26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
Haber Giriş: 19.03.2021 06:00 | Son Güncelleme: 25.04.2022 15:39

Kanserin nedeni şeker mi?

Dr. Mark Hyman ve Dr. Jason Fung, insülinin kanserde oynadığı rolü, ayrıca doğru beslenmenin kanseri önlemede ve iyileşme sürecindeki etkisini anlatıyor
Mark Hyman
Mark Hyman
Kanserin nedeni şeker mi?
Dr. Mark Hyman: Kalp hastalıklarına, diyabete, hatta Alzheimer’a yol açan süreçleri üç aşağı beş yukarı çözdük ama kanser onca yıla ve çalışmaya rağmen gizemini koruyor. ABD Başkanı Nixon 1971’de kansere karşı savaş ilan etmişti, aradan 50 yıl geçti, o savaşı hala kazanabilmiş değiliz. Dr. Jason Fung: Bu doğru. Dr. Hyman: Gerçekten kanser nedir? Onu geliştiren nedir? Kansere ne sebep oluyor ve neden bu kadar yaygın?  Dr. Fung: 1970’lerde bilim dünyası için kanser, ‘mutasyon sonucu aşırı büyüyen bir hücre’ydi. Bu yüzden tedavi de o hücreyi yok etmek olarak şekillendi. O hücreleri kesip alma, radyoterapi ve kemoterapi buradan çıktı. Bazı durumlarda bu yöntemler işe yaradı, yarıyor. Ancak bunların birçok olumsuz yan etkisi de var. 1970’lerin sonunda paradigma değişti. Kanseri daha derinlemesine anlamamız gerekiyordu, bu yüzden “Tamam, kanser hücrelerinin büyüdüğünü biliyoruz, ama neden büyüyorlar” diye sorduk. DNA’yı, genleri ve kromozomları çözmeye başladığımızda, cevabın ‘genetik bir kusur’ olduğu sonucuna vardık.  Bu kez hücreleri öldürmenin yollarını bulmaya çalışmak yerine, bu genetik sorunları çözelim dedik. 80’ler ve 90’lar boyunca bunlar üzerinde çalışırken önemli başarılar elde ettik. Artık bazı lösemilerde gerçekten oyunun kurallarını değiştiren Imatinib’imiz var. Kronik miyelojenöz lösemiden ölüm oranı düştü. Sonra göğüs kanseri için olan Trastuzumab geldi. O da harika bir ilaçtı, bu yüzden tamam, bu işi çözdük diye düşündük. Tek yapmamız gereken örneğin meme kanserindeki bir veya iki mutasyonu bulmak ve kanseri tedavi etmekti. 90’ların çoğunda düşünce buydu. 2000’de Genom Projesi’ni tamamladık, tüm genleri sıraladık. Kanseri tedavi etmek için artık elimizde bir yol haritamız vardı ama olmadı. Ardından Kanser Genom Atlası adında daha da iddialı bir program başlattık. 33 bin kanser vakasanı aldık ve tüm genomları sıraladık. “Elimizde bin meme kanseri vakamız var, onları karşılaştıralım, ne tür mutasyonlara sahip olduklarını bulalım, ilk bir veya ikisini alalım, sorunu çözelim…” diye düşündük.

Her kanserde yüzlerce farklı mutasyon var

Dr. Hyman: Sonra ne oldu? Dr. Fung: Bulduğumuz şey, bir veya iki mutasyon değildi. Meme, kolon kanseri gibi yaygın kanserlerde 100 civarında mutasyon çıktı. Örneğin meme kanseri olan hasta A’da yüz farklı mutasyon vardı. Tamamen aynı görünümlü kansere sahip hasta B’de tamamen farklı yüzlerce mutasyon daha… Bu noktada genetik paradigma da çöktü. Sonuçta 1980’den 2010’a kadar çok az ilerleme kaydettik. Kanser genetik bir hastalık, burada şüphe yok. Ancak şimdi evrimsel bir bakış açısından yepyeni bir kanser paradigmasına geçmeye başladık.  Kanserle savaşta neredeyse başladığımız noktadayız Dr. Fung: 1960’larda kalp hastalıkları, kanserden iki kat daha fazla insanı öldürüyordu, şimdi kafa kafaya geldiler. Yani kalp hastalığının tedavisinde kanserden daha fazla ilerleme kaydettik. Ama kanserde neredeyse başladığımız noktadayız. Dr. Hyman: Bu doğru. Ailemde kanserden ölen iki kişi oldu, kız kardeşim iki kez kansere yakalandı. Dr. Fung: Artık çevrenin önemini konuşuyoruz çünkü evrimi asıl yönlendiren şey çevre. Uzun süre, kanseri bir genetik mutasyon hastalığı olarak düşündük, kanser riskinizi artıracak şeylere değil, genlere odaklandık. Oysa ağırlıklı olarak diyet ve beslenmeden oluşan çevre, kanserin gelişiminde çok büyük rol oynuyor ama bundan çok az bahsediyoruz. Dr. Hyman: Evet.

Yüzde 35 sigara dumanı yüzde 30 beslenme

Dr. Fung: Kanserlerin yaklaşık yüzde 35’i sigaradan, yüzde 30’u beslenmeden kaynaklanıyor. Yani diyetimiz, sigara dumanı kadar önemli bir kanser nedeni. Tabii böcek ilaçları, kimyasallar, asbest, bunların hepsi kansere neden oluyor, ancak nüfus bazında baktığımızda en önemli neden sigara. Bugün herkes kanser olmak istemiyorsa sigarayı bırakması gerektiğini biliyor ama ya diyetimiz? Dr. Hyman: 1985’te tıp öğrencisi olarak onkolojide rotasyondaydım. Her zaman beslenmeyle ilgilendim, hatta 1980’de beslenme ve kanser üzerine küçük bir bilimsel çalışma da yaptım. Neyse, onkoloji uzmanına sordum, “Diyetin neden olduğu veya daha kötü hale getirdiği kanserlerin oranı sizce kaçtır?” Ben yüzde 10 filan diyeceğini düşünüyordum, “Yüzde 70” dedi. Çok şaşırmıştım. Elbette eğer bir tümörünüz varsa, ameliyat gerekebilir. Radyasyona ihtiyacınız olabilir veya bir noktada biraz kemoterapi de gerekebilir. Ancak gerçekten sorulmayan iki soru şu: Kanser neden büyüyor? Bunu engellemek için sağlıklı bir bağışıklık sistemini nasıl oluşturabilirim?  Senin ortaya attığın tohum ve toprak ile kanser arasındaki benzetme çok ilginç. Bize vücuttaki koşulları, çevre sorunlarını ve beslenmeyi, ayrıca yaşam tarzı, stres ve çevre kimyasallarını, tüm bu faktörleri neden görmezden geldiğimizi anlatır mısın?

Kansere uygun ortamı nasıl değiştirebiliriz?

Dr. Fung: Tohum ve toprak fikri aslında çok eskilere dayanıyor. 60, 70’lerde yazılmıştı ama sonra unutuldu. Mutasyonları bulmaya odaklandığımız süreci tohuma benzetebiliriz. Eğer bir tohumunuz varsa, tabii ki onun bir büyüme yeteneği var. Ancak büyümek için doğru koşullara, uygun toprağa da ihtiyacı var.  Buradan nereye geleceğim? Geleneksel yaşam tarzını sürdüren bazı popülasyonlar, viral kaynaklı olanlar hariç, diğer kanserlere yakalanmıyorlar. İrlandalı cerrah Denis Burkitt’in Afrika’da yaptığı bir araştırma var. Geleneksel diyet ve yaşam tarzına sadık yerlilerin kansere yakalanmadığını buldu. Ama aynı bölgedeki beyazlar, örneğin İngiltere’dekilerle aynı oranda kolorektal kansere yakalanıyordu. Dr. Hyman: Bu çalışmayı biliyorum.

Eskimolar artık Batılılar kadar sık kanser oluyor 

Dr. Fung: İnsanlar geleneksel yaşam tarzlarını değiştirdikçe obezite, tip 2 diyabet ve kanser ortaya çıkıyor. Burkitt bunlara ‘medeniyet hastalıkları’ dedi. Bunu aslında dünyanın her yerinde görüyoruz. Eskimolar, eskiden hayvansal gıdalarla besleniyorlardı. Balina eti, fok balığı gibi.. O zamanlarda Batılılar’ın yakalandığı kanserlere yakalanmıyorlardı. Elbette viral kanserler görülüyordu ama kolorektal kanserler, meme kanseri olmuyorlardı.  60’lar, 70’ler, 80’lerde geleneksel hayat tarzından uzaklaştılar, Batılı tarzda beslenmeye başladılar. Şimdi ekmek, şeker, işlenmiş gıdalar tüketen Eskimolar’da artık bu kanserleri de görüyoruz.  Bir örnek de Japon kadınlar. San Fransisco’daki Japon kadınları, Japonya’daki Japon kadınlarına kıyasla iki üç kat daha fazla meme kanserine yakalanıyor. Sonuçta insanların gen havuzu değişmiyor sadece diyetleri ve yaşam tarzları değişiyor. Kanserin en büyük belirleyicisi bu. Şeker ve sigara.

Polonyalı kadınları lahana turşusu mu koruyordu?

Dr. Hyman: En sevdiğim hikaye, Polonya’da, yılda ortalama 30 kilo lahana turşusu yiyen kadınlar. Neredeyse hiç göğüs kanseri olmuyorlar çünkü lahana pre-probiyotik bir besin ve mikrobiyomlarını etkiliyor. Ayrıca lahana, kanserle savaşan her türlü fitokimyasal (bitkilerde doğal olarak bulunan kimyasal bileşikler) maddeye sahip. Yine aynı kadınlar ABD’ye taşındıklarında, lahana turşusu yemeyi bıraktıkları için ABD’li kadınlarla aynı oranda kansere yakalanıyorlar. Dr. Fung: Evet kesinlikle doğru. Elbette tam tersini de yapabilirsiniz. Yani San Francisco’daki bir kadını alıp göğüs kanseri riskini iki veya üç kat azaltabiliriz. Riski yüzde 10 filan azaltmaktan söz etmiyoruz. Dr. Hyman: Yüzde 10 yerine, yüzde 200 veya yüzde 300, değil mi? Dr. Fung: Evet, buna karşın tüm kaynaklarımızı kanser riskini yüzde 1 etkileyecek genetik durumu çözmeye harcıyoruz. Mesela nedir? Şeker mi? Fermente gıdalar mı? İşlenmiş gıdalar mı? Ne yazık ki bu konu çok az araştırılıyor.

İnsülini düşürmekten başka çaremiz yok

Dr. Hyman: Peki bizi kanserden koruyacak bir ortamı nasıl inşa edebiliriz? Dr. Fung: Bu harika bir soru. Yemek yediğinizde yükselen hormonlar vücudumuzun büyüme faktörü olarak kullandığı hormonların aynısıdır. En önemlisi de insülindir. Elbette insülin iyi bilinen bir metabolik hormondur, yemek yersiniz ve insülin yükselir. Daha da önemlisi insülin bir besin sensörüdür, vücudunuza yiyeceğin mevcut olduğunu söyler. Çünkü vücudunuzun yalnızca besin olduğunda büyümek ister.  IGF-1, yani ‘İnsülin Benzeri Büyüme Faktörü’ dediğimiz bir şey var. Prof. Dr. Valter Longo, Ekvadorlu cüceler grubu Laron’larda neredeyse hiç IGF-1 olmadığını tespit etti. Bu yüzden çok kısalar. Ama aynı zamanda kansere karşı da bağışıklar. Çünkü bir büyüme sinyaline sahip değilseniz, hücreleriniz büyüyemez. Bundan en çok etkilenecek hücreler de kanser hücreleridir. Eğer insülinimiz çok yükselirse, bu hücrelerimize ‘büyü’ sinyali olacaktır, dolayısıyla bizim insülin sinyalini azaltmamız gerek. İlk yapmamız gereken şey işlenmiş gıdalardan kurtulmak. Örneğin şeker özellikle kötüdür çünkü insülin direncine, bu da hiperinsülinemiye neden olur. Rafine yiyecekler de öyle çünkü diğer tüm doğal bileşenleri uzaklaştırırlar. Sanki kurabiye yiyormuş gibi bu büyük bir insülin artışıyla baş başa kalırsınız.  İkincisi ise sık sık yerseniz, insülini her zaman yüksek tutarsınız. Bu nedenle aralıklı yemek, oruç tutmak, insülini azaltmak için kullanabileceğiniz başka bir stratejidir. 

Konu sadece karbonhidrat tüketimi değil, esas şeker

Dr. Hyman: Önemli olan ne yediğiniz ve ne zaman yediğiniz, değil mi? Dr. Fung: Kesinlikle öyle. Ne yiyorsunuz ve ne zaman yiyorsunuz. Çinliler eskiden bir ton beyaz pirinç yerler ama neredeyse sıfır şeker tüketirlerdi. Sağlıkları da yerindeydi. Yani konu sadece karbonhidrat tüketmek değil.
Kanser hastalarına kilo kaybetmemeleri için karbonhidrat ve şeker içeren diyet tavsiye edilir. Dr. Fung, bunun yanlış olduğunu söylüyor. Özellikle kemoterapi hastalarına oruç ve keto diyeti öneriyor
Dr. Hyman: Tükettiğimiz inanılmaz derecede yüksek nişasta ve şeker neredeyse tüm kronik Batı hastalıklarının nedeni. Dr. Fung: Evet. Dr. Hyman: Kalp hastalığı, kanser, diyabet, Alzheimer, yüksek tansiyon, bu insülin direnci fenomeni veya diyetimizden kaynaklanan çok fazla insülinden kaynaklanır. Temelde rafine, işlenmiş karbonhidratlar ve sürekli yeme modeli buna neden olur. Bu atıştırmalık denen şey mesela bir endüstri olmuş ama ben asla tüketmem. Düzgün yerseniz, asla aç kalmazsınız. Demek istediğim, insülindeki artışlar sizi acıktırıyor, ama daha ilginç olan şey, aslında şeker ve insülin kanser hücrelerinin çoğalmasını ve büyümesini besliyor.

Eskiden üç öğün yerdik şimdi altı öğüne çıktı

Dr. Fung: 1977’de çoğu insan günde üç öğün yiyordu, 2004’te neredeyse günde altı öğüne çıktı. Atıştırmalık yiyecek şirketleri de altı öğün fikrini destekledi. Ben 70’lerde büyüdüm. O zaman okul sonrası bir atıştırmalık isterseniz, anneniz “Hayır, sonra akşam yemeği yemezsin” derdi. Yatmadan önce bir atıştırmalık istesen, bu kez “Hayır, akşam sofrada doğru dürüst yeseydin” diye azarlardı. O zaman insanlar akşam yemeğinden sonra pek yemezlerdi. Saat 8 gibi yer sonraki 14 saat, yani kahvaltıya kadar yemezlerdi. Dr. Hyman: Evet bir daha kahvaltıda yenirdi.  Dr. Fung: Şimdi çocuklar örneğin, okula gidiyor, bir atıştırmalık alıyorlar. Sonra öğle yemeği, okul sonrası tekrar birşeyler atıştırıyorlar. Sonra akşam yemeği yiyorlar. Akşam yemeği sonrası atıştırmaya devam ediyorlar.

Hedef insülini düşürmek olmalı

Dr. Hyman: Jason her gün 12, 14, 16 saat aralıklı yemek, haftada 24-36 saat oruç tutmak hakkında çok şey yazdın. İnsülin seviyelerini düşürmek için hem açlık hem de ketojenik diyetler kullanılıyor. Bütün bunların kanserle ilişkisinden bahsedebilir misin? Dr. Fung: Hem oruç hem ketojenik diyetler aynı amacı güdüyor, ikisi de insülini düşürmeyi hedefliyor. Ketojenik diyet ile düşük karbonhidrat diyeti arasındaki fark var. (Ketojenik diyet, yüksek yağlı besinler ile az miktarda protein içeren düşük karbonhidratlı bir beslenme tarzı.) Düşük karbonhidrat diyetleri protein açısından yüksek olabiliyor, protein de insülini uyarabilir. Bu kanser açısından iyi bir şey değil. Dr. Hyman:  Atkins gibi, değil mi? Dr. Fung: Evet Atkins gibi, çok yüksek proteinli diyetler iyi değil. Esas olan, insülin seviyenizi düşürmek. Oruç tutmak büyüleyici bir süreç. Çünkü aç kaldığınızda otofaji (vücudun zarar görmüş hücrelerinin yerine sağlıklı ve yeni hücreler koyarak gerçekleştirdiği temizleme işlemi) başlar. İnsanlar bu yıkım sürecinin kötü olduğunu düşünüyor ama aslında bu, vücudu gençleştirmenin anahtarlarından biri. Oruç tutmanın tüm fikri, bedeni bu rejeneratif bakım onarım moduna sokmaktır.

Büyümek her zaman iyi  değil, özellikle yetişkinseniz

Dr. Fung: Herkes büyümenin iyi olduğunu düşünür, ancak büyüme her zaman iyi değildir, özellikle de bir yetişkin için. Bir spor otomobiliniz varsa her zaman yüksek devirde kullanır, hızlı gidersiniz. Dr. Hyman: Ama bazen pit stop’a ihtiyaç vardır. Dr. Fung: Kesinlikle, arada kısa bir mola gerekir. İnsan vücudu da ya büyüme ya da hücresel bakım onarım için arada mola verir… Yediğinizde, besin algılayıcınız (insülin) yükselir, büyüme faktörleriniz yükselir, kendinizi büyüme moduna sokarsınız. Ama özellikle hücrelerin çok fazla büyüdüğü kanser gibi bir hastalığınız varsa, bu sizi olumsuz etkiler. Bunun yerine yapmanız gereken oruç tutarak kendinizi bakım onarım moduna sokmaktır. Bu hem kemoterapiyi hem de radyasyon tedavisini daha iyi geçirmenizi sağlar.  Kemoterapi ve oruç tutma üzerine birkaç çalışmamız var. Kemoterapinin hemen öncesinde, sırasında ve sonrasında aç kaldığınızda yan etkiler azalıyor. Normal hücreleriniz büyümeye çalışmıyor, tam tersi yavaşlıyorlar. Ve kemoterapinin genel çalışma şekli, en hızlı büyüyen hücreleri öldürmektir. Bu genellikle kanser hücreleridir. Ama aynı zamanda örneğin hızlı büyüyen hücreler oldukları için saç köklerini de öldürür, saçlar da o yüzden dökülür.  Bu hücreleri sakin bir onarım moduna sokabilirseniz, kemoterapiden çok fazla zarar görmeyeceklerdir. Kanser hücreleri ise büyümelerini durduramazlar, her zaman büyümeye çalışırlar. Vücudunuz nispeten korunurken kanser hücreleri kemoterapiden tam hasar alır. 

Ketojenik diyetler müthiş sonuçlar verdi

Dr. Hyman: Dr. Siddhartha Mukherjee’nin ketojenik diyetler ve kanserle ilgili ilginç bir çalışması var. Bana bir keresinde “Mark kansere çözüm bulduk» dedi. «Nedir o?» dedim. “Şeker” dedi: “Ketojenik diyetler üzerinde çalışıyoruz. Pankreas kanseri, melanom, başka hiçbir şeye yanıt vermeyen dördüncü evre kanserlerinde inanılmaz sonuçlar aldık.”  Dr. Fung: Önemli olan, insülinin büyüme faktörü olarak bir pro-büyüme ve dolayısıyla bir çeşit pro-kanser ajanı olarak hareket etmesi. Elbette şeker hiperinsülinemide büyük rol oynuyor. Ketojenik diyetin aksine sonsuza kadar oruç tutamazsınız. Bir noktada biraz yemeğe ihtiyacınız var ama fikir aynı. Yapmamız gereken insülin seviyelerini düşürmek. Bunu ilaçla yapmak üzere çalışmalar var elbette ama bunu diyetle yapabilecekken neden ilaç kullanmak isteyesiniz? Dr. Hyman: İnsanlar kanser tedavisi görürken, doktorları genellikle ‘Aman kilo kaybetme, dondurma, kek, pasta ne isterseniz yeyin” derler.  Dr. Fung: Biliyorum. Dr. Hyman: Kanser söz konusu olduğunda şeker risk faktörlerinden biri ama başkaları da var. Doğrudan toksik ve kanserojen olmakla kalmayıp aynı zamanda insülin direncine de neden olan çevresel kimyasallar. Bunlara obezojen deniyor. Gerçekten çifte sorun yaratıyorlar; pestisitler, herbisitler, katkı maddeleri, maruz kaldığımız tüm bu çevresel kimyasallar, bunların 80 bini son yüz yılda geliştirilmiş. Bu konudaki bakış açınız nedir ve risklerimizi nasıl azaltırız? Dr. Fung: Bu konu gerçekten zor çünkü çok fazla kimyasal var ve bunların çoğunun insan vücudu üzerindeki etkisi henüz tam olarak bilinmiyor. Bu kimyasalların içinde genel olarak ‘güvenli’ kabul edilenler var. Ama bu bile sadece ‘sizi bir ay içinde öldürmeyecek’ anlamına geliyor. Örneğin klasik böcek ilacı DDT. Neden sonra kansorejen olduğu ortaya çıktı. Bunun gibi türlü hikaye var.  Dr. Hyman: O zaman kansere yakalanma riskimizi azaltmak için ne yapabiliriz? Dr. Fung: Bir kere hiper insülin çok büyük bir risk faktörü. Aşırı kiloluysanız, normal kilonuza inmelisiniz. Bunu yapmanın birçok farklı yolu var. Sadece ketojenik diyet değil, vejeteryan diyetleri, pelao diyeti, çok fazla diyet var, deneyin, hangisi sizde işe yararsa onu uygulayın. Sonra, tabii ki oruç ve ‘aralıklı açlık’ gerçekten çok yararlı. Yemekle aç kalmak arasında bir denge tutturmalıyız. Yedikçe aslında vücudunuza daha fazla büyümesini söylüyorsunuz.  Elbette tip 2 diyabet, kanser gelişimi için çok büyük bir risk faktörü. Dünya Sağlık Örgütü, meme ve kolorektal dahil olmak üzere 13 farklı kanser türünü obezite ile ilişkili kanser olarak sınıflandırıyor.  Dr. Hyman: Prostat ve kolon kanserleri gibi… Dr. Fung: Karaciğer, pankreas kanserleri de var. Aslında obezite ile ilişkili kanserler dışında diğerleri yavaş yavaş azalıyor. Ama pankreas kanseri artıyor, karaciğer kanseri artıyor. Meme kanseri çok çok yaygın. Kolorektal kanserler de öyle.  Özetle normal kilonuzu korumak, diyetinizi düzene sokmak, şekeri, işlenmiş yiyecekleri büyük ölçüde kesmek ve aralıklı açlık. Önerim bunlar.

12 saatten haftada iki-üç gün oruca kadar aç kalın

Dr. Hyman: Aralıklı açlık derken 12-14 saat aralıkla yemekten mi bahsediyorsun? Dr. Fung: Evet. 12 ila 14 saat aralıkla yemeliyiz. Obezitenin büyük bir problem olmadığı 70’lerde zaten böyleydi. Şimdi, kilo vermeye çalışıyorsanız veya tip 2 diyabetiniz varsa, bunu 16 saat olarak uzatabilirsiniz, hatta daha da ileri gidebilirsiniz, 24 saat ya da birkaç gün oruç tutabilirsiniz. Bunu söyleyince insanlar endişeleniyor, “Kas kaybedeceğiz” diyorlar. “Çalışamayız, konsantre olamayız” diyorlar. Oysa bu doğru değil. Ben de diyorum ki, “Yemediğin zaman olan şey, vücuduna şeker ve yağ olarak depoladığı kaloriyi  yaktırmaktır. Vücudumuzda yağ taşımamızın başka bir nedeni yok. Bunları yakmaktan daha doğal ne olabilir?” Diyelim ki şekeriniz yüksek ve birşey yemediniz, vücut bu şekeri tüketir, şekeriniz düşer. Yüksek şeker yüksek insüline neden olur, bu da kanser riskini artırır. Aralıklı açlık, şekeri düşürmenin tamamen doğal bir yoludur. Çok fazla insülininiz varsa, 14 saatte durmanız da gerekmez. Arada birkaç güne kadar oruç tutabilirsiniz. Bu tamamen bedava, binlerce yıldır kullanılan bir yol. Neredeyse tarihteki her kültürde var.  Dr. Hyman: Ayrıca kalp hastalığı, şeker, demans ve depresyonu da önlüyor. Dr. Fung: Kesinlikle.

Basit birkaç önlemle büyük fark yaratabilirsiniz

Dr. Hyman:… Nişasta ve şekeri kesip aralıklı yiyin. Akşam yemeğinden sonra kahvaltıya kadar hiçbir şey yemeyin, hatta sabah biraz geç kahvaltı edin. Çok basit.  Jason, daha az şeker yemem ve hücrelerimi doğru beslemem için bana  ilham verdin çünkü buradaki anahtar bu. Sadece şeker yememekle de kalmıyor, daha çok meyve ve sebze, çok sayıda iyi yağ, kuruyemiş ve tohumlar tüketmeliyiz. Ve elbette işlenmiş gıdalardan kurtulmak, egzersiz, uyku, stres yönetimi.