Rana Foroohar / The Financial Times
Genelde sabah 11’de öğle yemeği yenmez ancak MIT İktisat Profesörü Daron Acemoğlu zamanı verimli kullanan biri. İşimiz biter bitmez yeni kitabını anlatacağı podcast kaydını yapabilmesi için buluşmayı erkene ve Massachusetts’in Cambridge bölgesindeki ofisinin yakınına ayarlıyoruz. Boston’da ender görülecek türden Sumiao adlı harika Çin restoranındayız.
Acemoğlu’nun hatırı sayesinde restoranı bizim için erken açıyorlar. Çalışanlar Acemoğlu’nu “Merhaba hocam!” diye selamlayıp bizi arka tarafta, açık mutfağı görebildiğimiz özel odaya buyur ediyor.
Acemoğlu’nun ünü burayla sınırlı değil. Dünyanın iktisat çevrelerinde de meşhur. Nobel Ödülü’nün habercisi olarak görülen John Bates Clark Madalyası’nı kazandı. Siyaset, iktisat ve teknolojiyi harmanlama becerisi sayesinde bugünkü hemen her küresel siyaset tartışmasında adı geçiyor. Yine MIT’den profesör Simon Johnson ile yazdığı “Power and Progress” adlı yeni kitabında teknolojik ilerlemenin son bin yılını ele alıyor.
Hazırım: Uygun teşvik ve hukuki tedbirler olmazsa teknolojinin emek, ücret ve insanlığın gelişimi açısından her zaman bütün taraflara kazandıran bir şey olmayacağını konuşacağız. Ama önce başka bir ortak ilgi alanımız hakkında sohbete dalıyoruz. Konu Türkiye.
Ermeni kökenli Acemoğlu 1967’de İstanbul’da doğdu ve büyüdü. Benim de baba tarafım Türk ve Trabzonlu. Karadeniz bugünlerde ülkeyi esir almış milliyetçiliğe itiraz edercesine aslında Türklerin Pontus Rumları, Kafkas halkları ve birçok etnik azınlıkla kaynaştığı bir bölge.
Acemoğlu’na Türkiye’de Ermeni bir çocuk olarak büyümenin nasıl bir şey olduğunu soruyorum: “Farklı seviyelerde ayrımcılık vardı ama hiçbir zaman kendimi güvensiz veya tehlikede hissetmedim. Yine de farklısınız ve bunu fark ediyorsunuz.”
12 eylül sonrası Türk ekonomisi
Hemen yakınımızdaki Harvard’da görev yapan iktisatçı Dani Rodrik bana bir keresinde Washington Konsensüsü’ne şüpheyle yaklaşma sebeplerinden birinin Türkiye’den gelmesi olduğunu söylemişti. G-8 ülkeleri tarafından kabul edilen IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün uzlaştığı reform paketlerine verilen ad olan Washington Konsensüsü’ne göre neoliberal küreselleşme her gemiyi her zaman yüzdürecekti. Büyük zenginlik getirdi ama ülke içi eşitsizlik de arttı.
Acemoğlu’nda da benzer memleket etkisi var mı? Başıyla onaylıyor. “Mekandan ve zamandan ayrı düşünmek zor. Türkiye’de askeri rejim sona erdiğinde öğrenciydim. Demokrasinin işlemediğini, ekonominin sıkıntıda olduğunu görüyordum. 16 yaşındaki aklımla bile ‘Bunların arasında nasıl bir bağlantı var?’ diye soruyordum. Sonra kendi kendime ‘İktisat okuyup anlamaya çalışacağım’ dedim.”
“Türkiye için üzücü bir gün”
2019’da çıkan “Dar Koridor” kitabında devlet gücü ile sivil örgütler, kolektif eylem ve medya gibi kriterlerle ölçülen toplum gücü arasındaki dengeyi inceledi. “Osmanlı İmparatorluğu tepeden inme yönetildiğinden Türkiye’de bu unsurlar hep zayıf kaldı” diyen Acemoğlu’na göre imparatorluğun çöküşüyle beliren tabandan yukarıya siyaset ise Mustafa Kemal Atatürk tarafından hızla yeniden merkezileştirildi. Acemoğlu cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ın ilk turu önde bitirmesini ise “Türkiye için üzücü bir gün” sözleriyle özetliyor.
Menü baharatlı seçeneklerle dolu. “Acı yiyebilir misiniz?” diye soruyor. Her zaman. Büyük porsiyon anneanne usulü domuz, patlıcanlı çalı fasulyesi ve Acemoğlu’nun favorisi Sarı Irmak bifteği söylüyoruz. Acemoğlu “Et, içinde çok ilginç bir biber de bulunan et suyuyla servis ediliyor, çok lezzetlidir. Acıyı ağzında hissedersin ama asla mideni yakmaz” diyor. Bir zamanlar baharatlı tavuk yerken öğrendiğim acı verici bir dersi hatırlıyorum. Yemek çok acıysa pirinç yiyin, su içmeyin.
Garsonumuz Bernadette'ye hem beyaz hem de siyah pirinç de getirmesini söylüyorum. Ayrıca birkaç alkolsüz kokteyl siparişi veriyoruz.
Sınıf mücadelesi ne getirdi?
Acemoğlu’na son zamanlarda neden teknolojiye odaklandığını soruyorum. “Aslında 30 yıldır bir şekilde teknolojiye kafa yoruyorum. Lisansüstü projem teknolojinin istihdam ve ücretler üzerine etkisi hakkındaydı. Sonra siyaset, ekonomi, demokrasi, çatışma konularında da çalışabileceğimi fark edince akademik kariyerim iki görece ayrı kulvarda ilerledi.”
Yaptığı araştırma Sanayi Devrimi gibi büyük teknolojik kopuşların bütün çalışan sınıflarda ücretleri yerle bir edebildiğini gösteriyor. Ayrıca gelir dağılımı çatışmasına ve bu çatışmanın içindeki güç dinamiklerine işaret ediyor. Acemoğlu “Doğruya doğru, ilerliyorsunuz. Ama bunun uzun süreli ve çok ağır bedelleri var. Çalışanlar için koşulların çok daha zorlu hale geldiği yüz yıllık bir dönem söz konusu. Reel ücretler düşüyor, sağlık hizmeti ve yaşam şartları kötüleşiyor, özerklik azalırken hiyerarşi güçleniyor. Buradan iktisat yasaları değil tabandan gelen sınıf mücadelesi sayesinde kurtulduk. Sendikalar, ilerici siyaset ve nihayetinde daha iyi kurumlar kilit rol oynadı. Teknolojik değişimin sırf otomasyona yönelmeyecek şekilde yeniden biçimlendirilmesi de ciddi katkı verdi.”
“Kurallar olmasa sermaye istediğini yapar”
Bugün bile birçok iktisatçının bazı çıkarımlara varırken toplum, kurumlar ve gücün doğası gibi piyasa dışı faktörleri ciddiye almamasına şaşırdığımı söylüyorum. Acemoğlu kısıtlamalar olmazsa sermayenin her istediğini alacağını ve teknolojinin iyi yönde de kötü yönde de kullanılabileceğini söylüyor. Bunlar zaten bariz gerçekler değil mi?
Gülümsüyor. “Evet, bana da çok makul geliyor. İyi ama o zaman bizim meslektekilerin bu sonuca varması neden bu kadar uzun sürdü?” diye retorik bir soru soruyor. “Çünkü günün sonunda iktisatçılar da piyasanın işlediğini düşünmeye koşullanmış ve böyle düşünmek için haklı sebepleri var. Üstelik bazı açılardan doğru bir görüş.”
Ama iktisat politikalarını düzenleyen en zeki insanların bile “hata yapacaklarını” ekliyor. Bu hatalar “çok güçlü teknolojileri de kapsarsa ve bunları kontrol eden belli insanlar teknolojiyi kendilerine daha fazla güç, yetki ve yarar sağlayıp kazanan tarafta konumlandıracak şekilde biçimlendirirse gerçekten büyük sorun yaşarız.”
Yemekler geliyor. Dumanı üzerinde ve müthiş görünüyorlar. Çiçeklerle bezeli kokteylimiz plajda sipariş edeceğiniz türden. Aynı kasede gelen tek renkli pirinç dağlarına bakan ve benim kadar iştahlı görünen Acemoğlu “Bunlar çok fena” diyor.
Amerika’da yediğim en iyi Çin yemeklerinden biri. Fasulye ile patlıcan baharat ve sosla tam kararında sotelenmiş. İnce kırmızı biber ve pırasa dilimleriyle servis edilen domuz da şahane. Ama masanın yıldızı Acemoğlu’nun Sarı Irmak dana yahnisi.
"Evrensel temel gelir hiyerarşi getirir”
Sohbeti Acemoğlu’nun sırtlamasından şikayetim yok. Yemeye daha çok vaktim kalıyor. İktisatçıların aleni gerçekleri görmekte neden çoğu zaman geç kaldığından bahsediyor. “Bence iktisatçı olarak ilk yapmanız gereken şeylerden biri iki çelişen fikri aynı anda akılda tutmak.” Son kitabında da öyle yapmış: Teknoloji büyüme getirse de bunu yaparken kitleleri en azından uzun süre boyunca zenginleştirmeyebilir. “Teknolojik ilerleme insanlığın gelişiminin en önemli tetikleyicisi ancak sürecin otomatik işlemediğini unutmaya meyilliyiz.”
Dahası, teknolojik ilerlemeden aslan payını alan sermaye ile emek arasındaki mücadeleyi matematiksel olarak modellemek ve niceliksel olarak kavramak kolay değil. Acemoğlu teknoloji kaynaklı eşitsizlikle başa çıkmak için önerilen evrensel temel gelir benzeri konvansiyonel ekonomik reçetelere itiraz ediyor çünkü “Bu durum temeldeki güç dağılımının aynı kalması demek. Kazananları yükseltirken diğerlerine kırıntıları veriyor. Sistemi bir bakıma daha hiyerarşik kılıyor.”
“Biden’ın yerinde olsam aynısını yapardım”
Öte yandan Biden yönetimine hayran. “Bence müthiş iş çıkarıyorlar. Elbette hataları var ancak iklim, küreselleşme, çalışan sınıf gibi en az beş yönetimdir görmezden gelinen ciddi sorunlarla yüzleşiyorlar. Her cephede doğrusunu mu yapıyorlar? Bilemiyorum. Mesela Çin konusuna fazla agresif yaklaşmakla büyük risk aldıklarını düşünüyorum ama yerlerinde olsam belki ben de aynısını yapardım.”
Biden yönetiminin Enflasyonu Düşürme Yasası sayesinde iklim değişikliği konusunda kusursuz değilse bile “siyaseten uygulanabilir bir çözüm” bulduğuna inanıyor. Yeni yasa Avrupalılar dahil birçok ülkenin zorlandığı yeşil enerjiye geçiş için sübvansiyonlar getiriyor. Acemoğlu “Mucize ilaç yok. Ne yapılması gerektiğini bilmiyorum ama olayın iki düzeyi var: Biri niyetler, diğeri mali kaldıraçlar.” Beyaz Saray’ın en azından ilkinde doğru yolda olduğunu düşünüyor.
“Sendikalara mahkum olmayan işçi-işveren ilişkisi gerek”
Franklin D. Roosevelt’ten beri Biden kadar çalışanların yanında yer alan bir başkan olmamıştı. Acemoğlu bu tavrı destekliyor. Otomasyon ve yapay zeka gibi teknolojilerin besin zincirinin yukarısındaki işleri hiç olmadığı kadar tehdit ettiği bir dönemde bu tutumu özellikle önemli buluyor. Ona göre ABD’de mevcut sendika yapısına mecbur olmayan daha güçlü bir işçi-işveren ilişkisi hareketine ihtiyaç var: “Çalışanların söz sahibi olacağı ortamı yaratmamız gerekiyor.”
Her şirkettekilerin kendi içinde örgütlendiği dağınık Amerikan modelindense kamu ve özel sektörler ile emekçilerin bir arada çalıştığı Alman modelini tercih ediyor.
“Bence bir marangozun, bahçıvanın, elektrikçinin veya yazarın becerileri insanlığın en büyük başarıları arasında yer alıyor. Bu yüzden bu becerileri ve katkılarını artırmamız gerektiğini düşünüyorum. Teknoloji bunu yapabilir fakat doğru yöntem teknolojiyi istihdamın yerini alacak ve otomasyon getirecek değil insanlara daha iyi araçlar, daha fazla bilgi ve daha düzenli bir organizasyon sunacak şekilde kullanarak verimi artırmak olmalı.”
Günün birinde öğretmenlerin her öğrenciye özel ders planı hazırlamak için yapay zekayı kullanacağını, hemşirelerin örneğin hastalıklara tanı koymada çok daha büyük rol üstleneceğini düşünüyor. “Hemşireler neden ilaç yazamıyor? İlla doktora başvurmamız gereken bu son derece hiyerarşik yaklaşımı neden sürdürmek zorunda olalım?” Bugün hastalarla en çok vakit geçirenler doktor değil hemşireler ama aldıkları ücret ve gördükleri değer bakımından en aşağıdalar.
Teknolojiyi bu çalışanlara yardımcı olacak şekilde kullanmak sağlık hizmetlerinin toplam verim ve kalitesini artırıp ücretlerini de yükseltebilir.
Ekonomi o lezzetli BALIĞA benziyor
Birçok eğitimli elit gibi Acemoğlu da başlarda Donald Trump’ı ciddiye almamış. “2016 seçim süreci boyunca haber dinlemeyi bıraktım çünkü Trump’ın yok olup gideceğinden emindim.”
Ama Trump ortalıktan kaybolmadı, hatta geri döndü. Trump için “Ondan müthiş nefret ediyordum. Merkez solda duran biri olarak Trump’tan nefret etmeniz normal. Ancak Trump destekçilerinden nefret etmenin çok büyük bir suç olacağını düşünüyorum” diyor.
ABD’deki sol eğilimli medyanın yanlışını burada görüyor. “İnsanlar çok farklı görüşlere sahip olup kendilerini çok farklı şekillerde ifade edebilir. İçlerinde ırkçılar ve kadın düşmanları da bulunabilir ancak bunlar halk ve gerçek acıları, gerçek sıkıntıları var. Onları kabul etmek zorundayız. Bence sol bunu kabullenemedi.”
Sohbetimiz Acemoğlu’nun yeni araştırma konusu olan hiyerarşilere kayıyor. Soruyorum: “Evrimsel psikoloji okuyunca karşısındakinden daha güçlü olmak istediğini söyleyen birçok insana rastlıyor, insanın doğası bu diye düşünüyoruz. Ama antropologlar insanlık tarihinin büyük bölümünde eşitlikçi avcı-toplayıcılar olarak yaşadığımızı söylüyor. Sizin fikriniz ne?”
Biraz düşünüyor. Ama önce hesabı istememiz gerek. Konuğum önce davranmaya çalışsa da FT öğle yemeği geleneğinin iki kuralını hatırlatıyorum: Bir, hesabı biz ödüyoruz. İki, konuştuğumuz her şey kaydediliyor. Ardından garsonumuz Bernadette çıkagelip patronundan aldığı talimat gereği yemeğin müessesenin ikramı olduğunu iletiyor. Özür dileyerek bizim ödememiz gerektiğini söylüyorum.
Hesabı beklerken konu yine Türkiye’ye, daha doğrusu ikimizin de bayıldığı Türk mutfağına geliyor. Favori yemeği? “Karadeniz’den çıkıp Marmara’ya inen o balığın delisiyim. Çok farklı iklimlerden geçip neticede çok yağlı ve lezzetli oluyor. Hiçbir yerde eşini bulamazsınız.” İktisat gibi mutfağı da mekandan ve zamandan ayrı düşünmek zor.
© The Financial Times Company, 2023