İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki eserlerin 130 yıldır kıpırdamadığı yerden taşınacak olması, sıcak gündemin içinde kaybolan önemli bir tartışma konusu. Önemli çünkü, bu ülkede müzelerin taşınma hikayeleri pek de mutlu sonla bitmiyor
Geçen hafta siyasi gündemin yarattığı tufanın arasından sıyrılmaya çalışan bir haber vardı. İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ndeki bazı eserlerin taşındığı haberiydi bu. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yaptığı açıklamaya göre Avrupa yakasında Atatürk Havalimanı’nda, Anadolu yakasında ise Maltepe’de depo müzeler oluşturulacak ve eserler burada saklanacak. Bugüne kadar kullanılan Darphane binaları ise ofise dönüşecek. Cumhuriyet gazetesi haberi “Skandal taşınma” başlığıyla verdi, eski Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın da aralarında bulunduğu pek çok kişi karara itiraz etti. Filmi biraz geriye, iki yıl öncesine sararak başlayalım. Arkeoloji Müzesi’nin kapı komşusu Topkapı Sarayı Müzesi’nin yönetimi 2019 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınıp Cumhurbaşkanlığı tarafından yönetilen Milli Saraylar İdaresi’ne verildi. Bu karar, iki müze arasında çizgi çekilmesine neden oldu. Cumhuriyet’ten Hazal Ocak’a konuşan Arkeoloji Müzesi personeli, eserlerin saklandığı Darphane binalarına giremediklerini, Atatürk Havalimanı’na taşınmanın nasıl olacağını, eserler taşındıktan sonra tarihi binaların nasıl kullanılacağını bilmediklerini açıkladılar. Aslında bu Darphane gerilimi yeni değil. 1995 yılında Kültür Bakanlığı binaları bir kent müzesi kurmayı amaçlayan Tarih Vakfı’na tahsis etmiş, buna tepki gösteren 500 sanat tarihçisi ve arkeolog bir bildiri yayınlamış, ancak sonuç değişmemişti. Binalar ancak 2013 yılında Arkeoloji Müzesi’ne geri dönebilmişti. Şimdi ise eski tartışma alevlendi, Darphane ile yollar ayrıldı. Bir müze diğerine galip geldi; Arkeoloji Müzesi’nin depolarının tayini çıktı. Yine bir günde tayini çıkan bir başka müzenin hikayesi hala mutlu sonla bitmiş değil. Atatürk’ün emriyle 1937’de Türkiye’nin ilk güzel sanatlar müzesi olarak Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht Dairesi’nde kurulan Resim ve Heykel Müzesi’nin son on yılı ayrı bir üzüntü vesilesi. 2007 yılında Veliaht Dairesi restorasyona girdiğinde kapanan müze, iki yıl sonra 1937’deki ilk sergiyi simgeleyen “Serginin Sergisi” ile yeniden açıldı. Ancak 2012 yılında TBMM Başkanlık Divanı nedendir bilinmez müzeye bir “baskın” yaparak “mezbelelik olduğu” gerekçesiyle Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne bağlı olan Resim ve Heykel Müzesi’ni Dolmabahçe Sarayı’ndan gönderdi.
2015’ten beri açılamadı
Böylece 75 yıl boyunca Veliaht Dairesi’nde ikamet eden müze bir günde adres değiştirdi. Jet hızıyla belirlenen yeni adres Tophane’deki 5 numaralı antrepoydu. Veliaht Dairesi’ne ise Milli Saraylar’a bağlı Resim Müzesi geldi. Mimar Emre Arolat’ın tasarladığı eski adıyla Resim ve Heykel, yeni adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Çağdaş Sanat Müzesi ise 2015’ten bu yana “açılıyor”. İnşaat tamamlansa ve hatta 2019 tarihli İstanbul Bienali’ne ev sahipliği yapsa da müze bir türlü yeni binasına taşınamadı. (Son haber, müzenin önümüzdeki sonbaharda açılacağı yönünde.) Geçen yıl Sayıştay’ın İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’nden 404 eserin kayıp olduğuna dair bir rapor hazırladığını hatırlatmak isterim. Arkeolojik eserlerden çağdaş sanata uzanan bir yelpazede karnemiz parlak değil. Sahip çıkmak, değer bilmek, korumak derslerinde notlar hep kırıkken İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin 130 yıldır aynı yerdeki eserlerinin taşınacağı haberine yürek ferahlığıyla yaklaşmak olanaksız. Eserlerin taşınması deyince akla gelen tatsız tecrübeler de cabası… 1970 yılında IV. Murat oyunun galası için padişahın kaftanı, zırhı ve elyazması bir Kuran Topkapı Sarayı’ndan alınıp AKM fuayesine getirilmişti. Binada 27 Kasım akşamı çıkan yangında bu eserler kül oldu. 2004 yılında Brüksel’deki Palais de Beaux Arts’ta açılan “Analar, Tanrıçalar ve Hanım Sultanlar” sergisine gönderilen 2. yüzyıla ait Afrodit heykeli, geriye kolu kırık döndü. 1870’lerde Efes antik kentinde kazı yapan J.T. Wood tarafından bulunan heykel, başarıyla geçen serginin ardından dönüş yolunda kazaya kurban gitti.
Kapıdan sığmayan taht
2011 yılında ise dönemin Topkapı Sarayı Müzesi müdürü Yusuf Benli’nin 3. Selim’in tahtını lojmanına taşıttığı, tarihi taht kapıdan geçmeyince depoya kaldırıldığı ortaya çıkmış, gazeteler bunu “Saraytan taht kaçırma” başlığıyla haber yapmıştı. (O tahtın talibi çoktu. Michael Jackson 1992 yılında İstanbul’a geldiğinde tahta oturmak istemiş ancak isteği müze yönetimi tarafından geri çevrilmişti.) Bir musibet bin nasihatten evladır derler. Musibetlerin sayısı bir değil iki değilken, dilerim nasihatler de yerini bulur. 80’lerde bir kamu spotu vardı, arabasını yanlış yere park eden bir tarihçi “Tarih affetmez ama trafik hiç affetmez” diyordu. Trafiği bilmem ama tarihin gazabı ağır olur.
Türkiye’nin ilk müzesi
İstanbul Arkeoloji Müzesi bir ilk bizim için. 1869 yılında Müze-i Hümayun adıyla Aya İrini Kilisesi içinde kuruldu; bu yapıya sığmayınca Fatih Sultan Mehmet döneminde yaptırılan Çinili Köşk’e taşındı. 1881 yılında müzenin müdürlüğüne getirilen Osman Hamdi Bey’in bizzat yönettiği kazılarla başta İskender Lahdi olmak üzere pek çok eser müzede toplandı. Yeni bir yapıya daha ihtiyaç doğunca Alexander Vallaury tasarımı Arkeoloji Müzesi binası 1891 yılında tamamlandı ve bu topraklarda müze olarak inşa edilen ilk bina sıfatını aldı. British Museum’un 1759, Louvre’un 1793, New York Metropolitan Müzesi’nin 1880 tarihli olduğu bilgisinden hareketle, Osmanlı’nın çağa ayak uydurmak konusunda siyasi performasından daha iyisini müzecilikte gösterdiğini düşünebiliriz.
Bakanlıktan bakanlığa
Arkeoloji Müzesi, Cumhuriyetin ilanından sonra Milli Eğitim Bakanlığı altındaki Kültür Müdürlüğü’ne bağlandı, 1975’ten sonra ise Kültür Bakanlığı’na geçti. Osmanlı dönemindeki ihtişamını Cumhuriyetin olgun yıllarında devam ettirdiğini söylemek mümkün değil. 1993 yılında Avrupa’nın en başarılı müzesi seçilmesine rağmen 1995’te 5 Nisan kararlarının ardından gelen bütçe kısıtlamaları gerekçe gösterilerek pek çok salonu kapatıldı. 1 milyonu aşkın sayıdaki eserin çok küçük bir bölümü buluşabildi ziyaretçilerle. Salonlar ancak dokuz yıl sonra açılabildi ancak tadilatlar tamamlanmadı. Bütçe kısıtlamaları nedeniyle 25 yıl boyunca kapalı kalan kuzey binasındaki görkemli Sidemara Lahdi ise ancak 2005 yılında gün yüzüne çıkabildi. Dünyanın sayılı arkeoloji müzelerinden biri olmasına rağmen ihmal edildiği, değerinin bilinmediği ziyaretçi sayılarından da belli oluyor. Geçen yıl yanı başındaki Topkapı Sarayı Müzesi yıllık 3 milyon ziyaretçiye ulaşırken Arkeoloji Müzesi 400 bin ziyaretçiyi zar zor buldu.