Her kanserde yüzlerce farklı mutasyon var
Dr. Hyman: Sonra ne oldu? Dr. Fung: Bulduğumuz şey, bir veya iki mutasyon değildi. Meme, kolon kanseri gibi yaygın kanserlerde 100 civarında mutasyon çıktı. Örneğin meme kanseri olan hasta A’da yüz farklı mutasyon vardı. Tamamen aynı görünümlü kansere sahip hasta B’de tamamen farklı yüzlerce mutasyon daha… Bu noktada genetik paradigma da çöktü. Sonuçta 1980’den 2010’a kadar çok az ilerleme kaydettik. Kanser genetik bir hastalık, burada şüphe yok. Ancak şimdi evrimsel bir bakış açısından yepyeni bir kanser paradigmasına geçmeye başladık. Kanserle savaşta neredeyse başladığımız noktadayız Dr. Fung: 1960’larda kalp hastalıkları, kanserden iki kat daha fazla insanı öldürüyordu, şimdi kafa kafaya geldiler. Yani kalp hastalığının tedavisinde kanserden daha fazla ilerleme kaydettik. Ama kanserde neredeyse başladığımız noktadayız. Dr. Hyman: Bu doğru. Ailemde kanserden ölen iki kişi oldu, kız kardeşim iki kez kansere yakalandı. Dr. Fung: Artık çevrenin önemini konuşuyoruz çünkü evrimi asıl yönlendiren şey çevre. Uzun süre, kanseri bir genetik mutasyon hastalığı olarak düşündük, kanser riskinizi artıracak şeylere değil, genlere odaklandık. Oysa ağırlıklı olarak diyet ve beslenmeden oluşan çevre, kanserin gelişiminde çok büyük rol oynuyor ama bundan çok az bahsediyoruz. Dr. Hyman: Evet.Yüzde 35 sigara dumanı yüzde 30 beslenme
Dr. Fung: Kanserlerin yaklaşık yüzde 35’i sigaradan, yüzde 30’u beslenmeden kaynaklanıyor. Yani diyetimiz, sigara dumanı kadar önemli bir kanser nedeni. Tabii böcek ilaçları, kimyasallar, asbest, bunların hepsi kansere neden oluyor, ancak nüfus bazında baktığımızda en önemli neden sigara. Bugün herkes kanser olmak istemiyorsa sigarayı bırakması gerektiğini biliyor ama ya diyetimiz? Dr. Hyman: 1985’te tıp öğrencisi olarak onkolojide rotasyondaydım. Her zaman beslenmeyle ilgilendim, hatta 1980’de beslenme ve kanser üzerine küçük bir bilimsel çalışma da yaptım. Neyse, onkoloji uzmanına sordum, “Diyetin neden olduğu veya daha kötü hale getirdiği kanserlerin oranı sizce kaçtır?” Ben yüzde 10 filan diyeceğini düşünüyordum, “Yüzde 70” dedi. Çok şaşırmıştım. Elbette eğer bir tümörünüz varsa, ameliyat gerekebilir. Radyasyona ihtiyacınız olabilir veya bir noktada biraz kemoterapi de gerekebilir. Ancak gerçekten sorulmayan iki soru şu: Kanser neden büyüyor? Bunu engellemek için sağlıklı bir bağışıklık sistemini nasıl oluşturabilirim? Senin ortaya attığın tohum ve toprak ile kanser arasındaki benzetme çok ilginç. Bize vücuttaki koşulları, çevre sorunlarını ve beslenmeyi, ayrıca yaşam tarzı, stres ve çevre kimyasallarını, tüm bu faktörleri neden görmezden geldiğimizi anlatır mısın?Kansere uygun ortamı nasıl değiştirebiliriz?
Dr. Fung: Tohum ve toprak fikri aslında çok eskilere dayanıyor. 60, 70’lerde yazılmıştı ama sonra unutuldu. Mutasyonları bulmaya odaklandığımız süreci tohuma benzetebiliriz. Eğer bir tohumunuz varsa, tabii ki onun bir büyüme yeteneği var. Ancak büyümek için doğru koşullara, uygun toprağa da ihtiyacı var. Buradan nereye geleceğim? Geleneksel yaşam tarzını sürdüren bazı popülasyonlar, viral kaynaklı olanlar hariç, diğer kanserlere yakalanmıyorlar. İrlandalı cerrah Denis Burkitt’in Afrika’da yaptığı bir araştırma var. Geleneksel diyet ve yaşam tarzına sadık yerlilerin kansere yakalanmadığını buldu. Ama aynı bölgedeki beyazlar, örneğin İngiltere’dekilerle aynı oranda kolorektal kansere yakalanıyordu. Dr. Hyman: Bu çalışmayı biliyorum.Eskimolar artık Batılılar kadar sık kanser oluyor
Dr. Fung: İnsanlar geleneksel yaşam tarzlarını değiştirdikçe obezite, tip 2 diyabet ve kanser ortaya çıkıyor. Burkitt bunlara ‘medeniyet hastalıkları’ dedi. Bunu aslında dünyanın her yerinde görüyoruz. Eskimolar, eskiden hayvansal gıdalarla besleniyorlardı. Balina eti, fok balığı gibi.. O zamanlarda Batılılar’ın yakalandığı kanserlere yakalanmıyorlardı. Elbette viral kanserler görülüyordu ama kolorektal kanserler, meme kanseri olmuyorlardı. 60’lar, 70’ler, 80’lerde geleneksel hayat tarzından uzaklaştılar, Batılı tarzda beslenmeye başladılar. Şimdi ekmek, şeker, işlenmiş gıdalar tüketen Eskimolar’da artık bu kanserleri de görüyoruz. Bir örnek de Japon kadınlar. San Fransisco’daki Japon kadınları, Japonya’daki Japon kadınlarına kıyasla iki üç kat daha fazla meme kanserine yakalanıyor. Sonuçta insanların gen havuzu değişmiyor sadece diyetleri ve yaşam tarzları değişiyor. Kanserin en büyük belirleyicisi bu. Şeker ve sigara.Polonyalı kadınları lahana turşusu mu koruyordu?
Dr. Hyman: En sevdiğim hikaye, Polonya’da, yılda ortalama 30 kilo lahana turşusu yiyen kadınlar. Neredeyse hiç göğüs kanseri olmuyorlar çünkü lahana pre-probiyotik bir besin ve mikrobiyomlarını etkiliyor. Ayrıca lahana, kanserle savaşan her türlü fitokimyasal (bitkilerde doğal olarak bulunan kimyasal bileşikler) maddeye sahip. Yine aynı kadınlar ABD’ye taşındıklarında, lahana turşusu yemeyi bıraktıkları için ABD’li kadınlarla aynı oranda kansere yakalanıyorlar. Dr. Fung: Evet kesinlikle doğru. Elbette tam tersini de yapabilirsiniz. Yani San Francisco’daki bir kadını alıp göğüs kanseri riskini iki veya üç kat azaltabiliriz. Riski yüzde 10 filan azaltmaktan söz etmiyoruz. Dr. Hyman: Yüzde 10 yerine, yüzde 200 veya yüzde 300, değil mi? Dr. Fung: Evet, buna karşın tüm kaynaklarımızı kanser riskini yüzde 1 etkileyecek genetik durumu çözmeye harcıyoruz. Mesela nedir? Şeker mi? Fermente gıdalar mı? İşlenmiş gıdalar mı? Ne yazık ki bu konu çok az araştırılıyor.İnsülini düşürmekten başka çaremiz yok
Dr. Hyman: Peki bizi kanserden koruyacak bir ortamı nasıl inşa edebiliriz? Dr. Fung: Bu harika bir soru. Yemek yediğinizde yükselen hormonlar vücudumuzun büyüme faktörü olarak kullandığı hormonların aynısıdır. En önemlisi de insülindir. Elbette insülin iyi bilinen bir metabolik hormondur, yemek yersiniz ve insülin yükselir. Daha da önemlisi insülin bir besin sensörüdür, vücudunuza yiyeceğin mevcut olduğunu söyler. Çünkü vücudunuzun yalnızca besin olduğunda büyümek ister. IGF-1, yani ‘İnsülin Benzeri Büyüme Faktörü’ dediğimiz bir şey var. Prof. Dr. Valter Longo, Ekvadorlu cüceler grubu Laron’larda neredeyse hiç IGF-1 olmadığını tespit etti. Bu yüzden çok kısalar. Ama aynı zamanda kansere karşı da bağışıklar. Çünkü bir büyüme sinyaline sahip değilseniz, hücreleriniz büyüyemez. Bundan en çok etkilenecek hücreler de kanser hücreleridir. Eğer insülinimiz çok yükselirse, bu hücrelerimize ‘büyü’ sinyali olacaktır, dolayısıyla bizim insülin sinyalini azaltmamız gerek. İlk yapmamız gereken şey işlenmiş gıdalardan kurtulmak. Örneğin şeker özellikle kötüdür çünkü insülin direncine, bu da hiperinsülinemiye neden olur. Rafine yiyecekler de öyle çünkü diğer tüm doğal bileşenleri uzaklaştırırlar. Sanki kurabiye yiyormuş gibi bu büyük bir insülin artışıyla baş başa kalırsınız. İkincisi ise sık sık yerseniz, insülini her zaman yüksek tutarsınız. Bu nedenle aralıklı yemek, oruç tutmak, insülini azaltmak için kullanabileceğiniz başka bir stratejidir.Konu sadece karbonhidrat tüketimi değil, esas şeker
Dr. Hyman: Önemli olan ne yediğiniz ve ne zaman yediğiniz, değil mi? Dr. Fung: Kesinlikle öyle. Ne yiyorsunuz ve ne zaman yiyorsunuz. Çinliler eskiden bir ton beyaz pirinç yerler ama neredeyse sıfır şeker tüketirlerdi. Sağlıkları da yerindeydi. Yani konu sadece karbonhidrat tüketmek değil.Kanser hastalarına kilo kaybetmemeleri için karbonhidrat ve şeker içeren diyet tavsiye edilir. Dr. Fung, bunun yanlış olduğunu söylüyor. Özellikle kemoterapi hastalarına oruç ve keto diyeti öneriyorDr. Hyman: Tükettiğimiz inanılmaz derecede yüksek nişasta ve şeker neredeyse tüm kronik Batı hastalıklarının nedeni. Dr. Fung: Evet. Dr. Hyman: Kalp hastalığı, kanser, diyabet, Alzheimer, yüksek tansiyon, bu insülin direnci fenomeni veya diyetimizden kaynaklanan çok fazla insülinden kaynaklanır. Temelde rafine, işlenmiş karbonhidratlar ve sürekli yeme modeli buna neden olur. Bu atıştırmalık denen şey mesela bir endüstri olmuş ama ben asla tüketmem. Düzgün yerseniz, asla aç kalmazsınız. Demek istediğim, insülindeki artışlar sizi acıktırıyor, ama daha ilginç olan şey, aslında şeker ve insülin kanser hücrelerinin çoğalmasını ve büyümesini besliyor.