Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2009 yılında İsviçre'nin Davos kentinde düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu'ndaki bir paneli terk etti ve bir daha geri dönmeyeceğini söyledi. Ülkesini para baronlarından kurtarma sözü verdi ve defalarca bunun bir ekonomik bağımsızlık savaşı olduğunu belirtti.
Ancak ülkenizi küresel sermayenin taleplerinden kurtarmak maliyetli bir iş. Türk lirasının son bir yılda ABD doları karşısında neredeyse yüzde 30 değer kaybetmesi, artan cari açık ve döviz rezervleri tükenen Merkez Bankası ile Türkiye'nin yeniden yabancı paraya ihtiyacı var. Erdoğan da bunu kabul etmiş görünüyor. Tam da bu durumda Mehmet Şimşek devreye girdi. Yirmi yıllık iktidarını uzatmak için 28 Mayıs'ta beş yıllık bir dönem daha cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan Erdoğan, Dubai, Londra ve New York gibi finans başkentlerine açılan bir kapı olarak hizmet etmesi için 56 yaşındaki eski bankacıya başvurdu. Şimşek, Merrill Lynch'te stratejist olarak çalıştı ve ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde kıdemli ekonomist olarak görev yaptı. Erdoğan için de güvenilir bir isim.
Ancak yatırımcıları Türkiye'ye geri çekmek için kritik nokta Erdoğan'ın, yeni ekonomi yetkilisinin adımlarına izin vermesinden geçiyor. Yatırım şirketi Pimco'nun eski CEO'su Muhamed El-Erian, Bloomberg Opinion için kaleme aldığı yazıda "Erdoğan'ın Şimşek'in önerilerine açıkça karşı çıkması halinde piyasanın sabrının tükenmesi sürpriz olmamalı" dedi.
Şimşek 2007-2018 yılları arasında ekonomi bakanı ve başbakan yardımcısı olarak görev yaptıktan sonra 69 yaşındaki Erdoğan ekonomiyi yönetmesi için damadını atadı. O dönemde Türkiye'nin cumhurbaşkanı, kendi ekonomi politikalarını uygulamaya devam etti. Bu yaklaşım, Erdoğan'ın daha düşük enflasyona da yol açacağını iddia ettiği düşük faiz oranlarına dayanıyordu.
Genelde bu tarz değişikliklerden hoşlanmayan küresel kapitalistler paralarını alıp gittiler. Son 10 yılda, Türk hisse senedi ve tahvil piyasasındaki yabancı yatırımların değeri yaklaşık yüzde 85 oranında düşerek 2013 yılında 150 milyar dolardan fazla iken bugün 20 milyar doların biraz üzerine geriledi. Doğrudan yabancı yatırımlar da dibe vurdu. Lira Türkiye dışında neredeyse ticareti yapılamaz hale geldi. 20 büyük ekonomiden biri ve dünyanın en büyük gelişmekte pazarlarından birisi olan Türkiye, yerel yatırımcıların hakim olduğu bir pazar haline geldi.
Tam anlamıyla bir çöküş yaşanmadı
Bu politika önemli bir açıdan işe yaradı. Yabancıların Türkiye ya da Erdoğan hakkında ne düşündükleri çok daha az önemli hale geldi. Ülkede neredeyse hiç paraları kalmadı ve bu yüzden Türk finans piyasalarının yönü üzerinde çok az etkileri vardı. Ana akım ekonomistlere göre sonuç tahmin edilebilirdi. Yıllık enflasyon oranı on yılın en yüksek seviyesine çıktı ve geçen yıl İstanbul'da yüzde 100'ün üzerini gördü. Fiyatlar o kadar hızlı değişti ki küçük işletmeler zamları duyurmayı bıraktı. Arabanızı bir gecelik park etmek bir gün 50 liraya (2,30 dolar), ertesi gün 90 liraya mal olabiliyordu. Vatandaşlar enflasyondan şikayet ettiler ancak fazlası olmadı. Gerçekten de Türkiye'yi izleyen herkes için ekonominin dayanıklılığı bir muamma olarak kaldı. Evet, para birimi değer kaybediyor ve fiyatlar yükseliyordu ama tam anlamıyla bir çöküş yaşanmadı.
Restoranlar, barlar, alışveriş merkezleri ve oteller, Avrupa, Basra Körfezi ve İran'dan gelen turistlerin yanı sıra savaştan kaçan Rus ve Ukraynalıların akınıyla her zamanki gibi doluydu. Ticaret devam etti. Bankalar neredeyse geri çevrilemeyecek kadar iyi oranlarla kredi vermeye, halk da borçlanmaya devam etti. Ekonomi geçen yıl tüketici harcamalarının desteğiyle yüzde 5,6 büyüdü.
Bloomberg Economics'te Türkiye üzerine çalışan ekonomist Selva Bahar Baziki, "Ucuz kredi kartı borcu, insanların harcamalarını finanse etmek için bu borcu kullanmaya devam etmesi anlamına geliyordu. Ayrıca enflasyonun önüne geçmeye çalışıyorlardı, daha sonra daha fazla ödemekten kaçınmak için şimdi satın alıyorlardı. Bu da reel hane halkı tüketiminin beklenmedik derecede yüksek seviyelerde büyüdüğünü gördüğümüz anlamına geliyor" ifadelerini kullandı.
Yetkililer 2010 yılında koridor politikasını uygulamaya koyarak gösterge faiz oranını düşük tutarken aynı zamanda ticari bankalar için borçlanma maliyetini günlük olarak biri gösterge faiz oranının üstünde diğeri altında olmak üzere iki farklı oranla ayarladılar. Bu bankalar daha sonra faiz oranını müşterilerine yansıttı. Erdoğan bu yaklaşımı uzun süre kabul etmedi. Sonunda bu yaklaşımın mimarını görevden aldı ve faizleri yeterince hızlı düşürmeyi reddettiği için üç merkez bankası başkanını kovdu. Sonunda 2021'de kendi adamını buldu: Şahap Kavcıoğlu. Kavcıoğlu gösterge faiz oranını enflasyonun o kadar altına düşürdü ki, faiz oranı önemsiz hale geldi.
Sorun şu ki Türkiye sürekli cari açık veriyor. Geçen yıl 48 milyar dolar ya da gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 5,4'üne tekabül eden bu açık, İngiltere ile birlikte G-20'nin en büyük açığıdır. Açığı kapatmak için ya yatırım çekmek ya da yurtdışından borç almak zorunda. Bir de para birimi var. Merkez Bankası, gelen nakit eksikliğini telafi etmek ve lirayı desteklemek için cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önceki 18 ay içinde piyasa müdahalelerine neredeyse 200 milyar dolar harcadı. Bu rakam Macaristan ya da Kuveyt gibi orta büyüklükteki bir gelişmekte olan ülkenin GSYH'sinin tamamına denk. Bu politika sürdürülemezdi.
"Politika önlemleriyle göstermeli"
Şimşek görevi devralırken yaptığı konuşmada, 900 milyar dolarlık ekonominin yönetiminde şeffaflık, öngörülebilirlik, tutarlılık ve uluslararası normlarla uyumluluğun temel oluşturacağını söyledi. Londra merkezli Coex Partners'ın makro ekonomisti Henrik Gullberg, Şimşek'in enflasyonu düşürmek için harekete geçmesine izin verileceğini yakında politika önlemleriyle göstermesi gerektiğini söyledi. Gullberg, "Bunun göstermelik bir atamadan daha fazlası olduğunu kanıtlamak için ispat yükü Şimşek'in üzerinde" dedi.