Marmaris’ten feribota biniyorsunuz ve sanki Karaköy’den Kadıköy’e geçiyormuşçasına Rodos’a varıyorsunuz. Sonrası... Görülmesi gereken hemen her şeyin 3-4 güne sığabildiği harika bir hava değişimi... Rodos’un diğer adalarla karşılaştırıldığında birkaç ayırt edici özelliği var.
Birincisi ve kuşkusuz en önemlisi Rodos (Hospitalier) Şövalyeleri’nden bugüne neredeyse tamamen korunarak gelmiş kale içi eski şehir bölgesi. İkincisi doğa ve tarih keyifleri... Yani Kelebekler Vadisi, Monolithos Kalesi, şarap rotası ve Embonas Köyü, Kalithea kaplıca plajı, St.Paul ve Anthony Quinn gibi benzeri az bulunur seviyede etkileyici doğa harikası küçük koylar.
Üçüncüsü de... Adanın doğu kıyılarının tam ortasındaki Lindos Koyu ve köyü. 3 bin yıllık bu tarihi yerleşimin çarşısı ve akropol başlı başına bir Ege efsanesi. Rodos’a çoğunluğu Avrupa ülkelerinden her yıl yaklaşık 5 milyon turist geliyor ve normal koşullarda bu turistler bu üç Rodos’tan sadece birini doya doya yaşamaya 1 hafta 10 gün zaman ayırıyorlar. Oysa eğer plajda sabahtan akşama kadar yatma ve deniz tatili yapma amacınız yoksa bu 3 Rodos’u 3 günde keşfetmek ve keyfini çıkarmak da pekala mümkün.
Peki nasıl?
Birinci gün: Eski şehir
Rodos'un eski şehri bir zaman makinesine benziyor. Bir anda 3 bin yıl önceye Dor Heksapolisi (6 kent birliği) günlerine kadar geçmişe gidiyor, sonra Marmaris’ten Gökova’ya tüm Anadolu kıyılarını da egemenliği altına alan Rodos Krallığı’na... Ardından da adadaki Pers, Makedon, Roma, Bizans, Osmanlı ve İtalyan-Alman egemenliklerinden izleri takip ediyorsunuz. Eski şehirden bugüne ulaşan en önemli tarihi izler ise aslında Rodos Şövalyeleri ve Osmanlı Dönemi’nden.
Hızlı bir eski kent turu için bugün arkeoloji müzesi olarak kullanılan Hospitalier Hastanesi, İspanyol, Fransız, İtalyan şövalye kışlalarının (evlerinin) bulunduğu Şövalyeler Caddesi (İppoton) ve Büyük Üstat Sarayı’nı gezdikten sonra Süleyman Camii ve Türk mahallesine geçilebilir. Burada Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi de görüldükten sonra Sokrat Caddesi’nden aşağı doğru (Rodos’un tarihi çarşı bölgesi) iner, deniz kıyısında sağa (Aristo Caddesi) dönersiniz ve Yahudi mahallesine ulaşırsınız. Nazilerin 1944’teki bin 604 kişilik Rodos ve Kos adaları katliamı anısına 6 dev ağacın gölgesinde düzenlenmiş park etkileyicidir.
Rodos eski şehir surları biraz yamukça bir dikdörtgen biçiminde ve topu topu 4 kilometre uzunluğundadır. Ama içindeki daracık sokakların toplam uzunluğu aşağı yukarı 40 kilometre olabilir. Yukarda bahsettiğim ana gezi güzergahını tamamladıktan sonra ara sokakları keşfe başlamak gerekiyor. Bu sokaklarda gezerken 8-10 tane kullanılmayan cami göreceksiniz. Recep Paşa, Pargalı İbrahim Paşa ve Ağa Camileri gerçekten ilginç. Hele ki limana bir cruise gemisi yanaşmış ve içindeki 3 bin aceleci turistin yarısı Hipokrat Meydanı’na doluşmuşken Recep Paşa Camii’nin önündeki ferah ve serin meydanda dinlenmek kesinlikle tercih edilebilir.
İkinci gün: Doğa-deniz
“Rodos gezi TOP 10” listelerine baktığınızda değişmeyen unsurlar var. En önemlilerini şöyle sıralayabiliriz.
Kelebekler Vadisi: Adanın ortasında 3 kilometre uzunluğunda derin bir vadi. 2-3 yıl önce Rodos’ta büyücek bir orman yangını çıktı. Hayli ağaç yandı, dağlar kül oldu. Kelebekler Vadis’ine 500 metre kala yangın mucizevi bir şekilde söndürüldü. Bu yangın bölgenin ekolojik dengesini ciddi şekilde etkiledi. Ama vadideki kelebekler hala duruyor.
Binlerce, milyonlarca kelebeğin ağaçlarda bir halı gibi asılı duruşunu, bir bulut gibi havalanıp süzülüşünü görmek çok etkileyici. Larvaların kelebeğe döndüğü ideal zaman da tam haziranın 3’üncü haftasından sonra. Ağustosun yarısına kadar ziyaret edilebilir. Diğer mevsimler sadece, vadide ağaçların gölgesinde, nehrin şırıltısını dinleyerek trekking yapılır. Rodos’un kelebekleri bizim Fethiye’dekilerle aynı tür: Tiger Mouth ve Jersey.
Parasonissi Yarımadası: Kite-surf merakınız varsa, bu yazıyı okumasanız da zaten gideceksiniz. Yoksa ıssız, sonsuz, rüzgarlı bir kumsalda ayaklarınızı bilek hizasında denize sokup yürüyüş yapmak için sınırlı zamanınızı harcayıp adanın en güney noktasındaki bu ikiz plajı görmeye gitmenize hiç gerek yok.
Monolithos Manastırı: Adanın batı kıyısının yaklaşık tam ortasında deniz kıyısından dimdik 200-300 metre yükselen bir sarp kayalığın tepesine adamlar kale gibi bir manastır inşa etmişler. Bin yıllık manastırın bir kısmı renove edilmiş. Çok etkileyici bir şapelin, yüzlerce yıllık taşlarla örülü denize uzanan bir tüneli andıran gövdesi ise Instagram fotoğrafçıları için bir çekim merkezi haline dönüşmüş. Ben gidip o fotoğrafı çekmedim. Ama Lindos’tan Rodos’a dönerken batı kıyısındaki çam ormanlarıyla süslü dağ yolunu kullanmak; Monolithos Kale ve Manastırı’nı uzaktan da olsa görmek; yol üstündeki manastır manzaralı organik ürünler satış noktasında Rodos’un Grappa’sı “Souma”nın tadına bakmak; ardından şarap rotasının en keyifli durağı Embonas’da bir öğle yemeği molası vermek çok keyifli bir fikir olabilir.
Kalithea Plajı (kaplıca): Rodos’ta sıcak yer altı volkanik kaynak suları ile meşhur 3-4 plaj var. Bunların en ünlüsü hemen kentin kıyısındaki Kalithea. Bir sağlık turizmi arayışınız yoksa bence kesin zaman kaybı. Kalithea’nın girişinde bir halka açık küçük koy var, çam ağaçları dibinde de bir küçük bar-taverna... O sıcakta kaplıcada ecel teri dökmektense temiz, berrak, serin bir deniz... Kesinlikle tercih edilebilir.
Güzel ve ünlü koylar: Temel prensip şu doğu kıyısındaki koylar, plajlar, denizler daha güzel. Batı kıyısı hakim rüzgarıyla sadece bir sörf cenneti. Adanın 70 kilometrelik doğu kıyılarında 5-6 tane çok ünlü koy var. Bunlardan Faliraki köyü kıyısındaki Anthony Quinn ve Lindos kıyısındaki Ag. Pavlos (St. Paul) koyları, yalçın kayalıklarla neredeyse doğal havuz gibi çevrelenmiş birer doğa harikasıdır. Ünlü Lindos, ünsüz Kolymbia ve Argo isimli muhteşem bir lezzet durağına ev sahipliği yapan Haraki Koyları ada kıyılarını araba ile gezerken uğranabilecek, denize girilebilecek harika duraklar. “Sadece tek hakkın var, Rodos kıyılarında gezerken bir yerde denize gireceksin, nereyi tercih edersin?” derseniz... Yanıtım Anthony Quinn’in hemen yanındaki Ladiko Koyu olur. O ünlü koylarda yüzlerce kişi ile köşe kapmaca oynamak yerine Ladiko’nun berrak ve sakin suları çok daha cazip.
Üçüncü gün: Kesinlikle Lindos
Rodos’a 3-4 gün geldiyseniz bir gününüzü kesinlikle Lindos’a ayırmalısınız. Lindos, aralarında Bodrum ve Knidos’un da bulunduğu Dor 6 Kent Birliği (Heksapolis) döneminde en görkemli günlerini yaşamış bir antik krallık. Aradan yüzyıllar geçmiş, Rodos Şövalyeleri adaya hakim olmuş. Ada Akdeniz ticaretinin karakol noktası haline gelmiş. Lindos da Akdeniz ticaretini yöneten kaptanların köyü olmuş. O günlerin kaptan evlerinin tümü bugün kafe-bar, taverna, hatta Michelin yıldızı bulunmasa da hayli lüks restoranlar olmuş.
Bir dik yamaç köyü olan Lindos’un bir adet meydanı, geniş bir çarşı-rastoran sokaklar örgüsü ve uzunca bir plaj barlar-tavernalar sistemi var. Yamacın 125 metrelik zirvesinde antik Lindos’un akropolü ve 2 bin 500 yıllık görkemli Athena Tapınağı’nın kalıntıları bulunuyor. Bu zirveye çıkmak için sabahın erken saatleri ya da akşam serinliği tercih edilmeli. Lindos’un çarşı sokakları da öğleden sonra serinliğinde gezilmeli. Çarşıdaki abartısız yüzün üstündeki restorandan birinde akşam yemeği keyfi yaşanmalı. Rodos’taki geziniz ne kadar kısa olursa olsun Lindos’ta bir gece konaklama düşünmekte fayda var.
Nasıl gidilir?
Çok güzel bir feribot sistemi var. Fethiye’den sabah 08.00’de, Marmaris’ten 09.00’da kalkıyor. Yol da Fethiye’den 1 saat 40 dakika, Marmaris’ten sadece 50 dakika. Yani sabah saatlerinde Rodos’tasınız. Dönüşler akşamüstü. Yani sabah kahvaltısı sonrasında 7-8 saat Rodos eski kentin sokak aralarında gezmeye vaktiniz var.
Nerede kalınır?
Rodos’un hem doğu hem de batı kıyılarında kilometrelerce 4-5 yıldızlı devasa oteller uzanıyor. Eğer maksat kısa süre içinde Rodos’u keşfetmek ise bu dev otelleri Avrupalı turistlere bırakmakta fayda var. Rahat rahat adayı gezmek için bir gece Lindos’ta mümkünse plaja ve meydana yakın bir otelde kalmak iyi bir seçenek. Rodos merkezde ise surlara yakın yeni kent bölgesinde güzel bir otel bulmak gerekiyor. Unutmayın, eski kente araç giremez, sokaklar ya Arnavut kaldırımı ya da podima (çakıl desen) kaplı olduğu için tekerlekli bir bavulu otele sürüklemek hayli zorlu.
Ne yenir ne içilir?
Rodos tipik bir Yunan adası değil. Tarihi boyunca bölgenin merkezi olmuş, sanki bir metropol. Dolayısıyla adanın her köşesinde dünya mutfağından çok farklı alternatifler bulmak mümkün. Bu da artık önemli. Çünkü Yunanistan ekonomik krizi ve hemen ardından patlayan pandemi sırasında adalardaki yemek kalitesi hayli gerilemişti. Sanıyorum, Rodos hala eski lezzetli günlere dönebilmiş değil. Örnek: 2-3 iddialı restoranda “Güneşte kurutulmuş ahtapot ızgarası yapmıyor musunuz?” diye sordum. “Maalesef tükendi, kalmadı” gibi yanıtlar aldım.
Ahtapotlar buzlukta, sipariş gelince çıkarıp güveçte yapıyorlar. Kalamar artık Ege’den değil, Uzak Doğu’dan, temizlenmiş, dondurulmuş. Mezelerin çoğu (tarama, caciki vb.) Atina’dan 5-10 kilogramlık plastik kovayla geliyor. Mesela Rodos’un salyangozu meşhurdur. Mayıs sonu haziran başı da tam mevsimidir. 4 gün boyunca tek bir menüde bile görmedim, şaşırdım. Eskiden kapısını çaldığın tavernada deniz kestanesi salatası olurdu. Tek bir yerde görmedim. Neyse ki kızarmış peynir saganaki hala nefis. Sardalya yağlanmış, taze bulunuyor. Mythos ve Plomari de her dükkanda mevcut.
Nerede yemeli?
Birinci kural: En lüks restorandaki güzel bir kalamar tava ile ekonomi sınıfı tavernadaki kalamar tava arasındaki fiyat farkı 2-3 euro. Yani biri 13, diğeri 16 euro. Lezzet merakınız varsa Rodos’ta Fransız istridyesi bile bulabileceğiniz Alexi’s; Lindos’ta hemen meydandaki Mavrikos gibi restoranlardan birini test etmek düşünülebilir. Diyelim ki bir gün de canınız makarna çekti. Adadaki sanırım her taverna ve restoranın menüsünde 5-6 çeşit makarna mevcut. İşte makarna yiyecekseniz de aynı mantık ile en ünlü İtalyan restoranına, mesela eski kentteki ‘il Borgo’ya uğramanızı öneririm.
Rodos’ta eski kentteki yüzlerce kafe-bardan birine oturup akşam yemeği yemek tam turist tuzağı. İdeal bölge yeni kentte, otellerin de yoğunlaştığı 28 Ekim (28 Oktovriou) Caddesi’ni kesen sokaklar. Burada lezzetli füzyon mutfakları da var (mesela Tamam), aile tipi güzel meyhaneler de bulunuyor (mesela Thomas). Euro/TL aldı başını gitti. Kahve içerken “Sadece 3 lira verdim” diye düşünmezseniz, insanın siniri bozulabilir. Sıradan lezzetlere çuvalla para vermek istemiyorsanız, Rodos eski şehirde size iki alternatif: Birincisi 4-5 euro karşılığı harika bir dondurma için Da Vinci. İkincisi yine 4-5 euro karşılığı çok güzel ve kesinlikle doyurucu pide ve börekler için Fournariko Bakery.
Buluşma noktası Aktaion
Yat limanı Mandraki’nin kıyısında 2 sempatik mekan var. Birincisi Yeni Agora bir Osmanlı yapısı. Ortasında balık mezat kulesi, çevresi eskiden tüccarların dükkanları, bugün restoran ve kafelerle dolu. Sempatik bir pazar yeri. İkincisi yine aynı kıyıdaki Aktaion isimli devasa kafe-restoran. Bu koca bina da Osmanlı döneminde yapılmış bir subay kulübü. 1912-48 yılları arası İtalyan işgalinde de subay kulübü olarak kullanılmış. Rodos’un bağımsızlığı sonrasında da yerel halkın buluşma noktası haline gelmiş.
Şarap rotası
Artık her yerde bir “şarap rotası” modası var ya, Rodos’ta da bu zamane gerçeği ortaya çıkmış. Rodos şarapları fena değil ama mükemmel de değil. Biraz sofralık şarap kıvamında. Şarap rotasında da Fransa’nın Bourgogne bölgesi değil de mesela Medoc şarap rotasında görebileceğiniz manzara ile karşılaşıyorsunuz.
Küçük, düzensiz bağlar, şato değil de sanayi tipi şarap imalathaneleri. En iyi ihtimalle sofra şarabı kalitesi... Yalnız bu şarap rotasında büyük ve ünlü bir köy var, Embonas. Dağların arasından köyü ilk gördüğünüzde karşınıza sefil bir briket evler manzarası çıkıyor. Bu görüntüye aldanmamak lazım. Köy meydanındaki sağlı sollu tavernalar hayli güzel, keyifli, lezzetli ve dost canlısı. 2-3 günde turistik standart hizmetten sıkılanlara ilaç gibi gelebilir.