Türkiye’de zorunlu eğitim 12 yıl. Fakat bugünlerde bu sürenin uzun olup olmadığı tartışılıyor. Üniversite sınavında oluşan yığılma ve liselerin gençleri hayata hazırlamadığı gerekçesiyle meslek liselerinin güçlendirilerek sürenin kısaltılması gerektiğini savunanlar mevcut. Ancak bu, çocuk işçiliğin artması ve kız çocukların eğitimden uzaklaşması gibi riskleri beraberinde getiriyor. Ortak görüş ise öncelikle verilen eğitimin kalitesinin artırılması yönünde.
Türkiye 4+4+4 modeliyle bundan 13 yıl önce tanıştı. Zorunlu eğitimin ortaöğretimi de kapsayarak 12 yıla çıkarılması, ortaöğretime yönelik talebin arttığı bir dönemde gerçekleşmişti. Hedef, eğitime erişimi artırmaktı. Nitekim ortaöğretimde net okullaşma oranı 2011-12’de yüzde 67.4 iken 2022-23’te yüzde 91.7’ye yükseldi. Özellikle Haydi Kızlar Okula ve Baba Beni Okula Gönder gibi kampanyalarla kız çocukların okullaşma oranlarında kayda değer ilerlemeler oldu, cinsiyet farkı azaldı.
Ortaöğretimde okullaşma oranı 2022-23’te yüzde 91.7’yi görse de MEB verilerine göre bu, 2023-24’te yüzde 88’de kaldı. Ayrıca 14-17 yaş aralığında okul dışında kalan çocuk sayısı yalnızca bir yılda yüze 59.4 artarak 452 bini aştı. Açık liselere geçiş ise alınan tüm tedbirlere rağmen son üç yılda yüzde 40’a yakın arttı. Günümüzde mesleki ve teknik liselerde her iki öğrenciden biri ise 20 gün ve üzeri devamsızlık yapıyor.
Tartışmalar bu yıl başladı
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin ise bu yılın farklı zamanlarında yaptığı açıklamalarla “12 yıllık zorunlu eğitim uzun mu değil mi?” tartışmasını ateşledi. Bakan şubat ayındaki açıklamasında “Zorunlu eğitimin çok olduğunu, yakında bunun tartışmaya açılacağını tahmin ediyorum. Bu kadar uzun bir süre standart bir eğitime çocukları tabi tutmak doğru olmayabilir” derken mayıs ayında “12 yıllık zorunlu eğitimle ilgili bazı olumsuzlukların olduğu yönündeki tartışmaları izliyoruz. Yıl sonunda bir karara varırız. İş dünyasındakiler, ara eleman temininde güçlük çektiklerini söylüyor” dedi. Son olarak geçenlerde ise 12 yıllık zorunlu eğitimin kısaltılması yönünde kamuoyu oluştuğunu söyledi. Ancak lise eğitiminin kısaltılarak mesleki eğitimin güçlendirilmesi gerektiğini savunan uzmanlar da var; böyle bir düzenlemenin çocuk işçi ve ev genci oranını artırıp toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştireceğini söyleyenler de…
Devamsızlık, okul terki, açıköğretime geçiş
Eğitim Reformu Girişimi (ERG) Eğitim Gözlemevi Koordinatörü Burcu Meltem Arık her ne kadar 12 yıllık zorunlu eğitimin, eğitim hakkının genişletilmesi açısından çok kıymetli olduğunu söylese de “Ancak sistem sınav baskısını artırdı, okullar arasındaki nitelik farklarını kapatmadı ve gençlerin ilgi alanlarını keşfetmesine yeterince alan açmadı. Ayrıca okula başlama yaşının düşürülmesi çocukların gelişimsel uyumunu zorladı. Kısaltılmasına ilişkin mevcut tartışmalar ise ortaöğretimde yaşanan devamsızlık, okul terki, açıköğretime geçiş ve sınav odaklı yapının yol açtığı güçlüklerle bağlantılı görünüyor” diyor.

10 öğrenciden 7’si YKS’ye tekrar giriyor
Türk Eğitim Derneği (TED) Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu’na göre ise 13 yıl önceki düzenleme pedagojik gerekçelerden çok Avrupa Birliği ve OECD ortalamalarına yetişme hedefiyle alındı. “Sonuç olarak lise eğitimi biçimsel olarak zorunlu hale geldi ama işlevsel hale gelemedi. 2025’te bir yükseköğretim programına yerleşen her 10 öğrenciden 7’si sınava (YKS) tekrar girenlerden oluştu. Son sınıf öğrencilerinden örgün lisans programına yerleşebilenlerin oranı yalnızca yüzde 16.5’te kaldı.”

Lise, gençleri hayata hazırlamıyor
Pehlivanoğlu’na göre bu tablo bugün tartışmanın iki temel mesele üzerinden yürütülmesi gerektiğini gösteriyor: “Birincisi, üniversite kapısında oluşan yapay yığılma. İkincisi, liselerin gençlere yön verme, beceri kazandırma ve onları hayata hazırlama işlevini büyük ölçüde yitirmesi.”
Pehlivanoğlu gibi, Yıldız Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nden Prof. Dr. Bülent Alcı da lise eğitiminin gençleri hayata hazırlamadığını söylüyor. “Dört hatta hazırlık da varsa beş yıllık lise eğitiminin çocukların hayata atılmalarını geciktirdiğini düşünüyorum. Akademi ağırlıklı eğitim 21. yüzyıl becerileri denilen ancak temel yaşam becerileri olan işbirliği, girişimcilik, inovasyon, problem çözme ve iletişim becerilerini kazandırmıyor. Diğer taraftan gençler Covid döneminde de gördükleri üzere akademik bilgiye artık cebindeki telefondan bile ulaşabiliyor. Bu da okula 7-8 saat zaman ayırıp kendilerine, ailelerine 4-4.5 saat ayırmalarını mantıksız hale getiriyor.”

Meslek liseleri güçlendirilmeden olmaz
Fakat Pehlivanoğlu da Alcı da meslek liseleri güçlendirilmeden yalnızca süreyi kısaltmanın olumlu bir sonuç doğurmayacağına dikkat çekiyorlar. Alcı “Evet, akademik eğitim ağırlıklı, sınıfa tıkılan bir program yerine etkinlik, gözlem ve gezilerle zenginleştirilip kısaltılmış bir program getirilmeli. Ama meslek liselerinin kalitesi ve çeşitliliği artırılmalı, tüm sanayicilerle de işbirliği yapılmalı. En azından Kocaeli, Ankara, Bursa, İzmir, Gaziantep, Adana gibi kentlerdeki sanayi odalarıyla protokoller imzalanmalı. Öğrencilere mezun olduklarında ya yetki belgesi ya da garanti bir iş verilmeli” diyor.
Üç model masada
Peki, lise eğitiminin kısaltılmasıyla ilgili hangi modeller konuşuluyor derseniz şu an masada üç model mevcut: Lisenin 3 yıl olduğu, 12. sınıfınsa sınav yılına dönüştürüldüğü 3+1 modeli; 10. sınıf sonrası diploma verilip isteyenin 2 yıl daha devam ettiği 2+2 modeli ve 16 yaşını dolduranların zorunlu eğitimden çıktığı ya da lisenin tamamen zorunluluktan çıkarıldığı yaş modeli.
ERG koordinatörü Arık, tartışmaların niteliğe ve kapsayıcılığa değil, yalnızca süre ve zorunluluk gibi teknik ayrıntılara sıkışmasını sorunlu buluyor ve tartışılan modellerin her birinin ciddi riskler barındırdığına dikkat çekiyor:
3+1 modeli: 12. sınıfın bugün fiilen sınav yılına dönüşmüş olması nedeniyle gündeme geliyor. Bu düzenleme, öğrenciler arasındaki eşitsizlikleri daha da artırabilir. İmkânı olanlar özel ders ve kurslarla desteklenirken imkânı olmayanlar sınırlı içerik ve takviyeyle yetinmek zorunda kalabilir. Okulun öğrenme, gelişim ve toplumsal eşitlik sağlama işlevi zayıflayabilir ve halihazırda var olan eşitsizlikler derinleşebilir.
2+2 modeli: Ortaöğretimin işlevi yalnızca yükseköğretime geçiş ya da istihdam için hazırlıkla sınırlı değil. 10. sınıfın sonunda verilecek diplomanın iş piyasasında gerçek bir karşılığı olmazsa, gençler düşük ücretli ve güvencesiz işlere yönelmek zorunda kalabilir. Sosyoekonomik olarak dezavantajlı öğrenciler sistem dışına daha erken itilirken imkânı olanlar 12. sınıfa kadar devam edebilir. Bu durum, sosyal eşitsizlikleri büyütebilir.
Yaş modeli: Yaş sınırı ise bambaşka bir mesele. Kırılgan gruplarda çocuk işçiliğini, çocuk yaşta, erken ve zorla evlilikleri ve eğitime erişimde cinsiyet farkını artırma ihtimali yüksek. Eğitimden bu kadar erken çıkışın kolaylaştırılması, toplumsal bütünlük açısından da uzun vadeli maliyetler yaratabilir.
Eğitim hakkının bütünsel biçimde ele alınması gerektiğini söyleyen Arık, “Riskler çok ciddi. Oysa mesele süre değil, niteliğin yükseltilmesi ve gençlerin eğitimde kalmasını sağlayacak mekanizmaların güçlendirilmesi. Mesleki eğitim ancak güvenli koşullarda, güçlü denetimlerle ve gençlerin ilgisine uygun biçimde yeniden kurgulanırsa, esnek modeller faydalı olabilir. Öğrencinin 9. ve 10. sınıfta ilgi alanını keşfetmesi, 11. ve 12. sınıfta mesleki veya akademik derinleşmeye yönelmesi veriye dayalı planlama ile desteklenirse, eğitim hayatla daha uyumlu hale gelir” diyor.
“Üniversite tek çıkış yolu olmamalı”
TED Başkanı Pehlivanoğlu ise 11. sınıfın sonunda standart lise diplomasının verildiği, 12. sınıfınsa üniversiteye hazırlık yılı olarak yapılandırıldığı modeli öneriyor. “Bu diploma ile öğrenciler doğrudan meslek yüksekokullarına, ön lisans veya açık öğretim programlarına
sınavsız geçebilmeli. Böylece ‘üniversite tek çıkış yolu’ algısı zayıflar, lise sonrası farklı kariyer yolları güçlenir. Üniversite hedefleyen öğrenciler de dördüncü yıl boyunca sistematik ve nitelikli biçimde hazırlanır. Okul, bu hazırlık sürecinin merkezine yerleşir ve yeniden kıymetli hale gelir. Böylece dershanelere, özel kurslara, okul dışı kaynaklara aktarılan paralar ailelerin cebinde kalır.”
Üç kritik risk
Diğer taraftan ortaöğretim süresine ilişkin yapılacak her düzenlemenin ciddi sosyal riskler barındırdığını Pehlivanoğlu da göz ardı etmiyor. “Özellikle üç kritik risk öne çıkıyor: Çocuk işçiliğinin artması, kız çocuklarının daha erken yaşta eğitimden kopması ve NEET sayısının yükselmesi. Türkiye zaten bu alanlarda OECD ortalamalarının gerisinde. Ayrıca ortaöğretimdeki bir değişikliğik yalnızca öğrencileri değil, öğretmen planlamasını, üniversiteye giriş sistemini ve iş gücü piyasasının ihtiyaçlarını da doğrudan etkiler. Bu nedenle ani ve politik reflekslerle değil; veriye dayalı, çok boyutlu etki analizleriyle hazırlanmış ve çocukların yüksek yararını esas alan politikalarla hareket edilmeli. Bununla birlikte riskler mevcut olsa da bu, gerekli düzenlemeleri hayata geçirmekten vazgeçmeyi gerektirmez.”
Dar gelirli ailelerin çocukları etkilenecek
Eğitim uzmanı Cihat Şener ise “Geçen sene yaklaşık 3 milyon gencin üniversite sınavına girdi. Bu ürkütücü sayıyı küçültmek için kısaltılmış eğitim planlanıyor. Bununla birlikte dar gelirli aileler de hayat pahalılığı nedeniyle bu duruma sıcak bakabiliyor. Mevcut sistemde sosyoekonomik düzeyi yüksek ailelerin çocukları zaten fen liselerine, proje okulları veya özel liselere gidiyor. Bu durum yine değişmeyecek. Fakat zorunlu eğitimin kısaltılması ucuz iş gücünün artmasına neden olacak. Ve olan ekonomik düzeyi düşük ailelerin çocuklarına olacak” diyor.
Bunun makro düzeyde, ülke çapında da birçok etkisi olacağını da ekliyor Şener. “Kısaltılmış eğitim sonrası kırsaldaki çocuk, haftalık 3-4 bin liraya çalışacak. Bu, o çocuğa ‘Kendini geliştirme, büyükşehire gelme, kırsalda kal’ demek. Çünkü o para, hem kırsaldaki çocuk hem de ailesi için büyük para. Fakat kendini geliştirmeyen, eğitimsiz, sorgulamayan bir çocuğun ülke ekonomisine katkısı olamaz. Aksine eğitim kalitesinin artması için yapılacak çalışmalar ise hem ülke ekonomisinin düzelmesine hem de o ülkenin saygınlığının artmasına katkı sağlar.”

Mevzuatta 12 yıl, gerçekte 9.5 yıl
Diğer taraftan dünya genelinde zorunlu eğitim süresine baktığımızda ise OECD ülkelerinde 9 ila 14 yıl arasında değiştiğini görüyoruz. Meksika ve İsrail, 14 saatle zorunlu eğitimin en uzun olduğu ülkeler. Birleşik Krallık, Almanya ve Brezilya’da zorunlu eğitim 13 yıl; aralarında Portekiz, Belçika, Lüksemburg, Şili, Hollanda ve Türkiye’nin de olduğu altı ülkede ise 12 yıl. Geri kalan 31 ülkede ise 9 ila 11 yıl arasında değişiyor.
42 OECD ülkesinin 31’inde zorunlu eğitimin 12 yıldan az olduğu düşünüldüğünde Türkiye’nin üst sıralarda yer aldığı düşünülebilir. Fakat ortalama eğitim yılına ilişkin veriler ise tam aksini gösteriyor. Zira OECD ortalamasına göre öğrencilerin yüzde 90’dan fazlası 14 yıl veya daha uzun süre eğitimde kalırken TÜİK’in 25 yaş ve üzeri nüfus için ortalama eğitim süresi 2024 itibarıyla 9.5 yıl. Bu, hem OECD ortalamasının hem de mevzuatla belirlenen 12 yıllık zorunlu eğitim süresinin altında. Üstelik kadınlar 8.8 yılla, ortalama 10.2 yıl eğitimde kalan erkeklerin de epey gerisinde.
| Ülke | Zorunlu eğitim süresi |
| Avustralya | 11 |
| Avusturya | 10 |
| Belçika | 12 |
| Brezilya | 13 |
| Bulgaristan | 11 |
| Kanada | 11 |
| Şili | 12 |
| Kolombiya | 11 |
| Kosta Rika | 11 |
| Hırvatistan | 9 |
| Çekya | 9 |
| Danimarka | 10 |
| Estonya | 9 |
| Finlandiya | 9 |
| Almanya | 13 |
| Yunanistan | 10 |
| Macaristan | 11 |
| İzlanda | 10 |
| İrlanda | 10 |
| İsrail | 14 |
| İtalya | 10 |
| Japonya | 9 |
| Güney Kore | 9 |
| Letonya | 11 |
| Litvanya | 9 |
| Lüksemburg | 12 |
| Meksika | 14 |
| Hollanda | 12 |
| Yeni Zelanda | 10 |
| Norveç | 10 |
| Peru | 11 |
| Polonya | 9 |
| Portekiz | 12 |
| Romanya | 11 |
| Slovakya | 10 |
| Slovenya | 9 |
| İspanya | 10 |
| İsveç | 9 |
| İsviçre | 11 |
| Birleşik Krallık | 13 |
| ABD | 11 |