Türkiye’de ilk özel televizyon 7 Mayıs 1990’da açıldı. O günlerde bu yeniliği, özgürlüğün kapısı olarak gören de vardı, toplumun çöküşünün başlangıcı olduğunu düşünen de
Pek farkında değiliz ama 7 Mayıs, Türkiye için bir miladın yıl dönümü. Memleketin ilk özel televizyon kanalı Magic Box / Star1, 7 Mayıs 1990 günü test yayınına başladı. Ve tabiri caizse o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. TRT, “olması istenen”, idealize edilen Türkiye’yi taşıyordu ekrana. Yüzü Batı’ya dönük, pazar sabahları Herbert von Karajan ile klasik müzik dinleyen, İstanbul Türkçesiyle konuşan, laubalilikten hayli uzak bir ülke… Özel kanallarla cin şişeden çıktı. Hem de ne çıkmak… 1990 yılında Türkiye’de devlet dışında kanal kurmak Anayasa’nın 133’üncü maddesine göre suçtu. Ancak çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD ziyareti sırasında “dış ülkelerde kanal kiralayanların Türkiye’de yayın yapabilecekleri” ipucuyla fitili ateşledi. Ve tesadüfe bakın ki ilk özel kanalın ortaklarından biri büyük oğlu Ahmet Özal’dı. Cem Uzan ve babası Kemal Uzan ile birlikte vergi cenneti olarak bilinen Lichtenstein’da kurdular Magic Box’ı. Ve Almanya’nın Ludwigshafen kentinde kiralanan bir frekansla yayın hayatına başladı Star1. Henüz 30 yaşındaki Cem Uzan, bir dergiye verdiği söyleşide kendisinin medya devi Rupert Murdoch’tan hiçbir farkı olmadığını söylüyor, kanala 40 milyon dolar yatırım yaptığını anlatıyordu.
TRT ile sert rekabet
Kanal, yayına girer girmez TRT ile sert bir rekabete başladı. Slogan, “Öteki kanalı izlemeyin, bizi izleyin”di. Pembe diziler, transfer edilen genç spikerler, maç yayınları derken 1990’dan 91’e atlanılan yılbaşı gecesi Star1 sadece beş otomobillik çekiliş yapmakla yetinmedi, Milli Piyango sonuçlarını önceden açıklayarak attığı golü TRT’nin tek dansözüne karşı dokuz dansöz çıkararak taçlandırdı! (Üstelik onlardan biri gece yarısı TRT’nin gece yarısı çıkaracağı dansözdü ve daha erken saatlerde Star1’de arzıendam ederek devlet kanalının büyüsünü hepten bozdu.) Renkli, farklı, hareketli bir televizyon kanalı vaat ediyordu Star1. TRT’nin bütün kalıplarını kırıyordu. Eleştiriler ise denetimsizlik ve müptezellik üzerinden yürüyordu. O kadar ki birbirine zıt iki dünya görüşünü, Cumhuriyet ve Zaman gazetelerini eleştiride buluşturmayı başarmıştı. Esas sorun kanalın siyasi iktidar lehine yaptığı yayınlardı. Kanal, siyasetin ortasına düşmüştü. SHP’nin elindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çöp kamyonları Star1’in vericilerine çarpıyor, kanal da durmadan Belediye Başkanı Nurettin Sözen’e saldırıyordu. 1992 seçimlerinde YSK özel televizyonlara propaganda yasağı getirmişti ama Star1 Almanya’dan yayın yaptığı için bu yasağı umursamamış, hatta “siyasi partilerin reklamlarına açık olduğunu” ilan etmişti. Bu objektifmiş gibi duran bakış pratikte işlemedi, kanal düpedüz ANAP propagandası ve Demirel aleyhtarlığı yapınca kıyamet koptu. Bu sırada DYP milletvekili olan Cavit Çağlar da kendi kanalını kurmayı planladığını anlatıyordu. Hem siyaset hem de iş dünyası, televizyonun nasıl bir güç olduğunu kavramıştı. Nitekim yeni kanallar ardı ardına geldi. Uzanlar ikinci bir kanal olarak TeleOn’u, Erol Aksoy Show TV’yi, Göktuğ Holding Flash TV’yi, Ayhan Şahenk ile Hüsnü Özyeğin Kanal D’yi, Dinç Bilgin -sonradan atv’ye dönüşecek- Satel’i kurdular. İslami kanal talebini karşılayan Kanal 7 ile Samanyolu TV de aynı dönemde yayına başladılar. Kadir Has’ın kurduğu HBB, Has Bilgi Birikim’in ilk harflerinden oluşsa da İngilizce “eyç bi bi” olarak lanse etmişti kendini. Geceyarısı Ekspresi filmini ilk kez yayınlayarak, yakılan Yorgun Savaşçı’yı yeniden çekerek, Susurluk kazasından sonra Sedat Bucak’ı ekrana çıkararak epey ses getirdi. Mustafa Keser’in elinde mendille telefonla istek aldığı program da, Hulki Cevizoğlu’nun Ceviz Kabuğu programı da bu kanalda doğdu. İhlas Holding’in TGRT’si ise yayın hayatına Turgut Özal’ın cenaze törenini canlı yayınlayarak başladı. Milliyetçi muhafazakâr çizgisiyle diğerlerinden ayrılan kanalın, sonunda muhalif Fox TV’ye dönüşmesi ise kaderin cilvesi olsa gerek.
Flash TV kültü
Göktuğ Grup’un Flash TV’si ise yayına 1992’nin ilk ayında başladı ve Türkiye televizyonculuk tarihinin kült programlarını yarattı. 3’üncü sayfa haberlerini filmleştiren Gerçek Kesit, ilk evlilik programı Dest-i İzdivaç, kaporta ve parmaklıklardan oluşan dekoruyla Müslüm Gürses programı Baba Show, hapishane dekorundaki Dilber Ay programı Kadere Mahkumlar, Gökhan Taşkın’ın Obama geldiğinde yüzünü siyaha boyadığı haber bülteni derken kanal 2019’da siyasi baskılardan yıldığı gerekçesiyle yayınlarına ara verdi. (Temmuz ayında yeniden başlayacağını duyurdu, merakla bekliyoruz.) 1991 sonunda başlayan Özal-Uzan anlaşmazlığı, 1992’de ayrılıkla son bulmuştu. Ahmet Özal Star1 adını Almanya’da tescil ettirince kanal bir gecede Interstar’a dönüştü. Özal da Kanal 6’yı kurup eski kanalına rakip oldu. (Birçok kez el ve isim değiştiren kanalı 2017 yılında alan Şatıroğlu Holding, 2021’de yeniden hayata döndüreceğini açıkladı.) TV kanalları bir bir açılırken özel radyolar da ortaya çıkmış, çok dinleyici toplamıştı. Meclis’in radyoları kapaması üzerine başlayan “Radyomu istiyorum” eylemi, Anayasa’nın değişmesine yol açtı. Turgut Özal’ın ömrü bu değişiklikleri görmeye vefa etmedi, bu hamle Demirel-Çiller ikilisinin hesabına yazıldı. 1994 yılında kurulan RTÜK de cezalarla, kapatmalarla anılan bir kurum olarak hayatımıza girdi. Özel TV kanalları, yıllarca bastırılan bir toplumun zincirlerinden kurtulması gibiydi. Ne ciddiyete gerek vardı artık ne de makul yaklaşımlara! “Olur mu öyle şey?”lerin hepsi bir bir oluyordu. Hem polis hem savcı kılığına giren Sıcağı Sıcağına, ‘iyi sıhhatte olsunlar’ı ekrana taşıyan Saadettin Teksoy, röntgenciliğin başlangıcı Biri Bizi Gözetliyor, sert gerçekleri eğlenceye bulayan Reha Muhtar haberleri, telefonun tuşlarına basarak çocuklara oyun oynatan ve sonunda bir çocuğun sunturlu küfrüyle tarihe geçen Hugo, sporu erotik bir şova dönüştüren Gece Jimnastiği, bir tek cümleyle yok olan Güner Ümit’in Turnike’si, sonradan Spice Girls üyesi olacak Geri Halliwell’in hosteslik yaptığı Seç Bakalım, Mega Hafıza Melik Duyar… Masanın üstünde viski şişesiyle program yapan Aziz Üstel ve gözlerini devire devire erotik sohbetlere giren Yıldo ise bugünün Türkiye’sinden bakınca ışık yılı uzaktalar. Siyaset Meydanı, Kırmızı Koltuk gibi siyasi programlar ise olsa olsa hayâl…
Cin şişeye döner mi?
90’larda televizyon kanallarının toplum mühendisliğine soyunduğu, kültürü şekillendirdiğine dair tartışmalar olurdu. Kimilerine göre özgürlüğün kapısıydı özel TV’ler, kimilerine göre ise çöküşün başlangıcı... “Gerçek Türkiye bu muydu yani?” Yoksa ekrana çıkarılanlar cımbızla mı seçiliyordu? İnsan suretini beğenmeyince, suçu aynaya atmaktan vazgeçmiyor işte. Oysa cin orada duruyordu. Özel televizyonler onu şişeden çıkardı sadece. Şişeye geri döndüğü görülmüş müdür acaba?