26 Nisan 2024, Cuma Gazete Oksijen
Haber Giriş: 14.01.2021 19:42 | Son Güncelleme: 14.02.2022 17:18

Pandemide bekarlık sultanlık mı?

Bekarlık sultanlık mı? İşte bu sorunun cevabını düşünüyorum aylardır. Düşünmek ne kelime, yaşıyorum; biliyor musunuz acıtıyor, dinmek bilmeden sızlamak suretiyle beni duvardan duvara vuruyor. Bugüne kadar yaptığım hatta yapmadığım seçimlerin sarsıntısını iliğimde kemiğimde hissediyorum aylardır
Pandemide bekarlık sultanlık mı?
Ayşe Özyılmazel
Bekarlık sultanlık değil de seni saklandıklarınla yüzleştiren, rotanı yeniden oluşturmaya iten, puan toplamanın mümkün olmadığı, kendi kendine vermen gereken bir sınavmış meğer. Pandemide bunu da anladık, belledik. Oysa ki, 2020 Mart ayından önce hiç girmemiştim o sulara. Yani girecek ne vardı ki? Hayat dört nala gidiyor, bense peşinden tık nefes koşturuyordum. Şimdi hayatımda biri nasıl olacaktı ki? Hem ‘sevdim sevilmedim, seveni sevemedim’ grubu mensubuydum. Birikmiş hayal kırıklıklarından mı, nefes almadan yapılan tercihlerin yorgunluğundan mı bilemiyorum; konuyu ‘bırakalım dağınık’ kalsın rafına atıvermiştim işte. Kokteyl tadında sevgili Çevremdeki çoğu kişi de benden farksızdı. ¨Nasıl birini istiyorsun?¨ sorusunun cevabı; filmlerden, aileden, toplumdan öğrendiklerimizin hayal ürünü bir kokteyliydi sanki. “Eli yüzü düzgün, işi gücü tıkırında, espri yeteneği güçlü, seyahat etmeyi ve gezmeyi seven, çalışma hayatıma saygılı, sosyal, sadık, sporcu, sürprizler yapan, el üstünde tutan biri.” Şimdi; Soru 1: Bu insan seni niye seçsin? Soru 2: Madem böyle birini arıyorsun, ¨Ne zaman arayacak?¨ diye o maymun iştahlının telefonunu niçin bekliyorsun? Soru 3: Sen gerçekten bir ilişkiden ne istediğini biliyor musun? Ve o emeği vermeye hazır mısın? Pandeminin ilk günlerinde müthiş bir yalnızlığın içinde buluverdim kendimi. Ne olacak korkusu, gelecek endişesi, anksiyete ataklarıyla iki oda bir salon evimde kalakalmıştım işte, n’aber? İşler tak diye durunca ampul yandı kafada; hayat sermayem sandığım, varlığımı anlamlandırdığına inandığım ne varsa çöp olup gitmişti. Evde birisi olsun istedim İlk kez evde birinin olmasını istiyordum. Sevdiğim, arkadaşlık edebildiğim, anlaştığım, aynı odada olsak bile hiç konuşmadan saatler geçirebileceğim birinin. Tam anlamıyla bir sevgilinin. Eski sevgililerim film şeridi gibi geçti gözümün önünden. Yok o değildi, yok o da değil, hayır hayır onunla da asla geçiremezdim pandemiyi... Elde bez temizlikler yapıldı, sokak hayvanlara mamalar dağıtıldı, sayısız facetime konuşmaları yapıldı, anneme düşkünlüğüm arttı, diziler izlendi- izlenemedi, kitaplar okundu-tek bir satır bile okunamadı, Spotify’da çalma listeleri oluşturup arkadaşlarıma gönderdim. Yemekler pişirip komşularıma dağıttım. Instagram’da canlı konserleri izleyip sarhoş oldum, köpeklerim dile gelseydi nasıl da mutlu olacaktım. Sonra sanki bu evde tek başınalıkla gözlerim açıldı ve görmediğim şeyleri görmeye başladım. Aile, komşular, arkadaşlar olmadan nasıl da kavruktu her şey. İnsan güç sandıklarının sadece birer makyaj malzemesi olduğunu idrak edince nasıl da önemsizleşiyor çoğu şey. Çok sevdiğim birinin doğum gününde yanında olamadığım için facetime’da zırıl zırıl ağladığım o gün, belki de dönüm noktamdır yani. Asıl sorulması gereken soru serisi de artık şudur; ¨Ben kimim? İlişkilerimde nasıl davranıyorum? Suçlamak ve haklı olmak yaşamıma ne kattı? Yüzeysel değil sahici bir ilişki yaşamak için kendimde neleri değiştirmeliyim? Eh babasız kızlar için bu soru serisini cevaplamak biraz sıkıntılı değil mi? Annelerimiz gibi olmamak için çırpınır, idare etmekten köşe bucak kaçar, çocuğumuzu mutsuz bir ailede büyütmekten korkarken nasıl da ıssız kaldık değil mi? İlişkiyi çekilmesi gereken bir yük, aşkı bela, sorumluluğu azap zannettik çünkü. Dilimizde bir sevgili masalı, içimizdeyse dipsiz bir kuyu; ah ne kadar yabancıydık kendimize. Yalnızlığınla mutlu olmak ¨Amaan iyi ki de bekarmışım¨ dalgası da geldi pandeminin sonraki döneminde. Şimdi online eğitimdeki çocuk, evde sürekli bir adam, türlü türlü istekler çekilecek şey miydi? Mis gibi paşa gönlüm ne isterse onu yapıyordum, daha neydi? Dahası şu; yalnızlığınla mutlu olmayı becerebilmek her birey için elzem. Sen kendinle mutluysan başkalarını da mutlu edebiliyorsun çünkü. Ve fakat bekarlık sultanlık değil. Bekarlık, hayat kırıklıklarından bir kaçış. Oysa merhamet, vicdan, temiz kalp, saygı, hayvanlara sevgi, anının kıymetini bilebilme yeteneği ve neşe ile sana gelen bir hayat arkadaşına kavuşabilmek, en büyük sultanlık olsa gerek. Sevmek lazım, bakmak lazım, görmek, hissetmek ve paylaşmak lazım. Ama önce her sabah aynada gördüğümüzle meselemizi çözmek lazım. Ne dersiniz?

Bademlisi, limonlusu, çileklisi... Peki senin kruvasanın hangisi?

Düşünme hiiiiiç, kaç kalori diye yorulmaaaa. Tek bir soru var artık; senin kruvasanın hangisi? Bilmem farkında mısınız ama son zamanlarda İstanbul’u aldı bir kruvasan aşkı. Neredeyse her semtin kendine ait bir kruvasancısı var ama ne kruvasanlar. Bademlisi, limonlusu, çileklisi, çikolatalısı oradan ver elini Antep fıstıklısı, pastırmalısı, sosislisi, hindi fümelisi.  Vitrinlerin önünden geçerken ya iradenize sarılıp gözünüzü kapatacaksınız ya da benim gibi ‘yanacaksak yanalım’ diyerek iştah açıcı görüntülere teslim olacaksınız. İşte ben de bir pandemi sabahı Nişantaşı’nda köpeğimi gezdirirken, Süreyya Ağaoğlu sokakta dikkatimi çeken kalabalığa her zamanki gibi ¨Neler oluyor acaba?¨ merakıma yenilerek düştüm kruvasan batağına. Batak diyorum çünkü yine glütensiz ve şekersiz beslenme kararı aldığım bir haftanın sonuydu bu… (Allah’ım neden iradesiz bir kulum ben, neden?) Zaten ne zaman beslenmeyle ilgili radikal bir karar alsam, üç vakte kadar kendimi tam tersini yaparken buluyorum. Bu da işlenmesi gereken bir konudur ey sağlıklı beslenme uzmanları! Tamam, biz de biliyoruz şeker zehir. Tamam! Biz de biliyoruz glüten şişim şişim şiriyor. Yine tastamam! Biz de anladık karbonhidratı minimuma indirmek şart ama ne yapsak olmuyor be gülüm. Victoria’s Secret değil, kruvasan kuyruğu Neyse kalabalığa dönelim. Köpeğim Diva’yla kaynadık ortama. Aaa nasıl bir kuyruktur bu? Kafamı sıkıştırdım insanların arasına, herkesin baktığı tek bir nokta var, vitrin. Sanırsınız Victoria’s Secret modelleri dizilmiş; Adriana, Candice, Alessandra... Amanın, bunlar neeee? Yok artık; kruvasan değil resmen pasta! İki elinizi birleştirin, işte o kadar büyükler. Mekanın adı; ‘Kruvasan’. Kapının önü ise sanırsınız sergi açılışı. Köpeğini kapan, kahvesini eline tutuşturan kruvasan yiyip muhabbette. Arsızlığıma yenilip içi pastacı kreması dolu bir adet limonlu, bir sade, bir çikolatalı ve bir fıstık ezmeli kruvasanı paket yaptırıyorum (Ayşe Hanım ne yapıyorsunuz?). Sadesi 15, günlük çıkan çeşitler 28’er lira. Origamiciler, Kruvasancılar Kruvasanları alıp eve gidiyorum ki arkadaşımdan fırçayı yiyorum. ¨Origami’den almadın mıııı?¨. Origami mi? Meğerse Nişantaşı ahalisi kruvasancılıkta ikiye ayrılıyormuş; Origamiciler ve Kruvasancılar. Kruvasan’ınkileri gömerken Origami’ninkileri de hayal ediyorum. Allah’ım benden bir halt olmaz bu hayatta. Bu iştahla o gitmek bilmeyen üç kiloyu veremeyeceğim o kadar net ki... Umarım sirkadiyen insan Ayşegül Çoruhlu’yla karşılaşmam. Ertesi gün kruvasan hadisesini didik didik etmeye karar veriyorum. İşe kısa bir kruvasan tarihinden başlamakta fayda var değil mi? Her ne kadar kruvasanı Fransızlarla bütünleştirsek de kendisi Viyana Kuşatması’ndan kurtulan Avusturyalılar’ın kutlama için Osmanlı sancaklarını simgeleyen hilal şeklinde yaptıkları bir pastane ürünü. Kurtuluşun simgesi. Sinema severler içinse kruvasanın simgesi; ‘Breakfast at Tiffanys’de Audrey Hepburn’un olağanüstü şıklık ve güzellikte Tiffany vitrinine bakarken kahvesine batırarak yediği kruvasan sahnesidir. Bir birey kruvasan yerken bu kadar güzel olabilir mi? Mehmet Yalçınkaya’dan aldım tüyoları Peki iyi kruvasan nasıl olmalı? İşte bu soru için ailemizin şefi, Masterchef Türkiye jüri üyelerinden Mehmet Yalçınkaya’ya Instagram’dan ulaşıyorum. Şefim ne derse o. ¨1¨ diyor! Ben de heyecanla not alıyorum, ¨Evet 1 şefim¨ ¨Hamuru çok katı olmamalı. Ne yumuşak, ne sert, orta kıvamda¨. Yazıyorum ¨Or-ta kı-vam, evet şef¨. ¨2- Doğru yağ kullanılmalı, tuzlu tereyağ ile yapılmalı. Tereyağı toplam ağırlığın yüzde 33’ü olmalı. 3- Tuz ve şeker kullanılmamalı 4- Doğru pişirilmeli¨. ¨Peki şefim, sizin kruvasanınız hangisi?¨ diye soruyorum. ¨Kruvasanı sade severim ama peynir katkılı sandviçleri de pek seviyorum¨ cevabını alıyorum. Şefin İstanbul’daki favorisi ise Kadıköy Yoğurtçu Parkı’ndaki Brekkie’ymiş. Sade kruvasan 406, simit 434 kalori O zaman bana bir tadım günü düşer mi, düşer. Brekkie’den hafta sonu için eve sipariş veriyorum. Sabah 10:00’da üç koca paket kruvasanla kapım çalınıyor. Offf olamaz böyle şey. Miniler, uzun çubuklar, büyük boylar... ¨Eyvah ki ne eyvah bana¨ deyip köpeğimi alarak Origami’nin yolunu tutuyorum. Teşvikiye karakoluna çıkan yokuşta, Migros’tan önce sağda Origami. İçeri giriyorum ki gördüğüm en tatlı kafelerden biri. Pastel renkler kullanılmış, gel otur ve saatlerce kalkma mekanı. Ve fakat malum durumda oturmak yasak. Kruvasanlara dalmış giderken önümdeki adamın isyanına gülme krizine giriyorum. ¨Bunların daha küçükleri yok mu, şişmanlatacaksınız bizi¨ diye küçük çaplı bir sinir krizi geçirdikten sonra dört çeşit alıp çıkıyor. Aklıma yürüyüşten eve simitle gelen erkekler düşüyor. Her evin hafta sonu aile krizidir bu değil mi? Kadınlar kilo vermeye çalışır, erkekler yürüyüş yaptıktan sonra ¨Aman da pek eridim¨ diye düşünüp kahvaltıya simitle gelirler. O yemeyeceğini söyleyen kadınlar bir anda çay-simit-peynir üçlüsünde kendilerini bulurlar ve bir daha simit alınmayacağına yeminler edilir. Ta ki bir sonraki hafta sonuna kadar. Bu arada sade kruvasan 406, simit 434 kalori. Bu kritik bilgiyi de vermek isterim. Benim, en iyi kruvasancılar listem Neyse, Origami’nin şefi Ezgi Tilki’yle tanışıp, kruvasancılığın abc’sini soruyorum. Ve bir dramla karşı karşıya kalıyorum sevgili okurlar. Ezgi her gün 02:30’da uyandığını (Türkçesi uyumadığını), 03:00’te üretime başladığını. Kruvasanın tezgaha gelmeden üç günlük hazırlık süresi olduğunu söylüyor. Vay vay vay, ne emek. Origami paketimi kapıp Brekkie, Kruvasan ve ekşi mayalı Pelin’in Ekmeği kruvasanlarımı denemek üzere eve dönüyorum. Yemek masasının üstü İstanbul’un en iyi kruvasanlarıyla dolu. Spotify’dan ‘Coffee and Croissant’ çalma listesini açıp, kahvemi alıyor ve Mehmet Şef’in tarifiyle her birinden tatmaya başlıyorum. ¨İki hamlede yiyeceksin kruvasanı¨ diye salık veriyor Mehmet Şef, ¨Önce koklayacaksın, sonra çıtır sesini dinleyeceksin, dağıtmadan ısırıp ve kahveye batırarak yiyeceksin¨. Şefim işini biliyor. Allah’ım sana geliyorum. Bir numarama Origami’yi koyuyorum. Ardından Brekkie, Pelin’in Ekmeği ve Kruvasan. Bir fire vermiş buluyorum o da Beşiktaş’taki Gün Bakery. Kruvasan’da işi öyle ileri taşımış ki, kruvasan ekmeği yapıyormuş. Artık yolu düşen denesin, bana söylesin. Vallahi çatlamak üzerim. Altın sarısı kruvasanları görev aşkıyla götürürken aklıma Nancy Meyers’ın ‘İlişki Durumu Karışık’ (It’s Complicated filmindeki o  nefis sahne geliyor. Hani Merly Streep ve Steve Martin’in gece acıkıp, dükkanı açarak kruvasan pişirdikleri o süper romantik sahne. Eh aşk iştahtır, beraber yemek pişirmek ve afiyetle yemek aşkın yakıdır değil mi? Kruvasanları tek tek tadarken düşünmeden edemiyorum, keşke bir Pazar sabahı kapı çalsa ve elinde kruvasanlarla o gelse... O kim? İşte onu ben de bilmiyorum. Neyse bir ısırık daha alayım, şu bademli de efsaneymiş canım. Glütensiz yaşam yine Pazartesi’ye kaldı iyi mi?