27 Nisan 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
28.01.2022 04:40

Kar musikisi

Camdan dışarı bakıyorum, ince ince ama bıkmadan usanmadan yağıyor kar. Ağaçlar gelinliklerini giydi. Yoğun sis, bir tül gibi sarıp sarmaladı her yeri. Bu şehirde kim bilir kaç nesil, kaç hanedan, kaç kişi yağan karı seyretti bizim gibi. Aynı kar Bizans hipodromunda yarışan Mavilerle Yeşillerin üstüne de yağdı, cambazhaneden çıkan imparatoriçe Teodora’nın üstüne de, Nika isyancılarının da. Bizans’la anlaşma yapmış olan Şehzade Orhan, kuşatma sırasında  surların içinden seyretti kar yağışını. Kanuni Süleyman, evlatlarını ve torunlarını katletmiş olmanın yürek yangınını Topkapı’nın bahçesine yağan karla soğutmaya çalıştı. Üçüncü Selim, bir süre sonra kendisini vahşice öldüreceklerini bilmeden, kürklü kaftanıyla Batılılaşma reformlarını planlayarak dolaşırken omuzlarında birikti bu kar. Genç Harbiye öğrencisi Selanikli Mustafa Kemal, yoğun kar yağışına, yine uyuyamadığı huzursuz bir gecenin sabahında yakalandı. Böbrek sancılarını azdırdı bu hava. Enver Paşa İstanbul’a yağan karı izlerken, Sarıkamış’a sevk ettiği binlerce çocuğun donarak can verdiğini düşündü mü acaba? Vicdanı sızladı mı? Yurt dışına sürülen Hanedan üyeleri İstanbul’u kar altında mı düşlediler?  Sonlarının, çoluk çocuk kurşuna dizilen Rusya imparatorluk ailesi Romanov Hanedanı gibi olmadığını düşünüp bir parça teselli buldular mı? Şairler o güzelim kar şiirlerini yazarken gerçekten kar yağıyor muydu, yoksa imgeler mi uçuşuyordu kafalarında? Yıl 2022. Yine kar yağıyor, biz yok olup gittikten sonra da yağmaya devam edecek. Her yerden ‘’hava muhalefetinden dolayı iptal’’ açıklamaları geliyor. Zaten bu ülkede en sıkı muhalefet yapan kurum havadır hep. 

Vahşi iktidar savaşı

Bu yıl Türkiye yoğun kar yağışına, yine alevli tartışmalar içindeyken yakalanıyor. Karın örttüğü şehirlerde, alttan alta kanlı bir kapışma, bir hesaplaşma var. Kar yağmaya devam ediyor; dün olduğu gibi, yarın olacağı gibi. Bizans olsun, Osmanlı ya da Cumhuriyet olsun; siyasetin kanlı çarkları ilgilendirmiyor onu. Her kavgayı, her kanlı kapışmayı beyaz bir örtünün altına saklıyor. Ama bazen, tarihin çok hızlandığı dönemlerde onun gücü bile yetmiyor ortalığı apak yapmaya. Vahşi bir iktidar mücadelesinin kanlı dişleri görünüyor aradan.

Ve şiirler

Yorgun bir ihtiyardır o Toprağa yorgan, Kardelene kucak Sakin mi sakin Yumuşak Ocak başına kıvrılan Bir beyaz kedi olarak   Derken  öfkesi tutar birden Tuttu mu yaman tutar Vay babam vay Gözü görmez kimseyi Delirir kimi günler Sonra ortalık sütliman Uzatıyor uzun kemikli parmaklarını yavaştan Yaz günlerine Kış geliyor Sonbaharda acizane bu dizeleri karalamıştım. Yahya Kemal üstadın şiirinde ise karın yağışı yalnız kelimelerle değil, müziğiyle de duyuruluyor sahiden. Büyük ustalık.  Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu; Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. Bir kuytu manastırda duâlar gibi gamlı, Yüzlerce ağızdan koro hâlinde devamlı, Bir erganun âhengi yayılmakta derinden... Duydumsa da zevk almadım İslâv kederinden. Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plâkta. Birdenbire mes’ûdum işitmek hevesiyle, Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle. Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık, Uykumda bütün bir gece Körfez’deyim artık! Ağdalı bir dille yazmış olduğu için ne yazık ki pek çok şiiri anlaşılamayan usta şair Cenap Şahabettin yüz yıl önce yağan karı ne kadar güzel anlatır:  “Bir beyaz titreşim, bir dumanlı uçuş Eşini yitiren bir kuş  gibi kar Geçen ilkbaharı arar” O zaman ne televizyon vardı bu şehirde, ne belediyenin bunca uyarısı, ne milyonlarca insan, ne de bu kadar otomobil. İnsanlar yağan kara bakıp şiir yazıyorlardı. Bugün ise beyaz kar, kırmızı alarm yaratıyor. Sanki bir savaş var gibi uyarı üstüne uyarı yayınlanıyor. Oysa kardır, yağar. Bu iklimde yağması değil yağmaması gariptir. Doğu Anadolu her kış kar altındadır, hem de eksi kırk dereceleri görerek. Bereket sayılır.  Ama yarine kavuşmak için sabısızlanan Karacaoğlan ‘’Aşam dedim aşamadım başından / Yağıyor yollara kar benim için’’  diye yakınır durur.  Sanki dağ yollarını kesen kar, sadece onun sevdasına kavuşamaması için yağmaktadır. Bin yıl önce önce Doğu Roma İmparatorları da İstanbul’da yağan karın ne zaman kesileceğini tahmin etmeye çalışıyordu, şairler ise kar şiirleri yazıyordu. Bugün biz alarmla uğraşıyoruz. Acaba yüz yıl sonra yağan karı İstanbullular nasıl karşılayacak? Ya bin yıl sonra? İçlerinden şiir yazan çıkacak mı? Kar tanesini bir dumanlı uçuş olarak mı görecekler, yoksa yine kırmızı alarm mı ilan edecekler? O dönemin insanları da yine yollarda kalacak, yine üşüyecek, yine yaz günlerini özleyecekler. Kış günlerinde yine evlenecekler, yine çocukları olacak, yine hastalanıp ölecekler. Yine kavga edecek, yine birbirlerini yiyecekler. Şu anda kavga etmekte olanlar ise kar altında sonsuz bir susuşu sürdürecekler. Şimdiden bunu kavrayıp da kavga etmeden, çırpınmadan, “Ben senden üstünüm!" çiğliğine düşmeden, ‘’Bu ülkeyi sonsuza kadar ben yöneteceğim’’ boş hayalinin peşinde sürüklenmeden, gökten süzülen kar tanelerini seyredip Cenap Şahabeddin şiirini hatırlamak ne güzel olurdu. “Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş" İnsan ömrü dediğin de bu değil mi zaten?