20 Nisan 2024, Cumartesi
Haber Giriş: 04.03.2022 04:30 | Son Güncelleme: 06.03.2022 22:22

Avrupa’yı savunmak ne demek?

Avrupa’yı savunmak ne demek?

Slavoj Žižek 

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının hemen ardından Slovenya hükümeti binlerce Ukraynalı mülteciyi kabul etmeye hazır olduğunu açıkladı. Bir Slovenya vatandaşı olarak hem gurur hem de utanç duyuyorum. 

Neticede daha altı ay önce Afganistan Taliban’ın eline geçtiğinde aynı hükümet ülkelerinde kalıp savaşmaları gerektiği savına dayanarak Afgan mültecileri reddetmişti. Yine birkaç ay önce çoğu Iraklı Kürtlerden oluşan binlerce mülteci Belarus’tan Polonya’ya girmeye çalışmış, Avrupa’nın saldırı altında olduğunu iddia eden Sloven hükümeti Polonya’nın gelenleri dışarıda tutmaya yönelik rezil çabasına destek için askeri yardım teklif etmişti. Bölgede iki farklı mülteci türü ortaya çıktı. 

Jeopolitik nüfuz uğruna verilen bugünkü mücadelede söz konusu yaklaşım Avrupa’ya feci sonuçlar getirecek. Medyamız ve elitlerimiz bizi yakından izleyen Latin Amerika, Orta Doğu, Afrika ve Güneydoğu Asya’daki birçok ülkeden insanı yok sayarak bu mücadeleyi “liberal” Batılı taraf ile “Avrasyalı” Rus taraf arasında bir çatışma olarak görüyor. 

Çin bile Rusya’ya tam desteğe hazır değil; gerçi kendi planları var. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping Rusya’nın Ukrayna işgaline başlamasının ertesi günü Kuzey Kore lideri Kim Jong-Un’a ilettiği mesajda Çin’in “bu yeni durumda” Kuzey Kore ile dostluk ve iş birliği ilişkisini geliştirmek için çalışmaya hazır olduğunu bildirdi. Çin’in “yeni durumu” Tayvan’ı “özgürleştirmek” için kullanacağı kaygıları var.

Endişelenmemiz gereken şey, özellikle Putin örneğinde gördüğümüz radikalleşmenin sadece retorikten ibaret olmadığı. Liberal soldan birçok kişi iki tarafın da topyekun savaşacak gücü olmadığından emindi ve Putin’in Ukrayna sınırına asker yığmasını blöf olarak görüyordu.

Şimdi kendine solcu diyen (ben demiyorum) bazı kişiler ABD Başkanı Joe Biden Putin’in niyetleri konusunda haklı çıktı diye Batı’yı suçluyor. Argüman malum: NATO yavaş yavaş Rusya’nın çevresini kuşatıyor. Elbette bunda doğruluk payı var. Ama sadece bunu söylemek, Versay Antlaşması’nın adaletsizliğini suçlayarak Hitler’i haklı çıkarmaya benziyor. Daha da beteri, büyük güçlerin kendi etki alanlarına sahip olma hakkının bulunduğunu kabullenmiş oluyorsunuz. Putin’in Ukrayna’ya askeri müdahaleden başka çaresi olmadığı yönündeki sürekli tekrarladığı iddiasını da görmek mümkün. 

İlyin usulü faşizm

Bu doğru mu? Sorun gerçekten Ukrayna’daki faşizm mi? Soruyu doğrudan Putin’in Rusya’sına yöneltmek daha yerinde olur. Putin’in entelektüel yol göstericisi olan Ivan İlyin’in kitapları bugünlerde yeniden basılıyor ve gerek bürokratlara gerekse acemi askerlere dağıtılıyor. İlyin 1920’lerin başlarında Sovyetler Birliği’nden sürüldükten sonra Rus usulü bir faşizmi savunuyordu.  Putin’in saray filozofu Aleksandr Dugin de İlyin’in izinden gidiyor; hatta ona postmodern bir tarihselci görecilik sosu katıyor: “Hakikat denen her şey bir inanç konusudur. Bu yüzden özel bir Rus hakikatimiz var.”

Suriye ve Ukrayna halkları ne olacak? Onlar da kendi hakikatini seçebilir mi?

“Rus hakikati” Putin’in emperyal hayallerini haklı çıkarmaya yarayan bir mitten fazlası değil; Avrupa’nın buna karşı koymasının en iyi yolu ise, Batı tarafından birçok kez sömürgeleştirilmiş ve sömürülmüş, şimdinin gelişmekte olan ülkeleri ile arasında köprüler kurması. “Avrupa’yı savunmak” yetmez. Asıl mesele, diğer ülkeleri Batı’nın kendilerine Rusya ve Çin’den daha iyi seçenekler sunabileceğine ikna etmek. Bunu başarmanın tek yolu ise var gücümüzle yeni-sömürgeciliğin kökünü kazıyıp önce kendimizi değiştirmekten geçiyor. Mültecilere eşit davranmaya yanaşmayan utanç verici tutumumuz, dünyaya bunun tam tersi bir mesaj veriyor. 

© Project Syndicate, 2022