Bu seneki seçkide kadın karakterlerin belirleyici olduğu hikayeler çoğunluğu ele geçirmiş durumda. İşte üçüncü gün seyirci karşısına çıkan yarışma filmleri hakkındaki izlenimlerim…
Acı Kahve
Acı Kahve’de yönetmen Soner Sert, iki ailenin kız isteme ve nişan ritüellerini yerine getirmek için bir araya gelmesiyle başlayan birkaç saatlik bir yüzleşme hikayesini acı tatlı bir senaryoyla anlatmaya soyunuyor. Erkek tarafı müteahhit bir babaya, kız tarafı ise emekli bir devlet memuru babaya sahip. Aynı saate denk gelen milli maç dolayısıyla iki baba çabucak kaynaşırlar ve konu dünür olduktan sonra da bir şekilde birlikte iş yapmaya ve birlikte kalkınmaya gelince iki ailedeki herkesin de keyfi yerine gelir. Ama erkek tarafının büyük gelini, yeni gelin adayı Gizem’e müstakbel kocasıyla ilgili bilmediği bir sırrı sızdırınca her şey bir anda tepe taklak olur. Ortaya saçılan sır Gizem’i sarsar ve evlenmekten vazgeçer. Annesi ve babası kızlarına hak verirken damat ve ailesinden de kolay kolay vazgeçemezler.
Bu hikayede gelin ve damat dahil kimse öyle çok masum değil. Zaman geçtikçe, herkesin değerlerinin çıkarlar uğruna anında değişkenlik gösterdiğine şahit oluyoruz. Sert, senaryosunda bu gelgitleri ve açılmaları ayakları yere basan bir şekilde doğal akışıyla halletmeye çalışmış. Bunu başardığı pek çok viraj var senaryoda. Ancak bazı yerlerde seyirciyi ikna etme konusunda zorlanılmış. Gizem’in öğrendiği sır sonrasında odasına kapanıp dışarı bile çıkmak istememesi en başta anlaşılır bir tepkiyken sonrasında keskin bir u dönüşü yapması yeterince ikna edici olamamış mesela. Büyük gelinin bu haberi patlamasının sebebi kocası ve onun ailesiyle yaşadığı sorunlar belli ki, üstelik modern gibi gözüken bu işini bilir ve yer yer de tutucu aile evin büyük oğluna karşı da biraz duyarsız gibi. Nitekim filmin başında biraz gördüğümüz büyük evlat araba park etmeye gittiği yerden bir türlü dönemiyor, aile de çok irdelemiyor bunu! Velhasıl, bu durum biraz tepeden inme gözüken finale bağlansa da tam halledilememiş. İki farklı yapıdaki ailenin birkaç saatliğine bir araya gelmeleri biraz Kızılcık Şerbeti tadında bir mizahi çatışma da barındırmıyor değil. Bu kısımda en güzel sahneyi iki kadın dünürün mutfakta baş başa kaldıkları sahne oluşturuyor. Bu sahnede iki kadın arasında yaşanan pazarlık eğlenceli olduğu kadar iki aile arasındaki sınıfsal çatışmayı da fazla karikatürize olmadan daha görünür hale getiriyor. Zaten Gizem’in annesi Birgül hanımı canlandıran Nazan Kesal’ın film boyunca gösterdiği bol nüanslı performansına da çok şey borçlu film bu anlamda. Kenarda köşede gözüktüğü sahnelerde bile onu ve tepkilerini keyifle takip ettim.
“En güzel aile sır saklayabilen ailedir” deniyor filmin bir yerinde. Soner Sert filmin sonundaki soru-cevap bölümünde küçük burjuvanın vicdan yoksunluğu meselesine takıntılı olduğunu söylese de bu film bence en çok bu cümlenin altını dolduruyor. Aile içindeki bireylere iyi gelen, onun kusurlarını düzelten bir yapı olması gerekirken zaman geçtikçe birbirlerinin hatalarını, günahlarını ve suçlarını kapatan bir örtü işlevi görmekte. Günümüzde bunun can yakan pek çok örneği yaşanmakta. Acı Kahve’nin senaryosu bence en çok buna odaklanmalıydı. Bazı ikna problemleri bu sayede daha iyi aşılabilirdi.
Ayrıca daha ilk sahnesinden itibaren aktüel kamera kullanımına da takıldığımı ifade etmeliyim. Aslında her şeyin daha sakin ve normal başlayıp bazı sırlar ve çatışmalar ortaya çıktıkça daha hareketli bir kamera kullanımının olması bu hikayeye daha çok yakışırdı.
Nazan Kesal’ın yanı sıra diğer ebeveyn karakterlerde Şerif Erol, Reha Özcan ve Benian Dönmez de eğlenceli ve akıcı performanslar sergilemekteler.
Balinanın Bilgisi
Yönetmeni Önder Şengül’ün fikri de öyle mi bilmiyorum ama sinemamızın en ‘stoacı’ filmi diyebiliriz Balinanın Bilgisi için. Biliyorsunuz stoacılar ne olursa olsun her daim doğa ile uyumlu olarak yaşamak gerektiğini, evrende bizim kontrolümüz dışında daha organik bir mekanizma olduğunu ve bizim buna sadece uyumlanmaya çalışabileceğimizi savunurlar. Tabi ki buradaki doğa sadece tabiatın kendisini kapsamıyor. Filmdeki 9 aylık hamile Gülsüm karakterini de sadece böyle açıklayamayız. Doğayı yaşayan bir varlık olarak kabul eden Şamanist bir bakışı da var. Madenci kocası köyün diğer erkekleriyle birlikte evlerinden ayrı toprağın altında çalışıyordur. Buna isyan eden Gülsüm kızı Doğa ile günlerini geçirmeye çalışırken bir yandan da tehlikeli bir doğuma hazırlanıyordur. Köyün erkeklerinin büyük kısmı madendelerken köyün kadınlarından muhtar Adem sorumludur. Gülsüm Adem’in korumacılık adı altındaki zorbalıklarına sık sık direnç gösteriyordur. Kocası telefonda onun muhtara emanet olduğunu hatırlatsa da Gülsüm bazen elinde tüfeğiyle bu tahakküme karşı direnir ve farklılığını bütün köye kabul ettirmeye çalışır.
Balinanın Bilgisi sinemamızda son yılların en özgün kadın karakterini barındırıyor bence. Özge Cevher Yüksel’in değişik ve sinema için ilgi çekici bir yüzü var bu bir gerçek, ama onun dışında; doğayla kurduğu ilişki üzerinden onu anlamaya başlayınca ilgiyle izleyebileceğiniz bir yörük kızı var karışımızda. Akıntıya karşı kulaç atan bir karakteri olan, genel resmin içinde durmayan, ayrıksı bir kadın! Muhtar Adem’in temsil ettiği doğaya ve kadına-çocuğa her şeye karşı zorbalık yaparak var olabilen eril tahakküme karşı yine bir kadının başkaldırısını sunuyor bize bu hikaye. Gülsüm kızına da Doğa ismini koymuş üstelik! Onun doğaya olan inancı dinsel bir inanç gibi (panteizm de denebilir belki?)
Senaryosuna da imza atan yönetmen Önder Şengül, biraz zor bir açılış yapıyor bu hikayeye. Daha ilk anında senaryo sayfasıyla başlayarak ilk 40-45 dakika boyunca seyirciye Gülsüm’ün dünyasını anlatmakta zorlanıyor. Burası daha kompakt ve 20-25 dakikada halledilebilirdi oysa. Bazı folk horror öğeler de dahil etiği anlatım biçimine zaman zaman western efekti de (beklenmedik sahnelerde silah ve tüfeklerin ortaya çıkması, müzik kullanımı vs.) eklemiş. Bunlar sinemayla daha geleneksel bir bağ kuran seyirciler için biraz zorlayıcı bazı tercihler.
Ama Gülsüm’ü tanıdıkça seviyor, onun dünyasına girdikçe finalde nasıl bir doğum gerçekleştireceğini merakla bekliyorsunuz. Eğer film ve karakterle doğru bir ilişki kurduysanız, mükafatlandıran heyecanlı bir doğum sahnesi de sizi bekliyor. Özge Cevher Yüksel de daha bu ilk filmiyle birlikte akıllarda kalmayı başarıyor bence.