23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
21.05.2021 06:00

19 Mayıs üzerine notlar

1919 yılında Samsun’da telgraf memur yardımcısı olan Ahmet Remzi (Coşkuner) Bey anlatıyor: “Askerlik görevimi yaparken eğitimim olması nedeniyle telgrafhanede görev verilmişti. 1918 yılı sonlarında Mondros Mütarekesi ile 1919 başlarında birliğimiz salıverildi. Fransız işgali altında olması sebebiyle memleketim Antakya’ya gidemedim. Arkadaşlarımın tavsiyesi üzerine Samsun’a gittim. Telgrafhaneye başvurarak maniple denilen aleti ve Mors alfabesi bildiğimi ve askerlik sırasında telgrafhanede çalıştığımı söyleyince, kadro olmadığı halde ihtiyaç nedeniyle beni görevlendirdiler. Akşamları kahvehanede toplandığımız ve umutsuzluk içinde vatanımızın elden gittiğini düşündüğümüz 1919 Mayıs’ında Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a geldiğini duyduk. Halkın çoğunluğu ‘Mustafa Kemal Paşa da diğer gelip gidenler gibi fes kapmaya gelmiş biridir’ görüşünde idi. O zamanlar fes kapma deyimi, memleketi düşünmeden bir mevki elde etmeye çalışmak anlamında kullanılıyordu. Samsun telgrafhanesinde nöbetçi olduğum bir gece hava yağmurlu ve elektrik yüklü idi. O zamanlar paratoner sistemi olmadığı için telleri toprağa vermiştim. Kapı nöbetçisi koşarak geldi ve Paşa geliyor dedi. Mustafa Kemal Paşa ciddi ve güven veren bakışları ile çalışma odamıza girdi. Ayağa kalktım. ‘Buyurun Paşam!’ dedim. ‘Derhal Havza ve Amasya ile görüşmem gerekiyor!’ dedi. ‘Hava elektrikli. Telleri toprağa verdik. Sizi görüştüremem’ cevabını verdim. Sonra şu konuşma geçti aramızda. ‘Bu konu vatanın kurtuluşu ile ilgilidir. Muhakkak görüşeceğim. Bir elini makineye koy, diğerini ben tutacağım, yıldırım çarparsa seni de çarpar beni de!’’ ‘’Ama Paşam!’’ ‘Ya ölürüz ya vatan kurtulur!’ Ceketinin cebindeki ipek mendili çıkartıp maniplenin üstüne koydu. Benim için telleri devreye sokmaktan başka çare kalmamıştı. Elimi bırakması için yaptığım ısrarlara aldırmadı ve elimi bırakmadı. Önce Havza’yı aradım. Derhal cevap geldi. Nöbetçi memur Kemal Paşa’nın adamlarının emir beklediklerini söyledi. Paşa şifreli bir not verdi. Yazdım. Gelen şifreli cevaba elimi bırakmadan baktı, alelacele bir şeyler yazdı. Onu da Havza’ya ilettim. Sonra Amasya ile de şifreli bir görüşme yaptı.  Sonra elini sırtıma koydu ve ‘Oh, çok şükür vatan kurtuldu!’ dedi ve maiyeti ile birlikte gitti. Birden aptallaşmıştım, ter içinde kalmıştım. Oturduğum yerden uzun süre kalkamadım. Mustafa Kemal Paşa hayatını ortaya koyuyordu. Fes kapmaya gelmiş birisi olamazdı. O bir vatanperverdi. Atatürk’e olan hayranlığım böyle yağmurlu bir gecede başlamıştır.”

Tarih tezi

11 Mart 2011 New York Birleşmiş Milletler Genel Kurul Salonu’nda ‘’Barış Kültürü için Yüksek Panel’’ adlı bir toplantıya UNESCO’yu temsilen katılıyorum ve yaptığım konuşmada bazı sözleri vurguluyorum.  ‘’Sizlere Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk’ün şu cümlesini hatırlatmak istiyorum: ‘İnsanlık medeniyeti tektir, lakin kolları vardır.’  Neredeyse bir yüz yıl önce söylenmiş olan bu sözlerin, ‘Medeniyetler Çatışması’ tezinin yükseldiği günümüzde, Birleşmiş Milletler ilkelerine ve ruhuna çok uygun olduğunu düşünüyorum. Atatürk’ün kayda geçirmek istediğim ikinci cümlesi ise şu: ‘Eğer vatan savunması için şart değilse her savaş bir cinayettir.’’ Bunu da 19’uncu Yüzyılda doğmuş bir generalin söylediğine dikkatinizi çekerim.’’ Amerikan CNN’in de takip ettiği konuşmada, Gazi’nin bu sözleri alkışlarla karşılanıyor. 

Mustafa Kemal imparatorluğun ömrünü uzatabilirdi

Hiç unutmamamız gereken bir gerçek var: Mustafa Kemal, bir Osmanlı aydınıydı. Çöken bir imparatorluğun cepheden cepheye savurduğu ve içleri “vatanı kurtarma” ihtirasıyla yanıp tutuşan aydın subaylardan birisiydi. Fransızca’sının iyi olduğunu, hatta Auguste Comte’dan çeviriler yaptığını, pozitivist görüşlerin etkisi altında kaldığını, Tevfik Fikret şiirlerini ezbere okuduğunu, iyi dans ettiğini biliyoruz. Bu bilgiler, karşımıza yoksul bir aileden gelmesine rağmen yetenekli, iyi eğitim almış, yurtsever ama hayatın ince zevklerine de düşkün bir aydın portresi çıkarıyor. Bu da imparatorluğun hanesine bir artı olarak yazılmalı. Çünkü imparatorluğun, en düşkün, en zayıf döneminde bile Mustafa Kemal gibi birikimli subaylar yetiştirebilmesi neredeyse bir mucize. *** Mustafa Kemal’in, veliaht Vahideddin ile birlikte yaver sıfatıyla Almanya’ya gittiğini biliyoruz. Bu seyahatin ince ayrıntıları Atatürk’ün Falih Rıfkı Atay’a verdiği ve sağlığında yayınlanmış olan mülakatta gizli. Berlin’de Adlon Oteli’nde kaldıklarını ve orayı çok sevdiğini anlattığı bu mülakatta Mustafa Kemal, birlikte seyahat ettiği Vahideddin’i çok zayıf, hatta basiretsiz buluyor. ‘Bu göz kapakları sürekli kapanan, uykucu adamın Fatih’in, Yavuz’un torunu olduğuna’ inanamıyor. Buna rağmen bir gün padişah olacak veliahdı düşünceleriyle etkileyerek, imparatorluğun kaderinde söz sahibi olabileceği bir sorumluluk makamına gelmek istiyor. Çünkü bu zeki ve bilgili subay, ülkenin mahva doğru gittiğinin farkındadır ve kurtuluş çarelerini bilmektedir. Ne var ki ona hiçbir zaman sorumluluk ve yetki verilmemektedir. Nihayet Vahideddin padişah olduğu zaman, içini aydınlatan bir umuda kapılır. Hatta saraydan bir davet aldığı zaman bu umut, neredeyse bir inanca dönüşür. Ama Padişah Vahideddin sarayda “Suriye’ye tayin edildiği” müjdesini (!) verir. Mustafa Kemal epeyce kızgın bir tavırla huzurdan çıkar ve Enver Paşa’nın orada olduğunu görür. Yanına giderek “İstediğinizi yaptınız, beni uzaklaştırma başarısını elde ettiniz” der ve ayrılır.  Bütün bunları kendisi anlattığı için birinci dereceden kaynaktır. Eğer ülkenin içine sürüklendiği harbin sonuçları bu derece vahim olmasa ve her şey, yeniden dirilişi gerektirecek kadar parçalanmasa, bu ülke Mustafa Kemal adını hiç duymayacaktı. Daha doğrusu eğer saray, bu subayın olağanüstü yeteneklerinin ve görüşlerindeki isabetin farkına varıp onu Harbiye Nazırı yapabilseydi belki de Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı gecikecek ve geçiş daha yumuşak olacaktı. Onun kıymetini bilemedikleri için bu hallere düştüler; ama sonunda ülkeyi işgalden ve yok oluştan yine o kurtardı. *** İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin 1922 yılında yayınlanan “Yunanistan ve Türkiye’de Batı Sorunu” adlı kitabı da var. O alevli yıllarda Türkiye’de dolaşıp izlenimlerini yazan ünlü tarihçi, bu kitabın bir bölümünde hiç tanımadığı Mustafa Kemal Paşa hakkında duyduklarına da yer veriyor. O dönemde Mustafa Kemal Paşa, en çok merak uyandıran isim. Çünkü İttihat Terakki’nin egemen olduğu yıllarda adı hiç geçmiyor. 1919’a kadar Osmanlı İmparatorluğu üstüne yazılan kitaplarda Mustafa Kemal adına rastlamak pek güç. Bu yüzden herkes bu bağımsızlık kahramanını merak ediyor. Toynbee ise kitabın 178’inci sayfasında şu görüşlere yer veriyor: “Mustafa Kemal Paşa konusunda ancak şunları söyleyebilirim: Yahudi değildir; Osmanlı İmparatorluğu’nu 1913 ocak ayındaki darbeden 1918 ekimindeki mütarekeye kadar yöneten İttihat ve Terakki komitesine dahil değildir ve üzerinde, şu andaki mevkii dolayısıyla servet ya da başka bir şahsi kazanç sağladığı yönünde hiçbir kuşku bulunmamaktadır.” Bu cümleler bana birkaç bakımdan ilginç geldi. Toynbee’nin, Mustafa Kemal’in Yahudi olmadığını belirtmek ihtiyacı herhalde Selanikli oluşundan kaynaklanmıştır diye düşünüyorum. İttihat Terakki mensubu olmadığını vurgulaması da o dönemde işlenen suçlara karışmamış olduğunu göstermek için. Son cümle ise Paşa’nın mal mülk ve para peşinde koşmayan dürüst bir asker ve devlet adamı olduğunu vurguluyor.  *** 19 Mayıs bayramı kutlu olsun.
Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli