Yanılmıyorsam 2018 sonu ya da 2019 başı gibi olmalı. Organizasyon bana aitti. Altan Öymen ve Hasan Cemal’i bir cumartesi günü Yeniköy’deki bir balıkçı restoranında öğle yemeğine davet ettim.
Bizi bir araya getiren, üçümüz arasında daha 1980’li yılların başından, Cumhuriyet yıllarından gelen ortak bağlardı. Onların ahbaplığı daha da eskiydi.
Altan Öymen, 12 Mart döneminde Devrim Gazetesi Yazı İşleri Müdürü olarak aldığı mahkumiyet kararları nedeniyle Hasan Cemal’in polisle başının dertte olduğu bir dönemde, kendisini her şeye rağmen gazetecilikten kopmasını önleyen, gazeteciliğe devam etmeye teşvik eden, ona mesleğin püf noktalarını öğreten hocasıydı.
Altan Ağabey, sonradan gazetecilikten ayrılıp 1977 genel seçimlerinde CHP’den siyasete girmiş, kısa süreli bir bakanlık tecrübesi de olmuştu.
Daha sonra 12 Eylül 1980 darbesiyle siyasi yasaklı hale gelip asli mesleği gazeteciliğe döndüğünde, Altan Ağabey’i Cumhuriyet gazetesinde işe alan da dönemin genel yayın yönetmeni olarak Hasan Cemal’den başkası değildi. Beni 1 Mart 1979 tarihinde Cumhuriyet Ankara Bürosu’nda diplomasi muhabiri olarak işe başlatan da yine Hasan Cemal’di.
Bir dönem Cumhuriyet çatısı altında bulunmamız yanında üçümüzün ortak bir başka paydası, Mekteb-i Mülkiye, yani Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olmamızdı. Altan Öymen 1955, Hasan Cemal 1965 ve ben de 1982 yılında bitirmiştik Mülkiye’yeyi
Bir de Altan Ağabey ile benim aramda ortak bir nokta vardı. Her ikimiz de Mülkiye’de okurken aynı zamanda gazeteci olarak tam zamanlı çalışmıştık. Bu yüzden ben iki yıl gecikmeli olarak mezun olmuştum okuldan. O da Mülkiye’e 1949’da girip 1955’te mezun olduğuna göre benim gibi altı yıllık bir öğrenciydi.
Sonuçta, Mülkiye ve gazetecilik kökenlerimiz itibarıyla aramızdaki ortak bağlara karşılık üç ayrı kuşağı temsil ediyorduk.
xxx
Yemekte tabii bu üçlü bir araya geldiği zaman bekleneceği üzere 12 Mart muhtırası sonrasındaki ara rejim ve 12 Eylül darbesi dönemleri, basın ve siyasetle ilgili ilgili anılar, tartışmalar, takılmalar birbirini izledi.
Hasan Cemal o yemekte konuşma süresini biraz daha geniş kullandı ve ona yine biraz fazla takıldı diye hatırlıyorum. Ben şahsen meslek büyüklerimin yanında biraz geri çekilmeyi uygun görürüm. Bu arada, Hasan Cemal’in ertesi günü beni arayıp “Altan ağabeyin üstüne fazla mı gittim” diye sormak ihtiyacını duyduğunu da çok iyi hatırlıyorum. Altan Ağabey ise her zamanki gibi büyük bir olgunlukla, tebessümle karşılamıştı onun dokundurmalarını. Hasan Cemal’e bir zaafı olduğunu hemen hissedebilirdiniz.
Böyle yazdığım sizi yanıltmasın, çok keyifli bir öğle yemeğiydi, fonda Yeniköy’den karşı kıyıda Beykoz sahillerine uzanan İstanbul Boğazı’nın muhteşem peyzajı içinde. Yeniköy ile Beykoz arasındaki motorlar hemen yanımızdan geçip iki yaka arasında gidip geliyorlardı.
Yemek daha da uzayabilirdi; çünkü üçümüz de büyük keyif alıyorduk… Sohbet ucu açık bir şekilde saatlerce, saatlerce devam edebilirdi.
Ama Altan Ağabey’in aklı, evde bıraktığı ve sağlık durumu hiç de iyi olmayan Aysel Hanım’daydı. Bu nedenle ne kadar devam etmek istese de kalkmak zorundaydı.
Yemeğin sonunda vedalaşırken, Altan ağabey “Bir sonraki yemeği ben organize ediyorum” dedi.
Peki vaat ettiği bu yemek yendi mi?
Hayır ama Altan Ağabey’in söz konusu vaadi bu üçlü arasında yıllara yayılan, gündemden düşmeyen uzun bir tartışmanın konusu olarak kaldı.
xxx
Bunun bir nedeni, 2020 başında pandeminin başlaması ve herkesin evine kapanmasıydı. Ardından Aysel Hanım’ın sağlık durumunun daha da kötüye gitmesi ve 2024 başında vefatı onun için çok sıkıntılı, üzüntülü bir dönemdi.
Aysel Hanım, kendisinin Mülkiye’den sınıf arkadaşıydı. Sonradan Hazine’ye girmiş ve Türkiye’nin ilk kadın Hazine Genel Müdürü olmuştur.
4 Haziran 1956 tarihinde evlenmişlerdi. Altan Öymen’in hatıratının 1955-60 yılları arası dönemi anlattığı “…Ve İhtilal” başlıklı dördüncü cildinde bu evliliğin renkli bir hikayesi var.
Altan Ağabey nikahın kıyılacağı gün evde smokinini kuşanır ve taksiye binerek Aysel Hanım’ın gelinliğinin dikildiği Nevin Hanım’ın Kızılay İzmir Caddesi’ndeki atölyesine gider. Aysel Hanım'ı buradan alıp nikah dairesine götürecektir.
Gelgelelim dışarıda bekleyen taksi ikisini nikah dairesine götürdüğünde törene geç kalmışlardır. Herkes içeride gelinle damadı beklemektedir.
Altan Ağabey’e göre, gecikme nedeni terzihanedeki işlerin uzamasından kaynaklanmıştı. Aysel Hanıma göre ise neden müstakbel damadın onu almaya geç gelmesiydi.
Altan Ağabey, kitabın 280’inci sayfasında “Aramızdaki bu tartışma bugün bile sonuca bağlanmış değil” diye yazıyor.
xxx
Bu dipnotundan sonra konumuza dönelim…
Geçen dönemde bizim yemek bir türlü organize olmadıysa da Altan Ağabey ile temasımız hiçbir zaman kesilmedi. Onu sıkça aradım. O da beni arardı. Benim en önemli destekçilerimden biriydi diyebilirim. Yazılarımı dikkatle okur, sıkça arayıp tebrik ederdi. Hatta bazen takılıp “Bermutat görevimi yerine getiriyorum…” diye söze girerdi.
Hürriyet’in 2018 yılı Mart ayında sahiplik değiştirmesinden sonra gazetede kalıp yazmaya devam etmem konusunda kuvvetli telkinleri olmuştu.
Derken pandemi dönemi geride kaldı. Altan Ağabey, o gün Yeniköy’deki yemekte Hasan Cemal ile bana verdiği sözünü unutmuş değildi. Ve her karşılaştığımızda ya da telefon konuşmamızda doğrudan kendisi hatırlatıyordu yemek organizasyonu meselesini.
Bu hatırlatmalar sonunda şöyle bir format da kazandı onun cephesinde. Her konuşmamızın sonunda “O yemek meselesini unutmadım, aklımda…” diye sözünü bağlıyordu esprili bir şekilde.
Birçok ortamda karşılaşıp görüşsek de bu üçlü buluşma bir türlü olmadı.
Ancak her seferinde gülerek “Aklımda…” demeye devam etti.
Bu "Aklımda..." ifadesinin gerisinde Altan Ağabey’in sevdiği bir fıkra vardı. Buna göre, adamın biri bir bakandan oğlunu işe alması için ricada bulunmuştur. Her karşılaştıklarında bakan, “Aklımda…” diyerek konuyu unutmadığını vatandaşa anlatmaktadır. Ancak yıllar geçer durum değişmez, adamın çocuğu bir türlü işe giremez. Adam da bakana patlar günün birinde: “Oğlumu mu işe alıyorsun, yoksa lades mi oynuyoruz seninle?”
xxx
Bizim cephe de pek farklı değildi.
Gerçekten de organize etmek istediği, bizlerle birlikte olmak istediği konusunda hiçbir şüphem yoktu. Ama bir şekilde organize olup yemeği düzenleyemiyordu.
Bunun üzerine serezenişte bulunmayı bırakıp tepkimi onun hissedeceği bir eşiğe yükseltmeye karar verdim. Bir gün yine bir telefon konuşmamızın sonunda şu tehdidi kendisine yönelttim: “Altan Ağabey, biliyorum bu yemek yenmeyecek. Bu nedenle bir karar aldım, meselenin geldiği noktada bu durumu Türk kamuoyuna duyurmaya karar verdim. Gazeteye küçük bir ilan verip durumu anlatacağım. Duyuruda şöyle denilecek:‘Kıymetli meslek büyüğümüz Altan Öymen’in bundan yıllar önce meslektaşları Hasan Cemal ve Sedat Ergin’le bir araya geldiği bir öğle yemeğinin sonunda bir sonraki organizasyonu bizzat kendisinin üstlendiği yolundaki taahhüdünü getireceğine dair bütün beklentilerimi askıya aldığımı Türk kamuoyuna saygıyla duyururum.’
Bu hınzırca tehdidim, evet onu galiba biraz sarstı, gelgelelim durum yine değişmedi.
Sonrasındaki dönemde her konuşmamızın sonunda o gülerek ”Aklımda…” diye noktayı koyduğunda, ben de tehdidimi tekrarlıyordum. “Şaka değil vallahi yaparım, parayı kıyıp vereceğim ilanı, ona göre…”
O ise her seferinde kahkahayı patlatıyor ve bu tehditlerimle çok eğleniyordu.
Benim tehditlerim bir işe yaradı mı diye soracak olursanız, hayır yaramadı…
Bu durumda artık kademeli tırmandırma stratejisi içinde bir üst eşiğe taşımam gerekiyordu elimdeki kartları. İlan vermedim ama tahrip gücü bakımından çok daha etkili bir silaha başvurdum bütün hinliğimle. Şaka değil, gerçekten de o adımı attım.
xxx
Ama bu adımı açıklamadan önce 11 Haziran tarihine, bu üçlünün yeniden bir araya geldiği güne gidelim. Evet buluştuk ama konuştuğumuz şekilde bir yemek masasında değil, bu kez bir hastane odasında.
O gün Altan Ağabey İstanbul’daki bir büyük hastanede ağır bir ameliyat geçirdi.
Yaklaşık dört yıldır akciğerinde kötü huylu küçük bir tümörün olduğu ve ilerleyen yaşı nedeniyle doktorların risk almayıp hemen ameliyat etmek yerine izlemeyi tercih ettiklerini bu vesileyle öğrendik. Biz “aklında mı, değil mi” diye karşılıklı takılırken, o vücudunda bir tümör taşıyormuş meğerse kimseye anlatmadan.
Kontrollerde tümörün birden büyümeye başladığı tespit edilince, hemen ameliyata alınması zorunlu hale gelmişti.
Hasan Cemal ile o sabah hastane odasında buluştuk. Ameliyat sonrasında yerleştirileceği odaya bir yan kapıyla açılan refakatçi odasında Altan Ağabey’in getirilmesini bekliyorduk. Kızı Aslı, damadı Yasin Ekinci, oğlu Murat ve gelini Betül herkes bir tedirginlik içindeydi.
Nedeni, 93 yaşındaki bir hastanın genel anesteziye girdiği zaman vücudunun, özellikle de beyninin buna nasıl karşılık vereceği sorusunun taşıdığı risklerle ilgiliydi. Bu yaşta özellikle zihinsel yetilerine ciddi bir zarar verebilirdi. Altan Ağabey’in odaya getirilmesi beklenirken, herkes bu riskin farkındaydı.
Onu yeniden eski cevval haliyle görebilecek miydik karşımızda?
xxx
Ameliyatı başarıyla yapan Prof. Alper Toker, bu riski bertaraf etmek için ameliyatı mümkün olduğu kadar kısa bir sürede tamamlayacağı bir yöntem izlemişti. Yoğun bakımda da pek tutmak istemiyordu hastayı ameliyattan sonra. Ameliyatı da gerçekten yarım saatte tamamlamıştı.
Tahminimizden de kısa bir süre içinde sedyede odaya getirildi Altan Ağabey. Henüz bilinci açılmamıştı. Biz yanına girmiyorduk. Sadece çocukları ve damadı çok kısa süreli kapıdan bakıp çıktılar.
Bize başlangıçta söylenen, çok uzun bir süre hiçbir ziyaretçinin yanına alınmayacağıydı.
Derken hepimizi şaşırtan bir şey oldu. Kendine gelip gözlerini açtıktan hemen sonra çevresiyle iletişime geçti Altan Ağabey.
Aslı benim de kendisine yaklaşmadan kapıdan içeri başımı uzatabileceğimi söyledi. Kapıdan içeri girdim, kapının yanında durarak “Geçmiş olsun Altan Ağabey” diye seslendim. Göz göze geldik. Anestezinin etkisini tam olarak atamamış olan Altan Ağabey, bana gülerek baktı ve şöyle dedi: “Aklımda…”
xxx
Daha sonra hastanede yine ziyaretine gittim. Ayrıca, hastaneden çıkmasından sonra 21 Haziran cumartesi günü evinde de ziyaret ettim. 20 Haziran yaş günüydü. Gecikmeli olarak yaş günü pastasını kestik diğer konuklarla birlikte. Ve bizim “Aklımda…” muhabbeti yine devam etti tabii ki...
İlginç olan nokta, Altan Ağabey’in bu konuyu kendisini hastanede olsun, evinde olsun ziyaretine gelen konuklarına da esprili bir şekilde anlatmasıydı. Hastaneye gelen CHP Genel Başkanı Özgür Özel de bunlardan biriydi.
İşin renkli kısmı, Özgür Özel’in bu hikayeyi kendisinden dinleyince, “Olur mu öyle şey Altan Ağabey, bu yemeği ben üstleniyorum, ben organize edeceğim” diyerek bizim yıllardır askıda sallanan projeye el koymasıydı.
Tabii hesabı da üstlenmiş oluyordu.
İşte bu noktada biz de karşı saldırıya geçtik, “Altan Ağabey bakıyoruz hesabı da Özgür Özel’e havale ediyorsun” diye…
Ve tabii yine gülüşmeler, kahkahalar...
xxx
Yaş gününü kutladığımız sırada bir şey dikkatimi çekti. İnsanların ziyaretleri, gösterdikleri hürmet ve sevgi onu ne kadar mutlu ediyordu. Odası sanki bir sevgi deniziydi.
Tabii, sevgi-saygı faslına girince benim geri adım attığımı zannediyorsanız, fena halde yanılıyorsunuz. Altan Ağabey’in bize bir meslek büyüğü olarak her zaman en birinci öğüdü “fikri takip”ten vazgeçmemek olmuştu. Dolayısıyla, ondan hep feyiz almış biri olarak bu yemek meselesi dosyasındaki fikri takibi hiç bırakmadım.
Gazeteye ilan vermedim. Ama söylediğim gibi daha ağır bir hamle yaptım. Bu “Aklımda…” meselesini 27 Haziran sabahı İsmail Küçükkaya’nın “Halk TV”deki sabah programında bütün Türk kamuoyuna ilan ettim.
Aslında İsmail ile amacımız, yayında bir hafta önce evindeki yaş günü kutlamamızdan çekilmiş fotoğrafları ekranda gösterip, ona nekahat döneminde TV ekranından bir hoşluk yapmaktı.
Bu “Aklımda…” meselesini programda baştan aşağı aynen bu yazıda olduğu gibi anlattım. Hatta Özgür Özel’in yemek organizasyonunu üstlenmesi aşamasına kadar gittim.
Ve ona hiç beklemediği bir salvo daha gönderdim: “Benim pozisyonum şu: Altan Ağabey’in üçlü çerçevede yaptığı bir taahhüt var. Önce bu üçlü taahhüt yerine getirilir. Sonraki aşamada Özgür Özel’in organizasyonunda dörtlü çerçevedeki yemek yenir. İki ayrı yemek olur.”
xxx
İsmail’in canlı yayında anlattığına göre, aldığı sağlam istihbarat çerçevesindeki konu Öymen ile Özel arasında aynen şöyle geçmişti. “Nedir bu aklımda meselesi” diye konu açıldığında, Altan Ağabey Özgür Özel’e "Benim ve Hasan Cemal’in pahalı ayranlar (X) içmeyi sevdiğimizi, bu yüzden yemeğin pahalıya geleceğini" söylemişti, işi espriye vurarak... Özel de “Organizasyonu ben yapıyorum, faturayı da üstleniyorum” diye karşılık vermişti.
(Not: İsmail’in bu konuda mevzuattan kaynaklanan yasaklar nedeniyle ‘ayran’ kelimesini canlı yayında ‘şarap’ karşılığı kullandığını tahmin ediyoruz. Nitekim ben de yayında ‘en kalite rekolte ayranları sevdiğimizi’ söylemekten çekinmedim.)
Altan ağabey o sabah yayın sırasında Halk TV’deki programı izleyememişti. Ancak Aslı, daha sonra programı Youtube’dan baştan sonu izletmişti babasına.
Yayının ertesi günü sabah saatlerinde telefonum çaldı. Arayan Altan Ağabey’di. Bana uzun uzun teşekkür etti. Mutlu olmuştu ve aynı zamanda belli ki çok da eğlenmişti. Tabii, iki yemeği de bedavaya getirdiğim için bu işten bayağı kazançlı çıktığımı da söyledim kendisine.
O yemeği organize edeceği konusunda yine ısrarlı oldu, “Yapacağız” dedi. Hatta daha sonra bir süre kalmak üzere gideceği Büyükada’da eşlerimizle birlikte toplu bir halde buluşmamızın ne kadar güzel olacağını söyledi. Bunu gerçekten de yapmak istiyordu.
Her şey yolunda gidiyordu ve artık Büyükada’daki organizasyonun planlarından konuşmaya başlamıştık ki, birden sağlık durumunun kötüye gittiğini öğrendik.
Dün sabah yeniden aynı hastanedeydim. Bu kez hastanenin eksi üçüncü katındaki yoğun bakım ünitesindeydi. Uyutulup solunum cihazına bağlanmıştı. Çıktığı uykudan uyanamadı ne yazık ki Altan Ağabey…
Ama bir gün bilmediğimiz bir diyarda Altan Ağabey ile yeniden karşılaşırsak, her zamanki zarafeti ve yüzündeki tebessümüyle “Sedat, aklımda unutmadım…” diyeceğinden çok eminim.