25 Kasım 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
16.12.2022 04:30

Yalnızlık

Albert Einstein, fizikteki büyüklüğünün yanısıra -belki de o yüzden demek gerekir- çok önemli bir filozoftur. Philo Sophia (bilgelik sevgisi) kavramının en çok yakıştığı insanlardan birisidir. Çalıştığı patent bürosunda evrenin düzenini keşfetmeye çalışan bu büyük zekanın, karşıdaki binanın tepesinden düşen bir adam hayal ederek Newton’un yerçekimi teorisini irdelemesi, bir çocuğun havaya üflediği sabun köpüğü baloncuklarını görerek onlarla seyahat etmeyi düşlemesi, trenin içinde bir adam imgesiyle ‘hız’ı irdelemesi ve bütün bunların sonunda ‘Hayal gücü bilgiden daha önemlidir’ diyerek bu durumu pekiştirmesi önemsenmeyecek gibi değil.

Vasattan sıkıldığı bir anda ‘İki şey sonsuzdur. Evren ve insan soyunun aptallığı. İkincisinden o kadar emin değilim’ demesi de unutulmamalı. Genel Görecelik Teorisi makalesini yayınladıktan sonraki iki yıl boyunca patent bürosundaki memuriyetine devam eden Einstein, kim bilir kimlerle karşılaştı, ne aptallıklar gördü.
Gerçi bugün yaşasa daha da korkunç bir durumla karşılaşırdı. Konu hakkında en ufak bilgisi, birikimi olmayan ve özgüven patlaması yaşayan cahil cühelanın sosyal medyada ‘E=mc2 de neymiş. Bana göre mc3, bu da benim fikrim’ mesajlarını okumak zorunda kalabilirdi. Bilgisini paraya çevirmediği ve özel jet, yüz elli metrelik tekne almadığı, Princeton’da alçakgönüllü bir hayat sürdüğü için moda deyimle ‘loser-ezik’ ilan edilirdi.

Yapabilen istemiyor
İsteyen yapamıyor,
Bilen yapmıyor,
Yapan bilmiyor
İşte böyle kötüye gidiyor dünya
(1529 İtalya’dan bir yazıt)

Dilini çıkararak resim çektirdiği için, kendilerini çok ciddiye alarak durmadan kasılan akademi ve siyaset esnafı tarafından ‘ilim ciddiyetiyle bağdaşmayan zırtapozluklar’ yapmakla suçlanırdı. Bu delirmiş çağdan önce yaşamış olmasına rağmen inzivaya çekilmiş olması, duyguları ve düşünceleri gelişmiş herkese örnek olacak nitelikte. Dahi bilim adamı diyor ki: ‘Yalnızlık, gençlikte işkence gibidir ama yaşlılıkta bir nimettir.’
O kadar haklı ki. İnsan görmediğiniz zaman sakin ve huzurlu oluyorsunuz.

Şair eşref

Büyük hiciv şairimiz de muhterislerden öyle sıkılmıştı ki sonunda, mezar taşına da kazınan şu dörtlüğü yazmak zorunda kalmıştı:
Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için,
Gelmesin reddeylerim billah öz kardaşımı
Gözlerim ebna-yı ademden (ademoğlundan) o rütbe yıldı kim,
İstemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı.
Bu vasiyete rağmen şairin mezar taşının çalınmış olması da ister istemez acı acı gülümsetiyor insanı.

Liberal tahribat

Dünya geçen hafta 8 milyar nüfusa ulaştı. Yeni doğan yüz milyonlarca bebek aileden, toplumdan okuldan bir şeyler öğrenerek büyüyecek. Başka türlü yaşaması mümkün değil. Çünkü her insan teki, sıfırdan başlar. İsterse on bin yıllık bir anıtın içinde doğsun, kültür genetik olarak geçmediği için, her şeyi sıfırdan öğrenmek zorunda. Bir çeşit tabula rasa. Zaten tarih, insanı sanat ve bilim yoluyla eğitme, ‘ruhunu yüceltme’ mücadelesiyle dolu. Ama son yıllarda uluslar üstü şirketlerin mal satma hırsına eklemlenen liberal aydınların çabasıyla, insanın eğitilmesi kavramı rafa kaldırıldı. Modern dönemin kitlesel uygulamalarına karşı çıkmak bahanesiyle ve bu kez tam ters uca savrulan bir post-modern anlayışla Fukuyama gibi ‘kimlik’ pazarlayan ve bunu dünyada moda haline getiren insanların etkisi büyük oldu. Her birey (yegane yerine kullanılan o sevimsiz ve yanlış ifadeyle) biricikti ve ona kimse bir şey öğretemezdi.

Bu anlayış, nüfus çok artsın ve tüketim için her birey hiçbir şeyi sorgulamadan sürüye katılsın demenin şık biçimiydi. Ama etkili oldu maalesef.

‘Sen biriciksin, kendini sev, kendini şımart’ gibi mal satma cümleleri de kültüre iyice yerleşti. Bu koşullarda yetişen bir çocuk için, üretim değil tüketim yoluyla kendini kanıtlamak kural haline geldi. Egolar gereksiz biçimde yükseldi, temeli olmayan özgüven patlamaları, hırsı aklından ve gönlünden büyük kitleler yarattı.
Aşırı hırs çok tehlikeli bir dürtü. İnsanı da toplumu da felakete götüren bir kavram. Ve ne yazık ki giderek artıyor.

Harese

‘Harese nedir bilir misin oğlum? Arapça eski bir kelimedir. Bildiğin o hırs, haris, ihtiras, muhteris sözleri buradan türemiştir. Harese şudur evladım: Develere çöl gemileri derler bilirsin, bu mübarek hayvan üç hafta yemeden içmeden, aç susuz çölde yürür de yürür; o kadar dayanıklıdır yani. Ama bunların çölde çok sevdikleri bir diken vardır. Gördükleri yerde o dikeni koparır çiğnemeye başlarlar. Keskin diken devenin ağzında yaralar açar, o yaralardan kan akmaya başlar. Tuzlu kan dikenle karışınca bu tat devenin daha çok hoşuna gider. Böylece yedikçe kanar, kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz ve engel olunmazsa kan kaybından ölür deve. Bunun adı haresedir. Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun âdeti budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz.” Bu bölümü 2018’de yayınlanan Huzursuzluk kitabımdan alıntıladım. İşte mesele bu. Hırs ve mutluluk ateşle kar gibi. İkisi bir arada var olamıyor.

Yalnızlık

Bu yüzden dünyanın haline yani bilmeyenlerin küstahlığına ve bilenlerin sessizliğine bakınca ben de kendimi inzivada buluyorum. Hem fiziksel hem zihinsel bir inziva bu. Çünkü her gün üstümüze zehir püskürtülüyor, arınmanın ve düşünebilmenin, yazabilmenin ilk koşulu yalnızlık. 

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli