Bir zamanlar ‘’Cumhuriyet Fazilettir’’ afişleriyle donatılmıştı caddeler ama burada kastedilen şey genel bir cumhuriyet kavramı değildi. Çünkü tek başına ‘’cumhuriyet’’ sözü herhangi bir erdem içermez. Birçok diktatörlük kendisine cumhuriyet adını verdiği halde, demokrasi ve insan haklarına saygı duyan bazı ülkeler de kraliyet unvanını taşır. Monarşiye karşı ‘’cumhur’’un yönetimi anlamında ilk kez 18’inci yüzyıl Osmanlıcasında bu şekilde kullanılan cumhuriyet kelimesi, Arapça cem, cami, cuma gibi toplanma, birleşme anlamı taşıyor. (Mesela Libya Cemahiriyesi) Latincesi de aynı: Res Publica. ‘’Cumhuriyet Fazilettir’’ sözüyle kastedilen ise genel olarak bu rejimi övmek değil, 1923 Türkiye Cumhuriyeti’ne vurgu yapmak. *** 90’lı yıllarda bazı popüler dergilerin telefonla pek çok kişiye soru sorma alışkanlığı vardı. Bir gün telefonum çaldı, galiba Nokta dergisiydi. Cumhuriyetle demokrasi kavramlarını soruyorlardı. Apayrı şeylerdir dedim, birbirine karıştırılmaması gerekir. Ne yazık ki soru sorulanların çoğu aynı şeydir, halk egemenliğidir cevabını vermiş. Bu olay, kavram kargaşamızın bir örneği olarak hiç belleğimden silinmez. *** Yüzüncü yılına yaklaşan Türkiye Cumhuriyeti hepimizin bildiği gibi büyük bir yıkım sonrasında, elde kalan son yurt parçasına gelerek canını kurtaran Osmanlı ahalisinin sığınağı olarak, bir Milli Devlet yaratmak amacıyla kuruldu. Üç kıtaya yayılan Osmanlı tebaasının Anadolu’daki yerleşik halkla ve birbirleriyle anlaşması, kaynaşması akıl almayacak kadar zor bir işti. Dile kolay; Balkanlar’dan gelen bir aileyle Arabistan’dan, Kafkasya’dan, Kuzey Afrika’dan, Yunanistan’dan gelenleri hem birbiriyle hem de Orta Anadolu Türkleriyle, Kürtlerle, Ermeni ve Rum tebaayla, Yahudilerle, Hanefi, Şafi, Maliki mezhepleriyle, Alevilikle, Ezidilerle, Lazlarla, Gürcülerle, Çerkezlerle, Süryanilerle, Keldanilerle, Nusayrilerle, Abdallarla, Romanlarla, Druzlarla, Mecusilerle, Zerdüştilerle, yirmiden fazla dil konuşan; yemek kültürleri, müzikleri, giyimleri, günlük yaşam alışkanlıkları apayrı olan insanlarla yani akıl almaz bir çeşitlilik ve zenginlikle bir potada birleştirip modern bir ulus haline getireceksiniz. Budist tapınağı bile bulunan kadim topraklarda çağdaş bir bilinç oluşturacaksınız. Saltanatı ve hilafeti kaldırıp, altı asırdır kendisini kul olarak gören insanlara ‘’Hayır, sen artık kul değil bir yurttaşsın’’ diyerek Fransız Devrimi’nin ‘’citoyen’’ kavramına alıştıracaksınız. Ve bütün bunları en yakın arkadaşlarının bile zaman zaman karşı çıktığı vizyon sahibi bir liderin iradesi gerçekleştirecek. İşte Cumhuriyet bunun için fazilet haline geliyor. *** Sultan 2’nci Abdülhamid, Yeni Osmanlılarla ilgili olarak şunları söyler: Bizimkiler, Batı’da gördükleri rejimi bizde de uygulamak istiyorlar. Oysa biz onlar gibi değiliz; dünya yüzünde ne kadar insan çeşidi varsa, hepsi bizde mevcuttur. Doğru bir gözlem. 1877’deki ilk Meclis-i Mebusan’da 69’u Müslüman, 46’sı gayrimüslim olmak üzere 115 Türk, Arap, Kürt, Laz, Ulah, Arnavut, Boşnak, Rum, Ermeni, Bulgar, Yahudi vb milletvekilleri vardı. Müslüman Arap mebusları çıkarırsanız, Türk üyeler azınlıktaydı. Ve imparatorluk savaştaydı. *** Her ulus; birtakım ortak değerler, efsaneler, birleştirici mitoslar ve dil üzerine kurulur. Ama yıkılan İmparatorluk’tan kalan mirasta, böyle bir ulus ve ortak değer yoktu. Fars Azeri kökeninden feyz alan İmparatorluk yüksek kültürünün dili, sanatı, müziği, giyimi, mimarisi Anadolu halklarına hiç benzemiyordu. Yüzyıllar boyunca halk kültürü ve saray kültürü birbirine karışmayan iki ayrı nehir gibi akmışlardı. Abdülhamid neden alaturka sevmediğini anlatırken ‘’Zaten bu elem verici müzik Acem ve Yunandır. Türkün müziği sadece davul zurnadır’’ diyerek halk müziği zenginliğini hiç bilmediğini ortaya koyar. Milli çalgımız dediğimiz bağlama bile yoktu sarayda. İmparatorluk çöktükten sonra birleştirici bir temel, bir ortak kültür gerekiyordu. Çözüm Osmanlı can çekişirken bazı münevverlerin hatırlayıp ortaya attığı Türkçülük olarak görüldü. Elde, Orta Asya Türklüğü gibi mevcut bir köken de olmadığı için ulus devlet kavramı bizde, deyim yerindeyse devlet-ulusa çevrildi. Ortada devlet kuracak bütünleşmiş bir ulus olmadığı için devlet kendine bir ulus oluşturma çabasına girişti. 1071’de Orta Asya’dan gelmiştik denilerek, bir Türk kimliği yaratma arayışına girildi. Burada ilgi çekici olan nokta şudur: Anadolu’da çeşitli diller konuşulmasına rağmen baskın dil Türkçeydi. Dağların, akarsuların, göllerin adı Türkleşmişti. Halk şairleri yüzyıllar boyunca arı duru bir Türkçeyle yaratmaya devam etmişler ve bu alanda müthiş bir birikim sağlamışlardı. Bu durum devletin ulus yaratmasında büyük bir avantaj sağladı. Yok sayılan halk şairleri, destanlar, bağlama müziği baş köşeye yerleşti. Çağdaş besteciler, Batı klasik müziği kurallarıyla Anadolu müziğine eğildiler. *** Bu binbir çiçekli kültür bahçesinden muhteşem bir sentez yaratılsaydı, dünyanın parmakla gösterilen en zengin, en kozmopolit dünya ülkelerinden biri olabilirdik. İnsanlık bu ülkede 12 bin yıllık birikimin, üst üste yığılmış medeniyet katmanlarının muazzam çeşitliliği karşısında parmak ısırırdı. Bunu başaramadık maalesef. Bunun suçu, bazı yüzeysel aydınların yaptığı gibi kurucuların sırtında değildir. O büyük yıkılış ve kargaşa günlerinde, yok olma arifesinde, can havliyle bir ulus yarattılar. Başka hiçbir çareleri yoktu. Bu yüzden o kahramanları minnet ve şükranla anıyoruz ve anmaya devam edeceğiz. *** Sorun uluslaşma sürecinin sancılarını yüz yıla yakın bir süredir devam ettiren yönetimlerdedir. Güç bela bir araya getirilmiş bir ulusu ideolojik, etnik, dini, mezhepsel kutuplaşmalarla birbirine düşürerek, kişisel iktidarlarını devam ettirmeye çalışan bilinçsiz; dar görüşlü asker ve sivil yöneticilerdedir. Eğer kurucu iradeden sonra gelen ve savaş koşullarından kurtulan yöneticiler, laiklik temelini ve kurucu ilkeleri koruyarak (ilk başta yapılması mümkün olmayan) demokratikleşme amacına yönelseydi, Türkiye Cumhuriyeti taçlanmış olurdu. Ama özellikle Soğuk Savaş dönemi ve sonrasının, Amerikan hegemonyasına girmiş at gözlüklü yöneticileri, bazen Kemalizm maskesi takarak, bazen doğrudan faşizme yönelerek güzelim ülkemizi paramparça ettiler. *** Bizde siyasi kavgalar, ülkenin nasıl yönetileceğiyle ilgili tezlere dayanmaz. Bu rejimi yıkıp yerine bizim istediğimiz rejimi getirelim kavgasıdır. Sonunda da kendi kabileleri için bir rant paylaşımıdır elbette. Fakat bütün bu çabalara rağmen, Cumhuriyetin temelleri çok sağlam atıldığı ve ilkeler halkın gönlünde yer ettiği için yıkmayı başaramadılar. Cumhuriyet’in yüzüncü yılına giderken, herkese düşen büyük ve tarihi görev, bu ülkeyi ırkçılıktan, gericilikten, ideolojik kamplaşmadan, düşmanlıktan kurtarıp çağdaş demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarına dayanan sivil bir toplumu egemen kılmaktır. Yoksa yüz yaşında hala çocukluk hastalıklarıyla uğraşan bir insana benzer rejim. 29 Ekim Cumhuriyet bayramımızı kutlarken, bu görevi ısrarla hatırlatmayı görev sayıyorum.
29.10.2021 04:30
Cumhuriyet
Etik ve ahlak arasındaki fark
15 Kasım 2024
Batı neden laikleri değil dincileri seçti?
01 Kasım 2024
Kültür tarlasına zehirli tohum
18 Ekim 2024
İnsan üzerine notlar...
27 Eylül 2024
Narin bedenlerde adaleti aramak...
Tüm Yazıları
13 Eylül 2024