Muhafazakar kesim, ‘içeriden’ gelen her itirazı, ihanet olarak görüyor. Boğaziçi’nde gözaltına alınırken yerlerde sürüklendiğini, başörtüsünün açıldığını söyleyen Şeyma Altundal, bu bedeli ödeyenlerden sadece biri...
Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar, ülkede bir turnusol kâğıdı işlevi görmeye devam ediyor. Tutuklama talebiyle mahkemeye çıkarılıp daha sonra serbest kalan öğrencilerden biri olan Şeyma Altundal, gözaltına alınırken yerlerde sürüklendiğini, başörtüsünün açıldığını, yeniden örtmesine izin verilmediğini açıklayınca özellikle muhafazakâr kesim çok öfkelendi. Altundal hakkında bir karalama kampanyası başladı. Ne konu mankenliği kaldı ne de yalancılığı… Ezberletilen davranış kalıplarının dışına çıkan Şeyma Altundal’ın muhafazakâr kesimde bu derece öfkeyle karşılanması, bize çok şey söylüyor. Müslüman kadınlara biçtikleri rolde, üniversitesini savunan örtülü bir öğrenciye yer yok belli ki. Bir zamanlar başörtüsü yasağı üzerinden omuz omuza verilen mücadelenin çok gerilerde kaldığı ortada. Kazanılan özgürlüğün diyetini, kadınların sonsuz itaatle ödemesi bekleniyor.
‘Müslüman, feminist’
Altundal’ın yaşadıkları, bana yakın zamanda seyrettiğim bir belgeseli hatırlattı. Gazeteci Nebiye Arı’nın yönettiği “Hem Müslüman Hem Feminist”, Konca Kuriş’in hikayesi ile açılıyor. Türkiye’deki Müslüman feministlerin öncüsü Kuriş, İslam’ın ataerkil yorumuna karşı çıkıyor, dindar kadınların haklarını talep ediyordu. 1998’de evinin önünden kaçırıldı, cansız bedeni 2000 yılında Hizbullah’ın işkence evinin bodrumunda bulundu. Başörtüsü yasakları, üniversitelerde yaşananlar, ikna odaları ve hayatları parçalanan binlerce kadın… Kadınlar, öznesi olarak girdikleri bu mücadeleden nesneleştirilerek çıktılar. Muhafazakâr görüş, sokakta mücadele veren kadınları eve göndermekten çekinmedi. Hak arayışındaki dindar kadınların platformu Reçel Blog’da Z. B. imzasıyla yayınlanan yazı, yaşananları çok iyi özetliyordu: “28 Şubat sürecindeki ‘mücahideler’, Ak Parti iktidarının ilk yıllarında, başörtülü kadınların özgürlük mücadelesini yürütürken, kenara itilivermişti zaten. Sendikanın erkek avukatları dinleniyordu bizden çok ve o nedenle bu kadar gecikmişti yasakların kalkışı. O nedenle karısı başörtülü olduğu için ordudan ihraç edilen subay ve astsubaylara bir kanun maddesiyle tek kalemde, itibarları, birikmiş maaşları, kadroları, kıdem fakları ve tazminatları ödenmişti. Ama kamudan ihraç edilen başörtülü kadınlara, üyelimizin de aralarında bulunduğu kadınlara, 2006’dan 2014’e kadar dört ayrı yasal düzenleme yapıldığı halde, hakları tam olarak iade edilmiş değil”.
‘Aklımız yerinde’
“Hem Müslüman Hem Feminist” belgeselinde yer alan isimlerden biri olan Derya Çok, “Müslüman kadınlar güçlü, ayakları yere sağlam basıyor. Ne istediklerini, neyi talep ettiklerini biliyorlar. Bazen öfkeli olabiliriz ama aklımız başımızda” diyor. Buradaki “aklımız başımızda” göndermesinin adresi gerilerde, 1987 yılında yayımlanan bir yazıda. Ali Bulaç “Feminist Bayanların Aklı Kısa” başlıklı bir yazı kaleme aldığında, Müslüman kadın yazarlardan yükselen itiraz belki de bugünkü hareketin kapısını araladı. Bulaç’ın fikirleri zaman içinde pek değişmemiş olacak ki 2011 yılında T24’e verdiği söyleşide tekrarlamaktan çekinmiyordu: “Dindar feministlerin aklı bir karış havada”. Kadınların hak talepleri erkeklerin konfor alanını bozuyor. Küçümsemeler, hakaretler, karalamalar değişmiyor. Değişmeyen tek şey, bunlar değil. 28 Şubat döneminde verilen başörtüsü mücadelesinde polislerin yerlerde sürüklediği genç kadınlar, aynı manzaranın 24 yıl sonra yeniden yaşanacağını tahmin edebilirler miydi? İslami feminizm terimi ilk kez 1992’de Tahran’da kurulan bir kadın dergisinde kullanılmış. Türkiye ise bu kavramla Nilüfer Göle’nin kült kitabı “Modern Mahrem” ile tanıştı.Feminizm ile İslam’ın buluşması kolayca gerçekleşmiş bir buluşma değil. Karşılıklı mesafe almalar, reddedişler, “hem mümin hem feminist olunmaz” yargıları ve Müslümanların feminizm etiketini sahiplenmekte çektikleri zorlukların tarihi bu.
Üç kritik cümle
Ruşen Çakır, 2000 yılında Birikim dergisinde yayımlanan “Dindar Kadının Serüveni” başlıklı yazısında “1985’ten itibaren Türkiye’deki İslâmi hareketliliği gözlemeye ve anlamaya çalışan bir gazeteci olarak, bu 15 yılı, hiç tereddütsüz şu üç cümleyle özetleyebilirim” diyor; “1) İslâmi harekete en büyük damgayı kadınlar vurdu. 2) İslâmi harekette en büyük çileyi kadınlar çekti. 3) İslâmi hareket, bir erkek hareketidir.” Geçen 21 yılda değişen tek şey, dindar kadınların gittikçe güçlenen örgütlenmeleri… 2018’de kurulan Havle Kadın Derneği Türkiye’de kendisine Müslüman feminist diyen ilk dernek. Hedefini “İslam’ın kadınlara yönelik ayrımcı yorumlarıyla mücadele etmek, kadınları güçlendiren yorum ve yaklaşımların sesini yükseltmek” olarak tarif ediyor. Havle, geçen hafta yaptığı bir açıklamayla Şeyma Altundal’a destek verdi: “Tekmelenen her kadında, karga tulumba araçlara doldurulan her gençte, hedef alınan her LGBTİ’de şiddeti, kavgayı ve haksızlığı gördük. Arkadaşımız Şeyma’da hınç ve öfkenin hedefi olmanın yarattığı güvercin tedirginliğini hatırladık. Uçup gidecek bir yerimiz yok, buradayız ve insan onuruna yakışır bir hayat sürmek hakkımız.”
Atış serbest!
“Hem Müslüman Hem Feminist”in konuşmacılarından Berrin Sönmez de Gazete Duvar’daki köşesinde Boğaziçi’nde yaşananları kaleme alırken “Yazık ki başörtülü kadınlar üzerinden yürütülen yasakçı ve dışlayıcı zihniyette hiçbir değişiklik yok” diyordu; “Geçmişte ‘irticacı’ olarak suçlananlar şimdi ‘yalancılıkla’ suçlanıyor.Uzun zamandır bu ülkede dindar, örtülü ve muhalif olmanın bedeli, darbe döneminde ödenen bedellerle yarışır halde. Muhalif dindar kadınlara her türlü hakaret, sosyal medya paylaşımları, gazete haberleri, köşe yazıları üzerinden serbest atışla sürdürülüyor.” Dindar, örtülü ve muhalif olmanın bedeli ağır. “İçeriden” gelen her itiraz, bir ihanet olarak görülüyor. Geminin su almasına tahammülü yok kimsenin. Oysa yüzleşilemeyen gerçek, Şeyma Altundal’ın mahkemeden çıkarken sarf ettiği cümlede saklı: “Aynı gemide değiliz”.