7 Ekim 2023’te Hamas’ın başlattığı “Aksa Tufanı” operasyonu, İsrail-Filistin çatışmasının seyrini ve bölgesel dinamikleri kökten değiştiren bir dönüm noktası oldu. Hamas militanlarının Gazze Şeridi’ni çevreleyen çitleri aşarak İsrail’in güneyindeki sivil yerleşim yerlerine ve askeri üslere düzenlediği saldırı, İsrail güvenlik mimarisinde derin bir şok yarattı.
Saldırının ilk gün bilançosu, İsrail’in resmi açıklamalarına göre yaklaşık 1.200 kişinin ölümü, 5.000’den fazla kişinin yaralanması ve 100’e yakın kişinin rehin alınmasıyla sonuçlandı. İsrail’in yanıtı ise “Demirden Kılıçlar” adını taşıyan, Gazze Şeridi’ne yönelik son yüzyılın en yıkıcı askeri operasyonlarından biri oldu.
Modern çağın en büyük insani krizlerinden biri haline gelen Filistin meselesi, “Aksa Tufanı” ile tarih sahnesinde yeni ve şiddetli bir boyut kazandı. 7 Ekim 2023’ten itibaren dünya, 1948’deki İsrail’in kuruluşu ve Arap-İsrail Savaşı, 1967 Altı Gün Savaşı ve Batı Şeria ile Gazze’nin işgali, 1973 Yom Kippur Savaşı gibi on yıllardır süren işgal, ilhak ve çatışma döngüsünün en son ve en sert halkasına tanıklık ediyor.
İşte 7 maddede 7 Ekim saldırılarının üzerinden geçen iki yılda yaşanan önemli olaylar....
1. Tarihin en derin insani krizlerinden biri: Gazze “sistematik” biçimde yok ediliyor
Anadolu Ajansı'nın 6 Ekim 2025 tarihinde paylaştığı verilere göre İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nde 8 Ekim 2023'ten bu yana sürdürdüğü soykırımda yaşamını yitirenlerin sayısı 67 bin 160'a yükseldi.
Savaşın bir diğer belirleyici yönü, kitlesel ve zorla yerinden edilme oldu. 2025 itibarıyla evini terk etmek zorunda bırakılanların sayısı 1,9 milyona ulaştı. Bu sayı, Filistinlilerin neredeyse yüzde 90'ına tekabül ediyor.
İsrail’in bombardımanları yalnızca insan yaşamını değil, Gazze’deki yaşamın temel dayanaklarını da hedef aldı. BM’ye bağlı uzmanlar, tarım arazilerinden hastanelere, üniversitelerden dini yapılara kadar altyapının “21. yüzyılın hiçbir çatışmasında görülmemiş ölçekte” yok edildiğini belirtiyor.
9 Ekim 2023’te ilan edilen tam abluka ise krizi derinleştirdi: Gazze’ye elektrik, yakıt, su ve gıda akışı büyük oranda kesildi. FAO ve WFP’ye göre bölgede resmen kıtlık koşulları oluştu. Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Af Örgütü'ne göre Gazze’de 1,9 milyon kişi akut gıda kıtlığı yaşıyor. BM raportörü Michael Fakhri, İsrail’in bölgeye gıda girişini “sistematik biçimde engellediğini” ve açlığı “savaş aracı” olarak kullandığını belirtti.
Bu süreçte ABD ve İsrail destekli Gaza Humanitarian Foundation (GHF) yardımları da hedef haline geldi. Al Jazeera ve The Guardian’a göre, haziran ve temmuz aylarında GHF’nin dağıtım noktalarına düzenlenen saldırılarda yüzlerce sivil öldü. BM uzmanları, GHF’nin insani yardım ilkeleriyle bağdaşmadığını ve askeri denetim altında işlediğini belirterek kuruluşun derhal feshedilmesi çağrısında bulundu. Uluslararası kuruluşlar, İsrail’in uyguladığı ablukanın artık “sistematik bir aç bırakma politikasına” dönüştüğü konusunda hemfikir.
2. Savaş Tahran'dan Beyrut'a, bütün bölgeye yayıldı
7 Ekim saldırıları ve İsrail’in Gazze’ye yönelik operasyonu, çatışmayı Filistin sınırlarının ötesine taşıyarak bölgesel bir yangının fitilini ateşledi. İran’ın öncülük ettiği ve “Direniş Ekseni” olarak adlandırılan aktörler, Filistin’e destek amacıyla farklı cephelerde İsrail ve müttefiklerine karşı harekete geçti. Bu durum Lübnan, Yemen ve Suriye’yi çatışmanın aktif sahaları haline getirdi.
Lübnan’daki Hizbullah, İsrail’in kuzeyine saldırılar başlattı. İsrail ise örgütün liderlerini ve altyapısını hedef alan operasyonlar düzenledi; bu süreçte Hizbullah’ın iki numaralı ismi Fuad Şükür ve lideri Hasan Nasrallah öldürüldü. Lübnan’da yüz binlerce kişi yerinden edilirken, İsrail’in kuzeyinde siviller evlerini terk etti. Yemen’de ise İran destekli Husiler, Kızıldeniz ve Babülmendep Boğazı’ndan geçen İsrail bağlantılı ticari gemilere saldırdı. ABD ve İngiltere’nin yoğun operasyonlarına rağmen Husiler, hedeflerini genişleterek küresel deniz ticaretinde ciddi krizlere yol açtı.
Suriye’de İsrail, Şam’daki Devrim Muhafızları komutanlarına yönelik hava saldırıları düzenleyerek, İran’ın Suriye’yi ikinci cephe olarak kullanmasını engellemeye çalıştı. 2024 Nisan’ında düzenlenen saldırılarda IRGC’nin Suriye ve Lübnan sorumlu komutanı General Mohammad Reza Zahedi öldürüldü. Hamas liderleri de hedef alındı: 2024 Temmuz’da İsmail Haniyeh Tahran’da, 2025 başında Yahya Sinvar Gazze’de suikastla hayatını kaybetti. Bu operasyonlar, direniş ekseni stratejilerini, bölgesel ittifakları ve güç dengelerini derinden etkiledi ve çatışmanın Orta Doğu geneline sıçramasına yol açtı.
3. ABD üniversiteleri ve Avrupa sokaklarında 'nehirden denize özgür Filistin' sloganları
2024 baharında ABD’nin Columbia Üniversitesi’nde başlayan Filistin’e destek protestoları, kısa sürede küresel bir öğrenci hareketine dönüştü. Öğrenciler, üniversitelerin İsrail’e silah ve teknoloji tedarik eden şirketlerle bağlarını kesmesini, İsrailli akademik kurumlarla yürütülen ortak projeleri sonlandırmasını ve Gazze’de yaşananları açık biçimde “soykırım” olarak tanımasını talep etti. Columbia’daki çadır kampı kısa sürede New York Üniversitesi, Harvard, Yale ve UCLA gibi kurumlara yayıldı.
Eylemler sırasında polisin sert müdahalesiyle yüzlerce öğrenci gözaltına alındı. Bazı uluslararası öğrenciler ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi (ICE) tarafından sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya kaldı. Donald Trump, seçim kampanyası sırasında bu protestoları “anarşi” olarak nitelendirip “Filistin yanlısı gösterilere katılan yabancı öğrencilerin derhal deport edilmesi gerektiğini” savundu.
Hareket kısa sürede Avrupa ve Avustralya’ya da sıçradı. İngiltere’de Oxford, Cambridge ve University College London; Fransa’da Sorbonne ve Sciences Po; Almanya’da Berlin Hür Üniversitesi ve Humboldt Üniversitesi öğrencileri kampüslerde dayanışma çadırları kurarak ABD’deki çağrıları yineledi.
8 Mayıs’ta Paris’teki Sorbonne Üniversitesi önünde 5 binden fazla kişi bir araya geldi. Berlin’deki eylemler, 1968 öğrenci hareketlerinden bu yana Almanya’da görülen en geniş katılımlı kampüs protestoları arasında yer aldı. Londra’da binlerce kişi, Filistin bayraklarıyla şehir merkezinden Westminster’a yürüdü. Öğrenciler, Avrupa üniversitelerinin İsrail’le ortak araştırma fonlarından çekilmesini ve Gazze’deki sivil kayıpların resmen kınanmasını istedi. Fransa ve Almanya’da polis, kampüslerdeki eylemlere sert müdahalelerde bulundu; çok sayıda öğrenci gözaltına alındı.
Sivil toplum kuruluşları ve sendikalar da hareketin önemli aktörleri haline geldi. İngiltere merkezli Palestine Action, İsrail’le çalışan silah üreticilerine karşı eylemler düzenleyerek Elbit Systems gibi firmaların tesislerini hedef aldı. Bu süreçte yüzlerce aktivist gözaltına alındı; şirketler kamu baskısı nedeniyle bazı üretim hatlarını geçici olarak kapattı. ABD’de Jewish Voice for Peace ve Students for Justice in Palestine gibi örgütler, kampüslerin dışında da mitingler düzenleyerek kamuoyu oluşturdu. 2024 sonuna gelindiğinde, bu eylemler “küresel üniversite intifadası” olarak adlandırılmaya başladı; Filistin meselesi, Soğuk Savaş sonrası dönemin en geniş çaplı öğrenci dayanışma hareketlerinden biri haline geldi.
4. Netanyahu hükümeti uluslararası mahkemelerde yargılandı
7 Ekim sonrası İsrail-Filistin çatışması, uluslararası yargı mekanizmalarının gündeminde benzeri görülmemiş bir yer edindi. 29 Aralık 2023’te Güney Afrika, İsrail’i Gazze’de 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal etmekle suçlayarak Uluslararası Adalet Divanı’nda (UAD) dava açtı. UAD, 26 Ocak 2024’te aldığı ihtiyati tedbir kararlarıyla İsrail’i soykırım riskini önlemeye ve Gazze’ye acil insani yardım ulaştırmaya zorladı.
BM, 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi çerçevesinde, İsrail’in Gazze’deki eylemlerini soykırım suçu olarak nitelendiren önemli bir rapor yayımladı. BM Soruşturma Komitesi, İsrail’in Gazze’deki beş soykırım eyleminden dördünü gerçekleştirdiğine hükmetti. Bu rapor, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve 1951’de yürürlüğe giren sözleşmeye dayanan ilk resmi soykırım suçlaması olarak kayda geçti.
Bireysel hesap verebilirlik alanında Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) devreye girdi. Filistin’in Roma Statüsü’ne taraf olması, mahkemeye İsrail topraklarında işlenen suçlar üzerinde yargı yetkisi tanıdı. UCM Başsavcısı Karim Khan, 20 Mayıs 2024’te İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında savaş ve insanlığa karşı suç iddialarıyla yakalama kararı talebinde bulundu; 21 Kasım 2024’te mahkeme bu talebi kabul ederek söz konusu kişiler hakkında yakalama kararı çıkardı. Mahkeme, temmuz 2025’te İsrail’in yakalama kararlarını geri çekme talebini reddetti ve Temyiz Dairesi de yetki itirazlarının yeniden değerlendirilmesine karar verdi.
Uluslararası süreçler hâlen uzun vadeli ve belirsiz bir seyir izliyor. UAD davasının esas incelemesine geçilmesi yıllar alabilirken, ICC’nin yakalama emirleri pratikte uygulanamıyor; İsrail kararları tanımıyor ve uluslararası işbirliği sınırlı.
5. İsrail ablukasını denizden kırmak: Gazze'ye yelken açan filolar
Gazze’ye yönelik tam abluka, 2024’ten itibaren uluslararası dayanışma ağlarını ve sivil toplum örgütlerini harekete geçirdi. Bölgeye insani yardım ulaştırmak için denizden ablukayı kırma çabaları, savaşın en dikkat çekici sivil girişimleri haline geldi.
İlk büyük denemeler, Freedom Flotilla Coalition öncülüğünde Nisan 2024’te gerçekleşti. Türkiye, Norveç, Güney Afrika ve Kanada’dan yola çıkan üç gemilik konvoy, un, ilaç ve tıbbi malzeme taşıyordu. Ancak İsrail donanması, konvoyu uluslararası sularda durdurarak el koydu ve aktivistleri gözaltına aldı.
Bu olayın ardından Avrupa’da geniş bir dayanışma ağı oluştu. Avrupa Filistin Dayanışma Ağı, 2025 baharında Gazze’ye gıda ve ilaç ulaştırmak amacıyla yeni bir filo girişimi organize etti. Kıbrıs açıklarında hareket eden gemiler, Temmuz 2025’te İsrail hava kuvvetleri tarafından hedef alındı. Saldırıda iki gemi ağır hasar gördü, aralarında Norveçli gazeteci Kristin Foss’un da bulunduğu beş kişi hayatını kaybetti.
Bu gelişmelerin hemen ardından, aynı yılın yazında “Sumud Filosu” adını taşıyan yeni bir dayanışma girişimi doğdu. “Sumud” (Arapçada “direniş” veya “sebat”) adını taşıyan filo yeniden Kıbrıs’tan yola çıktı. Temiz su sistemleri, gıda ve ilaç taşıyan gemiler bir kez daha uluslararası sularda vuruldu.
Filolarda bulunan gemilerin tamamı İsrail tarafından uluslararası sularda hukuksuz biçimde durduruldu, aktivistler gözaltına alınarak sınır dışı edildi.
6. Filistin'in resmen tanınması süreci ivme kazandı
2025 yılında Filistin’in uluslararası tanınma süreci önemli bir ivme kazandı.
BM Genel Kurulu’nda Fransa, İngiltere, Kanada ve Malta gibi ülkeler Filistin Devleti’ni resmen tanıdıklarını açıkladı. Bu kararlar, Filistin’in uluslararası alanda görünürlüğünü artırdı ve diplomatik statüsünü güçlendirdi. Ancak BM üyeliği hâlâ ABD’nin veto hakkı nedeniyle tamamlanamadı.
Bazı ülkeler, Filistin’i tanıma sürecini Hamas’ın Gazze’deki yönetiminden bağımsız, demokratik bir yapının oluşmasına bağladı. Danimarka, Filistin’i tanımayı üç şartın yerine getirilmesine koşuyor: İsrail tarafından hâlâ alıkonulan rehinelerin serbest bırakılması, Hamas’ın silahsızlandırılması ve Gazze yönetiminden çıkarılması, ve Filistin’in demokratik, barışçıl bir yönetim yapısına kavuşması. Benzer şekilde Belçika da Filistin’i tanımayı Hamas’ın etkisinden arındırılmış ve demokratik bir yönetimin kurulmasına bağladı.
Buna ek olarak Avustralya, Kanada ve Birleşik Krallık gibi ülkeler de tanıma kararlarını belirli şartlara dayandırıyor. Bu ülkeler, Filistin Yönetimi’nin İsrail’in varlık hakkını tanıması, demokratikleşmesi, Hamas’ın silahsızlandırılması ve yeni seçimler yapılması gibi koşulların yerine getirilmesini bekliyor.
2012 yılında BM Genel Kurulu, Filistin’i “üye olmayan gözlemci devlet” olarak kabul etti. Bu statü, Filistin’e BM platformlarında konuşma ve diplomatik katılım hakkı sağlarken oy kullanma hakkı tanımadı.
2000’li yıllarda özellikle Avrupa ülkeleri arasında Filistin’i tanıma yönünde çeşitli girişimler yaşandı. İspanya, Norveç, İrlanda ve Slovenya gibi ülkeler Filistin’in devletliğini resmen kabul etti. Karayipler ve bazı Afrika ülkeleri de tanımalarını açıklayarak Filistin’e uluslararası meşruiyet kazandırdı. Bu gelişmeler, Filistin’in Orta Doğu’daki barış sürecine ilişkin diplomatik müzakerelerde güç kazanmasını sağladı.
Filistin Ulusal Konseyi, 15 Kasım 1988’de Cezayir’de toplanarak Filistin Devleti’nin bağımsızlığını ilan etti. Hemen ardından birçok ülke Filistin’i tanıdığını açıkladı, bu ülkelerin arasında Türkiye de bulundu.
7. 21 maddelik Gazze Planı'yla barış arayışı
Donald Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmeye yönelik planı, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu tarafından kabul edildi. Hamas, elindeki son rehineleri serbest bırakmayı kabul etti ancak bazı maddelerde müzakerelerin sürmesini istiyor. Eylül 2025’te açıklanan 21 maddelik plan, Gazze’deki çatışmayı durdurmayı, Hamas yönetimini sonlandırmayı ve Filistinliler için bağımsız bir devletin temelini atmayı hedefliyor. Plan, uluslararası denetimli bir geçiş süreci öngörüyor; Hamas silahlarını teslim edecek, liderleri güvenli bir şekilde başka ülkelere gönderilecek ve Gazze, Arap ve uluslararası güçlerden oluşan geçici bir yönetim tarafından idare edilecek.
Planın maddeleri arasında İsrail’in Gazze’den kademeli çekilmesi, 250 Filistinli esirin serbest bırakılması ve uluslararası barış gücünün bölgede güvenliği sağlaması bulunuyor. Ekonomik yeniden yapılanma, insani yardımlar ve Gazze’nin uluslararası denetim altında yeniden inşası da sürecin temel unsurları arasında. Ayrıca Batı Şeria’nın ilhakının engellenmesi, bölgedeki siyasi istikrarın güçlendirilmesi ve Filistin devletine giden yolun açılması da hedefleniyor.
Uluslararası toplum planın uygulanmasını yakından izliyor. Almanya Dışişleri Bakanı Johann Wadephul, planın ilk aşamasının önümüzdeki hafta içinde hayata geçirilebileceğini söyledi. Hamas bazı maddelere onay verse de silahsızlanma ve İsrail’in çekilmesi gibi kritik konularda uzlaşma sağlanamadı. Trump yönetimi, eski İngiltere Başbakanı Tony Blair’in de yer aldığı “Uluslararası Barış Kurulu” aracılığıyla süreci denetleyecek.
Bu barış çabaları Trump'ın ilk denemeleri değil. ABD'ye ikinci kez başkan seçilmesinden bu yana aralıksız biçimde Filistin sorunu ile alakasını sürdüren Trump, geçtiğimiz aylarda da sorunun çözümüne ilişkin çarpıcı ve tepki çeken önerilerde bulunmuştu. Truth Social hesabından paylaştığı videoda, savaşın harabeye çevirdiği Gazze Şeridi, “Trump Gazze” tabelalarının yer aldığı lüks bir tatil kentine dönüştürülmüş şekilde gösteriliyordu. Görüntüler, çocukların moloz yığınları arasında silahlı kişilerden kaçtığı sahnelerle başlıyor, ardından ekranın ortasında “Sıradaki ne?” yazısı beliriyordu. Devamında ise Gazze, altın renkli arabalar, gökdelenler ve dansözlerle dolu sahnelerle adeta bir Ortadoğu Rivierası gibi sunuluyordu.
Videoda, Trump’ın altından bir figür olarak gökdelenlerin arasında yürüdüğü, Elon Musk’ın ise neşeyle yemek yediği ve etrafa para saçtığı görülüyordu. Son sahnede ise Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun şezlonglarda yan yana uzandıkları kare yer alıyordu. “Riviera Projesi” adını verdiği bu temsili kurgunun, Trump’ın Gazze’de savaş sonrası döneme ilişkin hazırladığı 21 maddelik barış planını tanıtmak amacıyla üretildiği iddia edilmişti. Ancak video, “yıkımın üzerine sahte bir refah vizyonu kurmak” suçlamasıyla uluslararası kamuoyunda büyük tepki topladı. ABD basınında birçok yorumcu, görüntüleri “politik pazarlama ile trajedinin sınırlarının bulanıklaştığı bir örnek” olarak değerlendirmişti.
Kaynak: Gazete Oksijen







