27 Kasım 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
Haber Giriş: 14.01.2021 22:28 | Son Güncelleme: 14.02.2022 17:18

Yüzüme silah dayanınca yanıldığımı anladım

Yüzüme silah dayanınca yanıldığımı anladım
Editör Editör

Murat Yetkin Türkiye’deki darbe tarihini anlattığı yeni kitabında, özeleştiri yapıyor: “Darbe dönemi kapandı diyordum. 15 Temmuz’da yüzbaşının yüzüme dayadığı tabancayı görünce yanıldığımı anladım”

Çiler İlhan Tecrübeli gazeteci Murat Yetkin’den polisiye roman akıcılığında bir yeni kitap daha geldi: Meraklısı İçin Darbeler Kitabı. Yetkin’in Doğan Kitap’tan çıkan kitabı 31 Mart 1909’dan 15 Temmuz 2016’ya Türkiye’nin darbeler tarihini, geniş bir siyasi coğrafya içinde, her dönemin iç ve dış gelişmelerini göz önüne alarak, neden sonuç ilişkisi kurarak bilimsel bir bakışla anlatıyor. Tam da bugünlerde dünya Amerikan senatosuna yapılan baskının şokuyla çalkalanırken, Yetkin’in kitabı darbelerin dinamiklerini anlamak için değerli bir başvuru kaynağı niteliğinde de...

Petrol çağıyla beraber iç ve dış politika iç içe

Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nda diyorsunuz ki bir Polonyalının Papa seçilmiş olmasını, Afganistan’daki Sovyet işgaline karşı ABD destekli Taliban savaşını, Kıbrıs-Yunanistan ihtilaflarını anlatmadan 12 Eylül’ü tam anlamamız mümkün değil. Diğer yandan iç dinamikler, şahsi ya da grup hesapları da en az dış gelişmeler kadar önemli. Bu döngüden nasıl çıkacağız? 150 yıl kadar önce petrol çağının başlamasıyla artık iç politika, dış politika, ekonomi iç içedir. Ülkelerin iç dinamikleri, özellikle de Türkiye gibi dünyanın en akışkan coğrafyalarından birinde bin yıla yakındır hayli karmaşık bir tarih mirasıyla yaşamak durumundaki bir ülke için dış dinamiklerle ister istemez bağlantılıdır. Geniş Erim açıdan baktığınızda 1905’te Rusya’da, 1906’da İran’da da meşruti devrimler ve 1909’da Yunanistan’da Venizelos darbesini görüyorsunuz. Elbette rastlantı değildir ama üst akıl filan işi de değildir; yönetimler zayıflayıp sorunlar çözülemez duruma gelince ya oyun ya oyuncular değişir. Döngüden çıkmanın yolu daha fazla baskı değil, daha fazla katılım ve özgürlüklere dayalı yönetimlerdir.

12 Mart’la gelen hükümet haşhaşı yasakladı

“12 Mart, ABD’nin işine bir ölçüde yaramıştı. Öncelikle 12 Mart hükümeti ABD’nin istediği haşhaş ekim yasağını uygulamaya koymuştu,” diyorsunuz. Bu haşhaş meselesini biraz anlatır mısınız? ABD, ülkesine giren eroinin yüzde 80’inin Türkiye üzerinden geldiği gerekçesiyle Türkiye’deki haşhaş ekimini yasaklatmak istiyordu. Oysa Türkiye’deki haşhaş üretimi o miktarın çok az bir kısmı olduğu gibi, özellikle Batı Anadolu’da haşhaş tarımı önemli bir geçim kaynağıydı. Ne Demirel yanaşıyordu bu müdahaleye ne Ecevit. Ama 12 Mart sonrasında asker desteğiyle kurulan Erim hükümetinin ilk işlerinden birisi bu oldu. İş 1975’te silah ambargosu ve İncirlik’in kapatılmasına kadar girdi. CIA kaynaklı olduğuna dair genel bir kanı bulunan 12 Eylül darbesine ilişkin şöyle diyorsunuz: “12 Eylül’ü mutlaka ‘ABD istedi, asker yaptı’ diye görmemiz gerekmiyor ama neticede petrol krizinden 1980’e kadar iç ve dış gelişmelere baktığımızda, 12 Eylül darbesinden ABD’nin kazançlı çıktığını söylememiz gerekiyor.” Soğuk Savaş dönemiydi, en büyük kazancı neydi ABD’nin? Kısa dönemde Yunanistan’ın askeri kanadına dönüşü ve İran İslam devrimi sonrasında Türkiye’nin Batı saflarındaki yerinin sağlamlaşması. Uzun vadede Sovyetlerin yıkılışına kadar gidiyordu gelişmeler zinciri. “Sizin çocuklar mı, bizim çocuklar mı?” klişesinin dışında, ayrıntılara girerek farklı bir bakışla anlatmaya çalıştım. Kitabınızda 15 Temmuz’dan bahsederken de; “Bu ülkenin aydınları olarak tarihsel perspektifi kaybetmemiş olsaydık, bu coğrafyada zor yoluyla yönetim değişikliklerinin birbirleriyle bağlantılarını ve dalga dalga geldiklerini de görebilirdik” demişsiniz. Tarihsel perspektifi nasıl, neden kaybediyoruz? Bunu bir özeleştiri olarak da alabilirsiniz. 15 Temmuz öncesinde yurtdışından gelen meslektaşlar ya da araştırmacılar, diplomatlar filan konuyu oraya getirip sorduğunda, “Yok” diyordum, “Artık darbeler devri kapandı Türkiye’de”. O gece Hürriyet binasını basan askerlerin başındaki yüzbaşının yüzüme tuttuğu tabancanın namlusu önünde ne kadar yanıldığımı anladım. İnsan konduramıyor galiba, gereksiz bir iyimserliğe kapılıyor. Artık o kanıda değilim. Siz neler okuyorsunuz? Kurmaca dışı ağırlıklı mı, kurmaca mı, karışık mı? Daha çok tarih, siyaset, coğrafya ve araştırma okuyorum. Kurgu olarak da polisiye ve casusiye…