28 Mart 2024, Perşembe
Haber Giriş: 01.10.2021 04:30 | Son Güncelleme: 25.04.2022 15:39

Küçük ve basit adımlarla zihinsel performansınızı nasıl artırırsınız?

Mark Hyman
Mark Hyman
Küçük ve basit adımlarla zihinsel performansınızı nasıl artırırsınız?
Dr. Mark Hyman: Merhaba. Bu hafta öğrenme, beyin ve hızlı okuma üzerine konuşacağız. Hoş geldin Jim. Çağımızda öğrenmenin önünde duran dört büyük düşmandan bahsediyorsun. Bunlar neler? Bunları nasıl yenebiliriz?  Jim Kwik: Merhaba. İlk düşman, dijital bilgi seli. Bugün dünyadaki her bilgiye erişimimiz var. Bilgi selinin içinde boğuluyoruz; fakat bununla nasıl başa çıkacağımıza dair pratik bilgelikten yoksunuz.  İkincisi dijital dikkat dağıtıcılar. Uygulama bildirimleri, sosyal medya bildirimleri vs. Sinir sistemimizdeki öğrenme motivasyonu merkezleri sürekli uyarılıyor; dikkatimiz dağılmadan karşımızdakiyle konuşamıyoruz. Kitap okurken ne okuduğumuzu unutup başa dönüyoruz. Odaklanma ve konsantrasyon becerimiz azalıyor.  Üçüncüsü ise dijital bunama. Eskiden kaç telefon numarasını ezbere bilirdik, şimdi kaç tane biliyoruz? Kimse 500 tane telefon numarası ezberlemek istemiyor; ben de istemiyorum, ama hatırlama yetimizi böyle böyle kaybediyoruz. Dr. Mark Hyman: Aynısı yön duygusunda da var. Navigasyon olduğu için nereye gittiğime bakmıyorum; rotayı ezberlemiyorum.  Jim Kwik: Halbuki beynimiz de tıpkı kaslarımız gibi çalışmayınca köreliyor. Beynimizin yapması gereken işi akıllı cihazlara aktardığımız için dijital bir bunama yaşıyoruz. Üstelik aynı sebepten beyin yaşlanması gibi sorunların erken teşhisi de imkansız hale geliyor. Teknolojiden yararlandığımız için, hafızamızın eskisi kadar iyi olmadığını bile fark etmiyoruz.  Dr. Mark Hyman: Tıbbi araştırmalar, beynini daha çok kullanan insanların bunama ihtimalinin daha düşük olduğunu gösteriyor. Sürekli bir şey öğrenen, okuyan, bulmaca çözen, beyin ve öğrenme alıştırmaları yapanların demans riski daha düşük. Jim Kwik: Dördüncü ve son büyük düşman ise dijital indirgeme. Teknoloji bizim yerimize her şeyi düşünüyor. Her şey önümüze geldiği için eleştirel düşünme, akıl yürütme veya analiz yetilerimizi kullanmıyoruz. Ne okumamız, ne satın almamız gerektiği algoritmalarla önümüze geliyor.  Ama bu zorlukları aşarak olumlu ilerleme kaydetmenin yolları var. Beynimizi bir bilgisayar gibi düşünürsek, bunun bir donanımı bir de yazılımı var. Stres yönetimi, uyku, pozitif akran grupları gibi yöntemlerle donanımı yükseltebiliriz. Sadece biyolojik ve nörolojik ağlar değil, içinde bulunduğumuz sosyal iletişim ağları da etkili. İnsanlarla nasıl zaman geçirdiğimiz çok önemli; çünkü ayna nöronlar denen nöronlarımız sebebiyle, her zaman etrafımızdakileri taklit ediyoruz. Çevremizdekilerin dil kalıplarını, alışkanlık, rutin ve davranışlarını benimsiyoruz. Yiyecekler de bir etken. Yediklerimiz beynimiz için çok önemli.  Donanımda durum böyle; ama işin bir de yazılım tarafı var. Nasıl daha hızlı okuruz? Yeni bir dili nasıl öğreniriz? Bir şiiri veya iş toplantısındaki isimleri nasıl ezberleriz?  Dr. Mark Hyman: İnsanlar neden bunlara ihtiyacım var diye düşünebilir; ama hayatımızdaki her şey, yetişme tarzımızın sonucu. Büyümemiz ise nasıl öğrendiğimize bağlı; öğrenme biçimi beyni fiziksel olarak değiştiriyor. Zekamızı, hayattaki imkanlarımızı doğrudan etkiliyor. Jim Kwik: Zihin çağında yaşıyoruz; bugün en çok kâr getiren yatırım, bilgiye yapılan yatırım. Şu anda burayı okuyan kimse hayatını fiziksel işlerle kazanmıyor. Zihinsel gücümüzle, sorun çözme ve yaratıcı olma, yeni şeyler hayal etme yeteneğimizle geçiniyoruz. Sadece para konusu da değil; yaşamın hazinelerine doğru gitmek için kas değil zihin gücüne ve daha hızlı öğrenmeye ihtiyacımız var.  Tek bir şeyi öğrenme hakkım olsa, öğrenmeyi öğrenmek isterim. Çünkü bu sayede her şeyi daha kolay öğrenebilirim. “Bilgi güçtür” deyip duruyoruz; ama bu aslında doğru değil. Güç, uygulamalı bilgi. Bilgi potansiyel bir güç olabilir, ama kullanmazsanız bir işe yaramaz.  Burada farkı yaratan şey şu: İşlenmemiş organik gıdalar yemek, meditasyon yapmak, günlük tutmak, duygusal bağlar ve sosyal bağlantılar kurmak, egzersiz yapmak gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ama hepimizin biliyor olması hepimizin yaptığı anlamına gelmiyor. Otuz yıl sonunda buna yönelik bir model geliştirdim. Buna “sınırsızlık modeli” adını veriyorum. Her şeyi daha hızlı öğrenmemizi ve başarmamızı sağlıyor. Burada konu mükemmellik değil. Amaç, var olduğunu düşündüğümüz limitlerimizin ötesine geçebilmek. Potansiyelimizi gerçeğe dönüştürmek.  Modelim üç “M” harfinden oluşuyor. Birinci M, “mentalite” yani düşünce yapısı. Dünyaya ve kendimize dair varsayımlarımız ve tutumumuz. Neyi hak ettiğinize, neyi başarabileceğinize, neyin mümkün olduğuna dair inancınız, sizin mentalitenizi oluşturuyor. Diyelim ki olumlu bir mentaliteye sahipsiniz. Ama hedefinize ve hayallerinize ulaşmanız için bu yetmez. İkinci M’ye ihtiyacınız var. O da “motivasyon”.  Motivasyon, bir şey için geçici heves duymak değil. Motivasyon, bir amacınız olması demek. Hayattaki büyük amacımızdan değil, bir nedenimiz olmasından bahsediyorum. Bazıları motive olmayı keyif almakla ilişkilendiriyor; buna katılmıyorum. Bir şey bana eğlenceli gelmeyebilir; ama onu yapmak için bir nedenim varsa her gün tekrarlamak için motive olabilirim.  Motivasyon içinse enerjiye ve küçük, basit adımlar belirlemeye ihtiyaç var. Ertelemekten vazgeçmeliyiz. Motive olmak istediğiniz bir şey düşünün. Yapmanız gerektiğini bildiğiniz halde yapmadığınız bir şey. Mesela isimleri akılda tutmak. Bunu yapamıyoruz, çünkü beceremediğimizi söylüyoruz. Halbuki doğru değil. Mesela, “Mark’ın elinde bir milyon dolar var ve tanıştığınız ilk yabancının adını unutmazsanız size verecek” desem, o ismi kimse unutmaz. Bir anda herkes hafıza uzmanı kesilir. Beceremiyorum derken kendimize yalan söylüyoruz. Aslında yeterli sebebimiz yok.  Öte yandan sebebin yanında enerji de gerekiyor. Bazılarının okumak için nedeni olabilir, ama enerjisi yoktur. Uyku, stres gibi sorunları vardır. Bu noktada, zihinsel canlılığımızı artırmak için uyku, stres yönetimi ve beslenmeyi iyi düzenlemek şart. Diyelim ki bu da tamam. Sebebimiz ve enerjimiz var; ama hala motive değiliz. Çünkü gözümüzde büyütüyoruz. Bu yüzden küçük ve basit adımlarla başlamak önemli. Mükemmel bir vücuda ulaşma hedefini düşünmek yerine, bunu olabildiğince küçük adımlara ve aşamalara bölün; muhakkak işe yarar. Her hafta bir kitap okumak istiyorsanız, günde 45 dakika okumam gerekir diye düşünmeyin. Hızlı okumayı öğrenip 15 dakikada yapabilirsiniz. Ya da bir cümleyle başlayın. İlla ki devamı gelir. Bir saat bisiklete binmem lazım diye düşünmeyin. Siz kapıdan çıkın, gerisi gelir.  Dr. Mark Hyman: Şınav çekmekten nefret ediyor, 10 şınav bile çekemiyordum. Ama yapmaya karar verdim. Çünkü bir nedenim vardı; yaşlanıyordum ve iyi yaşlanmak istiyordum. Yani motiveydim. Motive olunca, aslında enerjimin de olduğunu fark ettim. Şimdi 50 şınava kadar çıkardım. Küçük adımlar işe yarıyor.  Jim Kwik: Küçük adımlar zaman içinde büyüyor ve gerek bireysel gerek kültürel ölçekte dönüşüm yaratabiliyorsunuz. Mentalite ve motivasyondan sonra sırada üçüncü M var. Bu da “metodoloji”, yani yöntem bilgisi. Nasıl yapacağınızı bilmeniz gerek. Yani mentalite ne yapacağınızı, motivasyon neden yapacağınızı, metodoloji ise nasıl yapacağınızı söylüyor.  Dr. Mark Hyman: Bazı pratik ipuçları verebilir misin? Mesela daha hızlı okumak, isimleri hatırlamak nasıl mümkün olabilir? Jim Kwik: Hızlı okumaya dair bazı ipuçları vereceğim; ama önce bunun mümkün olduğuna ve bunu yapmak için bir nedeniniz olduğuna inanmanız gerek. İnanmadan benimseyemezsiniz. Ortalama bir kitap 64 bin sözcükten oluşuyor. Ortalama bir insan dakikada 200 kelime okuyor. Yani bir kitabı bitirmek için 320 dakikaya ihtiyaç var. Kulağa çok geliyor, ama haftanın yedi gününe bölünce, günde 45 dakika ediyor.  Gün içinde bu 45 dakikayı bölebilirsiniz. Mesela 20 dakika sabahtan, 25 dakika öğleden sonra. Böylece yılda 52 kitap okunabilir. Bu çok şeyi değiştirir. Herhangi bir konuda doktora yapmış gibi olursunuz. Üstelik hızlı okuma dersleri veriyoruz; insanlar okuma hızlarını üç katına çıkarabiliyor. Yani günde 15 dakika okuyarak haftada bir kitap bitirebiliyorsunuz.  Dr. Mark Hyman: Peki okuduğumuzu aynı şekilde anlayıp aklımızda tutabiliyor muyuz? 45 dakikadan 15 dakikaya inmenin tekniği ne? Jim Kwik: Daha hızlı okuyanlar aslında daha iyi anlıyor. Bu bir gerçek. 195 ülkeden çocuk ve yetişkin öğrencilerle yaptığımız eğitimlerden gelen veriler bunu gösteriyor. Peki bunu neden yapamıyoruz? Birincisi, eğitim eksikliği. Okumak doğuştan gelen değil, öğrenilen bir şey; ama en son okuma dersini yedi yaşındayken gördük. O zamandan beri her şey değişti, fakat biz hala aynı şekilde okuyoruz. Yani burada aşılması gereken bir zorluk var. İkinci sebep ise odaklanma sorunu. Daha hızlı okuyamıyoruz, çünkü odaklanamıyoruz. Sayfanın sonuna geldiğimizde başını unutmuş oluyoruz. Sonra dönüp tekrar okuyoruz.  Günümüzün yaklaşık dört saati bir şeyler okumakla geçiyor. Telefon mesajları, e-postalar, dergi, gazete, bilgi işlemek için ihtiyacımız olan ne varsa… Ortalama bir iş gününün dört saati bilgi işlemeye gidiyor. Yani maaşın yarısı bir şeyler okuyalım diye veriliyor. Halbuki günde iki saatimizi boşaltabiliriz. Bunun yılda ne kadar uzun bir zamana denk geleceğini düşünmek bizi motive edebilir.  Dr. Mark Hyman: Yani her şirketin çalışanlarına bu eğitimi aldırması gerekiyor.  Jim Kwik: Motivasyon varsa, geriye metodu öğretmek kalıyor. Teknik çok basit. Daha hızlı okuyanlar daha iyi odaklanır. Çünkü yavaş okuduğunuzda, beyninize her seferinde tek bir sözcük verirsiniz. Beyin bir nevi açlık çeker. İhtiyacı olan uyarıcı verilmeyince dikkati dağılır ve eğlenecek başka şeyler arar.  Araba sürmek gibi. Kendi semtinizde 30 km hızla giderken çok da odaklanmazsınız. Bir yandan kahvenizi içer, yanlış olduğunu bildiğiniz halde telefondan yazışırsınız. Sohbet eder, kuru temizlemeciye gitmeyi düşünürsünüz; çünkü yavaş gidiyorsunuzdur. Ama yarış arabasında sadece iki şeye odaklanırsınız: Sürüş eylemine ve önünüzdeki şeye. Aynı şekilde, hızlı okuyanlar okuma eylemine ve önlerindeki şeye odaklanır. Bu yüzden “hızlı okursam anlamam” efsanesi doğru değil.  Metotla halledebileceğimiz bir diğer sorun ise “iç ses”. İç ses veya seslendirme, okuduğumuz sözcükleri içimizden söylemek demek. Okurken zihninizde iç sesinizi duyduğunuzu fark ettiniz mi? Bu bir sorun; çünkü sözcükleri anlamanız için söylemeniz gerekiyorsa, ancak konuşabildiğiniz hızda okuyabilirsiniz. Yani okuma hızınız konuşma hızınızla sınırlı kalır; düşünme hızınıza ulaşamaz. Sözcükleri anlamak için söylemek gerektiğine inanıyoruz, aslında gerekmiyor. Virgül, soru işareti gibi şeyleri nasıl söylemiyorsak, birçok sözcüğü de söylemeyebiliriz. Gördüğümüz sözcüklerin yüzde 95’ine zaten aşinayız, yani bunları telaffuz etmemiz gerekmiyor. Hızlı okumayı öğrenenler her sözcüğü telaffuz etmiyor.  Bir diğer sorun ise geriye dönme. Çoğu insan yavaş okuyor, çünkü farkında olmadan sözcükleri tekrarlıyor. Okurken vaktimizin yüzde 25 ila 50’si sözcükleri yeniden okumakla geçiyor; gözler için de çok yorucu. Hızlı okumada ise “duraklar” var. Duraklar, gözümüzü durdurmak için seçtiğimiz farklı sözcükler. Okurken gözünüzü bir sözcüğe, sonra bir sözcüğe, sonra bir diğer sözcüğe sabitliyorsunuz. Ortalama bir kitapta satırda 10 sözcük, yani 10 durak var. Mesela çocuklar okumayı yeni öğrenirken çok yavaştır; çünkü sözcükleri değil harfleri görürler ve her bir harfe bakıp onun sesini çıkarmaya çalışırlar. Bu yüzden bir satırda 40 durakta dururlar; okumaları uzun sürer. Çocuklar 40, yetişkinler 10 durakta dururken, hızlı okuyanlar iki, üç ya da dört durakla bir satırı bitirir. Normal yetişkinler harfleri toplu halde görürken, hızlı okuyanlar sözcükleri toplu halde görebilir. Böylece göz bir satırda iki üç kez durur; yani trafiğe takılmaz.  Bu yüzden daha hızlı okumak için sözcükleri grup halinde görmeyi öğrenmek ve içinizden söylemeyi bırakmak gerekir. Çok basit başka bir yöntem daha var: Görsel bir hızlandırıcı kullanmak. Kalem, fosforlu kalem, bilgisayarda fare, parmağınız olabilir. Sözcüklerin altını çizince hiçbir şeyi atlamazsınız. Alışıldık hızlı okuma kurslarında bazı sözcükleri atlar, konunun özünü görmeye uğraşırsınız. Ama mesela bir doktorun bir metni okurken konunun özünü anlaması yetmez. Bu yüzden altını çizme yöntemine ihtiyaç var. Altını çizmek derken, gerçekten çizmekten bahsetmiyorum. Kağıda veya ekrana dokunmadan, bir şeyi kılavuz olarak kullanıp onu takip etmekten bahsediyorum.  Bir deneme yapın. Kılavuz kullanmadan 60 saniyede kaç satır okuduğunuza bakın. Sonra sayfadaki yazıyı parmağınızla takip ederek 60 saniye okuyun ve kıyaslayın. İkinci sayı ilkinden yüzde 25-50 oranında daha yüksek çıkacak. Aslında çocuklar bunu yapıyor; daha iyi odaklanmak için okurken parmaklarını kullanıyorlar. Ama büyüyünce bırakıyoruz.  Motivasyon demiştik. Bu testi yapıp faydasını görünce herkes parmağını kullanmak için bir nedeni olduğunu görüp uygulayacaktır. Bu yöntemin yararlı olmasının başka bir sebebi de var. Hareket eden şeye bakmak isteriz. Bir kalemin ucuyla metni takip edersek, gözümüz onun peşinden gider. Metin gözlerimizi peşinden sürükler; dikkatimiz dağılmaz.  Üstelik sinir sistemimiz ve duyularımızın çalışma biçimi de bunu destekliyor. Güzel bir meyvenin, mesela şeftalinin tadını düşünün. Aslında şeftalinin tadını almayız. Diliniz şeftalinin tadını alamaz. Aslında onu koklarız. Ama koku ve tat alma duyuları öyle bağlıdır ki, zihin aradaki farkı ayırt edemez.  Dr. Mark Hyman: Mesela burnumuz tıkalıyken yemeklerin tadını alamayız. Jim Kwik: Koku ve tat alma duyuları nasıl birbirine bağlıysa, görme ve dokunma duyuları da birbirine bağlı. Okurken sözcükleri parmağıyla takip eden insanlar, okuduğu şeye temas ettiğini hissediyor. Mesela küçük bir çocuğa “Anahtarlarıma bak” derseniz, çocuk anahtarlara uzanıp tutar, çünkü görmek için dokunması gerektiğini hisseder. Görme engellileri düşünün. Onlar da dokunarak okur.  Dr. Mark Hyman: Kitabında böyle birçok pratik bilgi var. Bunların hepsini dikkate almak, insanları istedikleri alanda sınırsız olmaya götürebilir.  Jim Kwik: Bu tarz yöntemlerin sağladığı özgüven sayesinde kendimizi gösterebiliriz. Bir odaya girip 20 kişiyle tanışır ve çıkarken hepsine adıyla hitap ederseniz farklı görünürsünüz. Özellikle de iş dünyasında.  Dr. Mark Hyman: Teşekkürler Jim.