Contemporary Istanbul’un Haliç Tersane’deki mekanına denizden yaklaşırken aklıma ister istemez geçtiğimiz yılki mekâna ilk gelişim geliyor. İnanılmaz bir araba trafiğini yara yara içeriye zor girmiş, ardından da hafif çiseleyen yağmurdan ve rüzgârdan kaçına kaçına mekânı keşfetmeye çalışmıştım. Bu yıl ise çok farklı. Yazın son demlerini cimrilik etmeden paylaşan pırıl pırıl güneşli bir havada, deniz yoluyla püfür püfür gelmekle kalmıyorum, asıl olarak yanımda bir dünya sanat yıldızıyla mekâna adım atma heyecanını yaşıyorum. Dünyanın yaşayan efsanelerinden, dahi sanat yıldızı Jeff Koons ile birlikteyiz bizi mekâna getiren teknede, bir grup şanslı basın mensubuyla birlikte.Contemporary Istanbul’un Tersane’deki alanına adım atar atmaz gözlerim The Yard açık hava sergisinin işleriyle Jeff Koons’un etrafında pervane olmuş basın mensupları ve ziyaretçiler arasında mekik dokumaya başlıyor. Ekipten ayrılanı kurt kapar misali birbirimizden ayrılmadan hızlı hızlı galeriler bölgesine giriyoruz. İstikamet Jeff Koons’un sebebi ziyareti de olan BMW M850i xDrive Gran Coupé tasarımının sergilendiği alan… (Bu özel tasarım hakkında daha fazla bilgi almak isteyenler dünkü yazıma bir göz atabilir hatırlatmasını da yapalım bu arada)
Alana vardığımız anda BMW M850i xDrive Gran Coupé ile adeta tasarımıyla bütünleşen Koons’u birlikte huşu içinde izlemeye doyamadan Koons’un etrafını bir anda hayranları sarıveriyor. Anlıyorum ki onunla fotoğraf çektirebilmek, günün ve hatta tüm fuarın bir nevi kutsal kâseye ulaşmak misyonunu oluşturuyor. Başarabilenler yüzlerinde huzur dolu bir mutlulukla oradan ayrılırken (ki bu mutlu azınlığın arasında Burcu Esmersoy ve Mirgün Cabas ilk anda gördüğüm isimleri oluşturuyor) başaramayanlar umutla beklemeyi sürdürüyorlar. Tüm bu kargaşa sırasında ise Koons bir an olsun sakin ve güler yüzlü halini kaybetmiyor.
Şimdi sırada ise Contemporary Istanbul Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ile birlikte gerçekleştirecekleri Artist Talks var. Çağdaş sanatın dünyadaki ve Türkiye’deki güncel durumunun değerlendirildiği sohbette, ikili sanat endüstrisinin Batı’dan Doğu’ya doğru yönelmesi, dijital mimari, Koons’un sanatını etkileyen yeni teknolojiler, geleceğin sanat alanları ve Jeff Koons’un İstanbul’dan aldığı ilham üzerine konuşuyorlar.
Ardından hızlı bir Contemporary Istanbul mekân ziyareti için bir tür yavaş koşuya çıkıyorum. VIP açılış nedeniyle sınırlı sayıda ziyaretçi bulunmasına rağmen ana mekanlar şimdiden inanılmaz kalabalık gözüküyor. ‘Belli ki bu yıl da ziyaretçi rekoru kırılacak’ diye düşünüyorum ilk intiba olarak. Gerçi ücretli ziyaretler başladığında bu düşüncemi yeniden değerlendirmekte fayda var elbette.
Galerilere ayrılan iki ana mekânda ilk bakışta fazla bir fark yok. Giriş alanına daha yakın olan T7 galeriler bölgesi bu yıl da geçen yılki gibi daha ferah bir gezinti alanı sunarken, denize ve dolayısıyla yeme-içme sosyal alanlarına daha yakın olan T8 galeriler bölgesi ise biraz daha kalabalık bir atmosfere sahip. Sosyal alanlardan bahsetmişken… Yine özellikle Lucca ve cıvıl cıvıl müşterileriyle son derece cazip görünüyor. Zaten Cİ’un yeni mekanının en hoş yanı kuşkusuz bu açık hava yeme-içme alanları. İnsan bütün bir günü burada büyük bir mutlulukla geçirir ve hatta her gün gelse bıkmaz, bir yandan hoş görünümlü insanlar bir yandan da muhteşem Haliç manzarası eşliğinde…
Açık hava demişken The Yard açık hava sergisindeki işleri birer birer izlemek için dışardaki tüm mekânı dolaşmak bile ayrı bir yan keyif oluyor. Hemen her işi beğensem de özellikle: Mentalklinik’in LIKE, LIKE, COMMENT, UNLIKE, FOLLOW… sözcüklerinin yinelenmesinden oluşan ve borsalardaki hisse senedi verilerinin hızla kaymasını anımsatan, oldukça yüksekte yer alan Violently Joyful adlı led ekran panel işi, hem esprili hem de düşündürücü bir etkiye sahip olmasıyla dikkatimi çekiyor. Bu hiper renkli, ultra hızlı görsel kelimeler adeta içinde bulunduğumuz yeni zamanın özeti gibi…
"Dağları ben yarattım tavrından eser yok"
Hiper renkli ve ultra hızlı demişken benim de artık bu hızlı turumu sonlandırıp yeniden Jeff Koons ve ekibiyle buluşmak için BMW M850i xDrive Gran Coupé tasarımının sergilendiği alana geri dönmem gerekiyor. Koons ve onu Türkiye’ye davet eden Borusan Holding ve BMW Türkiye ekibiyle birlikte geri dönmeden önce içinde bulunduğumuz T8 galeriler bölgesinde kısa bir tura çıkıyoruz. Ve asıl macera da o zaman başlıyor. Koons’un adım başı onu durduran yerli ve uluslararası hayranlarının “Bir fotoğraf çekilebilir miyiz Jeff Bey?” mealindeki cümleleri havada uçuşmaya başlıyor.
Az önceki hızlı turuma inat bu kez aynı mekanları gayet yavaş bir biçimde geziyor olsam da herkes gibi ben de gözlerimi Koons’un manyetizmasından çekip alamadığım için aklımda kalan galerilerdeki işler yerine yine Koons’un varlığı oluyor. O ise tüm bu kargaşanın içinde sakinliğini ve sıcak nezaketini bir an olsun kaybetmeden hayranlarını elinden geldiğince kırmamaya çalışıyor. Dünya yıldızlarından alışkın olduğumuz kaprisli, küçük dağları ben yarattım tavrından ya da taşkın hareketlerden eser yok. Her haliyle ölçülü ve zarif bir insan.
Nihayet bir tür kraliyet geçidi gibi süren yavaş ancak etkili yürüyüşümüz sona eriyor. Mekândan ayrılmak için yeniden ekiple birlikte tekneye binmeden önce dikkatimi tam önümde yürüyen Jeff Koons’un eşiyle el ele yürüyüşü çekiyor. O an Koons’a dair gerçekten de yanılmadığımı ve sıcak, alçakgönüllü tavrının içten gelen bir doğallık olduğunu anlıyorum. Kuşkusuz onun bu mutlu ve huzurlu kişiliğinde eşinin de payı var.
"İstanbul’un enerjisi benzersiz"
Teknede ne şanslıyım ki birlikte oturuyoruz. Onunla yan yana gelir gelmez hemen soruyorum “Contemporary Istanbul’a dair ilk izlenimleriniz ne oldu?” Her zamanki sakin haliyle önce “Gerçekten çok hoş bir yer çok beğendim” dedikten sonra birden gözleri parlayıp hafifçe sesini de yükselterek “Ama asıl olarak neyi sevdim biliyor musunuz? Bu inanılmaz enerjiyi! İstanbul’un enerjisi benzersiz” diyor. Bir an sessizce birbirimize bakıyoruz. Teknemiz Haliç’in olağanüstü günbatımı manzarasını arkasında bırakıp Boğaz’a doğru ilerlerken, onu anladığımı belirten bir şekilde elimdeki kadehi bu manzaraya kaldırıyorum. O da elindeki bir Türk markası birayı aynı şekilde kaldırıp beni cevaplıyor. O an anlıyorum ki Jeff Koons denilince artık aklımda sonsuza dek bu manzara ve imaj kalacak…