Altı yıl önce mütevazı şekilde başlattığımız matematik ve fen bilimleri eğitim modeli, on binlerce çocukla test edildi ve gittikçe büyüyor. Umarım kitleselleşmesini de sağlarız
Can Gürses / Konuk Yazar
Türkiye’de artık günlük hayatın her yerine nüfuz etmiş çok ilginç bir refleks var: Uğraşılması, baş edilmesi zor görülen problemleri daha iyi anlamak ve farklı çözüm önerileri üretmek yerine ya tümden inkar etmek ya da yasaklamak.
Bu refleksin en yeni örneklerinden biriniyse geçen haftalarda ilan edilen müfredatta görüyoruz. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in ifadesiyle geçmiş müfredat öğrencileri zorladı ve başarısızlık algısı yarattı; konuların üçte birinin elenmesiyle oluşturulan yeni program da oldukça tepki çekmesine rağmen bu nedenle hızlıca onaylandı.
Bir ülkenin bilimde gelişmesi, anlaşılması zor olan konuları elemesiyle değil bu konuları daha verimli şekilde nasıl anlatabileceğini araştırıp bulmasıyla gerçekleşir.
Eğitim standardını sürekli geriye çekerek ileriye giden ülkelerin tam listesi “boş küme”dir - ki “kümeler” gibi matematiğin en temel konularından biri bile yeni müfredatta ‘sadeleştirildi’.
Biz eğitimdeki zorlukları görmezden gelmek yerine, daha iyi nasıl yapılabileceği üzerine kafa yoralım. Çünkü mevcut eğitim sistemindeki bu bakış açısının özellikle matematik ve fen bilimleri alanlarına karşı öğrencilerde büyük kaygı ve önyargı yarattığı apaçık.
Ayrıştığımız üç nokta var
Özellikle sayısal alanlara karşı erken yaşta geliştirilen kaygı ve önyargının ne kadar kritik sonuçlarının olabileceğini Stanford Üniversitesi’nin 2018’de yayımladığı bir raporda görmek mümkün. Bu rapor bize çocuk yaşlarda sayısal alanlara karşı geliştirilen olumlu bakış açısının, bireylerin sonraki akademik ve iş yaşamlarında IQ kadar etkili olduğunu gösteriyor.
Dolayısıyla belki de özellikle sayısal alanlarda çocukların öncelikle olumlu bir bakış açısı kazanmasına ve bu alanları günlük hayatla ilişkilendirmesine şu anda olduğundan çok daha fazla önem vermeliyiz.
Çünkü matematik diğer alanlardan farklı olarak, kendi notasyonu ve dolayısıyla dili olan bir alan. Bu onu diğer alanlardan biraz daha soyut bir hale getiriyor. Tıpkı bir lisan öğrenirken en iyi öğrenme metodunun yaşayarak ve günlük hayatta pratik yaparak olması gibi, matematik öğrenmenin de en doğal yöntemi, öğrenciye günlük hayat bağlantısını gösterecek örnekler ve pratikler sunmak.
Bu olmazsa birtakım kuralları ezberlemiş ama onları nerede, nasıl kullanacağını bilmeyip sonrasında tümden matematiğin günlük hayatta ne işe yaradığını sorgulayan bir toplum yaratmış oluyoruz. İngilizce eğitiminde çoğu kez karşılaştığımız gibi: Çok iyi gramer bilip asla konuşamama… Ve hep şikayet ettiğimiz kısır döngüye yeniden düşüyoruz.
Yıllardır eğitimdeki sorunlara odaklı bir girişimci olarak bundan altı yıl önce mütevazı hedeflerle Çocuklar için Matematik Akademisi’ni tam olarak bu kısır döngüden çıkmak amacıyla kurdum.
Çocuklar için Matematik Akademisi’nde sınav sisteminden bağımsız bir eğitim modeli uyguluyoruz. Mevcut eğitim sisteminden üç kritik noktada ayrışıyoruz:
PROGRAM: Bilindiği gibi Türkiye’de eğitim sistemi, sınav sisteminin uydusu olmuş durumda. Herhangi bir alanda, örneğin matematikte, eğitim programında nelerin önemli olduğundan çok sınav için önemli olan temalar şekillendirici. Matematik Akademisi’nde sınavın neyi önceliklendirdiğini bir kenara bırakarak matematik ve fen bilimleri için aslen önemli olan temalara öncelik verdik.
METOT: Akademide öğrencilerin bizlerle geçirdiği her ders, önce o günün temasına yönelik tartışma bölümü ve sonrasında tartışılan konuyu somutlaştırıcı aktivitelerle geçiyor. Bu iki unsuru da ne yazık ki mevcut eğitim sistemindeki yapıda, sınıf ortamında uygulamak mümkün değil.
EĞİTMEN PROFİLİ: Eğitmen kadrosunun tamamı matematik ve fen bilimleri fakültelerinde çalışan, alanında uzman genç akademisyenlerden oluşuyor. Küçük yaştaki çocukların sordukları soruları ertelemeden, doğrudan muhatap alıp en yetkin şekilde cevap verebilme açısından bu eğitmen profilinin de oldukça önemli olduğunu düşünüyorum.
Altı yıl önce oldukça mütevazı şekilde başlayan bu oluşum, geçen yılı Türkiye ve yurtdışından 3 bin öğrencinin katılımıyla tamamladı. Bu takvim yılını da 4-5 bin arasında bir katılımla tamamlayacağız. Bu organik büyüme bize gösteriyor ki artık ülkemizdeki aileler de mevcut eğitim sistemine yenilikçi bir alternatif arıyor.
Bu tarz yenilikçi bir eğitim modelinin devlet eliyle gerçekleşmesinin de önünde bazı önemli ve açık engeller görüyorum. Az önce belirttiğim üç temel unsur olan eğitim programı-eğitim modeli-eğitmen profilinin tamamen devlet veya bazı belediyeler inisiyatifiyle yürütülen bir oluşumda değişmesi oldukça zor. Buna başvurmak, şikayet edilen problemi, bu probleme sebep olan koşulları yaratanların inisiyatifiyle çözmeye çalışmaktan başka bir şey olmaz.
Klasik reflekslerden uzak
Her girişimin tabi olduğu turnusol testinden bu oluşumu da geçirdiğimizde artık temel fikrin ispatı ve sürdürülebilirlik aşamalarını çoktan geçtiğini görüyoruz.
Elimizde matematik ve fen bilimleri eğitim modelini on binlerce çocukla uygulamış, gittikçe büyüyen bir oluşum var. Önümüzdeki aşama artık kitleselleşmek.
Geçmişte Köy Enstitüleri’nin uyguladığı modelin yaygınlaştırılmış şehir versiyonu olarak, genç akademisyenlerle çocukları en erken yaşlarda buluşturan ve ekonomik olarak çoğunluğun erişebileceği şekilde kurguladığımız bu oluşum umarım yakın bir gelecekte Türkiye’nin dört bir yanındaki yüz binlerce çocukla buluşacak noktaya ulaşacaktır.
Bunun gerçekleşmesinin, yazının başında bahsettiğim klasik Türkiye refleksinden arınmış, önündeki problemleri yok saymak yerine çözmeye odaklı, kritik düşünebilen yeni nesillerin oluşmasında önemli bir katkı sağlayacağı inancındayım.
Can Gürses: Çocuklar için Matematik Akademisi’nin ve Sınav Uzmanı girişiminin kurucusu. ODTÜ Fizik ve Matematik bölümleri mezunu. Uzun yıllardır bilim, teknoloji ve eğitim üzerine yazdı, yayınlar yaptı.