1990’larda dünya feminizmin üçüncü dalgasını yaşarken Türkiye’de değişim ağır ağır ilerliyordu.  İnsan acı veren geçmişi çabuk siliyor hafızasından. Şimdi kim hatırlar bilmem ama 1990 yılına kadar bir kadının çalışması kocasının iznine tabiydi. Yine aynı yıla kadar mağdurun seks işçisi olması halinde tecavüz cezasının indirilmesini öngören bir yasa yürürlükteydi. Kürtaj 1983 yılında yasal oldu, o da evli kadınların kocalarından izin alması şartıyla. 1997’ye kadar kadınlar evlilikten sonra kendi soyadlarını kullanamıyorlardı. Aile içi şiddete maruz kadınların korunmasına yönelik kanun ancak 1997’de, kadın örgütlerinin mücadelesiyle çıkarıldı. İlk kadın sığınma evi Bakırköy Belediyesi tarafından 2001’de açıldı. 

Kazanıldı, kaybedildi

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü 1990 yılında Kadından Sorumlu Devlet Bakanlığı’na dönüştü. Ancak 2011’de tüm itirazlara rağmen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı adını aldı. Kazanılan haklarla kaybedilenlerin yan yana yürüyeceği geleceğin habercisiydi bu değişiklik. Artık ‘aile’, kadından önce geliyordu.  2011, aynı zamanda ev içi şiddete karşı yasal önlemleri düzenleyen İstanbul Sözleşmesi’nin de imzalandığı yıldı. Türkiye, ilk imzacılarından biri olduğu sözleşmeyi “Türk aile yapısını bozduğu” gerekçesiyle daha on yıl bile dolmadan tartışmaya açtı. Kadın cinayetlerinin sürekli artış gösterdiği bir iklimde, kadın örgütleri “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” kampanyasıyla sözleşmeye sahip çıktılar. 2012’de panik butonu uygulaması başladı, o dönem basına “Caydırıcı oldu” haberleri yansısa da yaşananlar kimsenin caymadığını gösteriyordu. 2018’de İçişleri Bakanlığı tarafından başlatılan KADES uygulamasını ise bakanlık verilerine göre 1 milyon 375 bin kişi indirdi, 68 bin 214 kişi ise ihbarda bulundu. 

Pandemi şiddeti artırdı

2003’te başlayıp her yıl daha görkemli bir hal alan 8 Mart Feminist Gece Yürüyüşü, 2019 ve 2020’de Valilik tarafından yasaklandıysa da kimse kadınların yürümelerine engel olamadı. Herkesin hayatının temelden sarsıldığı 2020, pandemi nedeniyle kadına karşı şiddet vakalarının arttığı, eşitliğin her alanda zorlaştığı, öte yandan taciz ve tecavüzün dile dökülmeye başladığı bir yıldı. Ya 2021? Dönüşümün simgesi olarak tarihe geçebilir mi sizce? Çağrıların karşılık bulduğu, Meclis’teki bütün siyasi partilerin şiddete karşı etkin ve etkili bir politika üzerinde uzlaştığı yıl olabilir mi? İletişim Yayınlarından çıkan Feryal Saygılıgil ve Nacide Berber’in “Feminizm” adlı kitabı Türkiye’de kadın hareketi için eşsiz bir kaynak.
30 yıl önce, çalışma hakkı hala sorundu...
30 yıl önce, çalışma hakkı hala sorundu...