22 Kasım 2024, Cuma Gazete Oksijen
20.08.2021 04:30

Türkiye kıyılarından komşu sulara

Yangınlar içimizi kararttı. Biraz sakinleşme, denize açılma zamanıdır. Ama nereye? Bakın, Yunanistan Ege Adaları’na yolculuk kısıtlamasını kaldırdı. Biraz komşu sularda özlem gidermek de mümkün. Ama hemen hatırlatmalıyım ki bu özlem giderme maliyeti hayli yükselmiş durumda. 15 metrelik bir tekne ile Ege Adaları’na yolculuk için sadece giriş çıkış işlemleri ve resmi harçlar 700 euro tutuyor. 25 metrelik tekneyle giderseniz 800 euro.  Bir de buna vize masraflarını, bazı adalarda Yunanistan’ın koyduğu kurallara ek olarak aşı sertifikası olanlardan bile istenen PCR test maliyetlerini de ekleyin… Kabaca 10 bin TL ayakbastı maliyeti… Eskiden özel tekneler işlemleri kendileri yapabiliyordu ve 150-200 euro civarı bir maliyet vardı. Ancak pandemi nedeniyle şu anda hem Türkiye hem de Yunanistan tarafında acenta ile çalışmak zorunlu ve bu 400 euro’luk bir ek maliyet getiriyor. Ayrıca son üç yıldır Yunanistan, tekneler için TEPAI isminde ek bir vergi getirdi. Bu da tekne boyu x 8 euro. Üstelik diyelim ki 21 Ağustos’ta Yunanistan’a geçtiniz ve 15 gün kalmak istiyorsunuz hem ağustos hem de eylül için TEPAI ödersiniz… (Not düşelim: Sadece bu ayakbastı maliyeti nedeniyle pek çok amatör denizci bu yıl Ege Adaları’na gitmeme kararı aldı ve hatta bir protesto kampanyası başlattılar.)

Gökova Sedir Adası’nda dolunaya ve gün batımına doyum olmaz.
Gökova Sedir Adası’nda dolunaya ve gün batımına doyum olmaz.

Üç yıl önceki euro kurunu hatırlıyor musunuz?

Bunlar sadece giriş çıkış maliyetleri… Pandemi öncesi, mesela 2018’de euro 4.5 TL idi, şimdi 10.5 TL! Dolayısıyla 70’lik uzo bakkalda 150 TL, restoranda 450 TL. Türkiye kıyılarında fiyatların yükseldiğinden şikayet ediliyor, ama ahtapot ızgara komşu adalarda daha pahalı. Ege Adaları’nın o eski efsanevi ucuzluğu da tarihe karışmış durumda. Bu irkiltici olabilecek rakamlar bazı Ege Adaları müdavimlerinin iki yıllık özlemini törpüler mi? O da şüpheli bir konu. Bir arkadaş sınırların açılmasından sadece üç gün sonra, Simi Limanı’nda 100 civarında Türk teknesi saymış. Zaten kapasitesi 150 idi. İki haftaya limanın tıka basa dolacağından; sokakta Yunanca’dan çok Türkçe konuşmalar duyulmaya; tavernada Haris Alexiou yerine Türkçe pop nağmeleri işitilmeye başlanacağından da eminim. Dolayısıyla, evet çok özledik ama… Benim tercihim, maliyetlere gözümü karartıp adalara yelken açacaksam da, şu an akın eden Türk denizcilerin biraz seyrelmesini beklemek olurdu.
Kekova’da küçücük bir alanda dört uygarlığın izlerini görebilirsiniz.
Kekova’da küçücük bir alanda dört uygarlığın izlerini görebilirsiniz.

Türkiye kıyıları biraz hafiflemiş olabilir…

Ayrıca bu tahminim gerçekleşirse Türkiye mavi yolculuk kıyılarında iki sezondur yaşanan olağanüstü yoğunluğun bir nebze de olsa azalabileceğini de öngörebiliriz. İşte bu, güzel bir haber olur.  Çünkü bu yıl denizdeki yoğunluk öyle bir noktaya ulaştı ki, özellikle genç gulet kaptanları ile amatör denizciler arasında sık sık gerginlik yaşanmaya başladığına tanık olduk. Denizcilerin uğradığı bazı restoranlarda fiyatlar iyice uçtu. Hesaba itiraz eden bir kadın kaptanımızın “Keserim palamarlarını ne halin varsa görürsün” diye tehdit edildiğini işittik. O zaman şimdilik soru şu: Türkiye kıyılarında mavi yolculuk yapalım, ama nereye gidelim? Yanıtım, eğer maksat denizin üstünde bir hafta 10 gün yaşamak değil de gerçekten mavi yolculuk yapmak ise, başlıkta yer alan beş efsane durağı hiçbir rotayla, hiçbir küçük koyla değişmem.
Bozukkale de tarihin izini sürmek isteyenler için görkemli bir durak.
Bozukkale de tarihin izini sürmek isteyenler için görkemli bir durak.

Kuzeyden güneye, batıdan doğuya…

Mavi yolculuk denize açılmaktır, biraz yol yapmaktır, dalga ve rüzgâr ile oynamaktır. Kentsel yapılaşmadan uzak, tertemiz, lacivert-turkuaz denizlere ulaşmaktır. Üzerinde beton binalar olmayan bakir doğayla kucaklaşmaktır. Ve bir de mavi yolculuk kültürünü yaşatmaktır; yani, Halikarnas Balıkçısı’nı hatırlayıp Ege uygarlığının izlerini denizden takip etmektir.  Kıyılarımızda bu dört hayati unsurun buluştuğu en güzel beş durak Gökova’daki Sedir Adası; Datça Yarımadası’nın uç noktası Knidos; Marmaris Körfezi’nin batıda uç noktasını oluşturan Bozukkale, yani Loryma; Fethiye Körfezi’nin doğusunda, Ölüdeniz yakınlarındaki Gemile Adası  ve Fethiye ya da Kemer’den hareketle ulaşılan Kekova’dır. Bunların arasından en güzelini seç deseler, bir yanıt veremem. Her biri eşsizdir. Sedir Adası: Gökova’nın en dibinde Kedrai Antik Kenti’nin bugüne yansıyan sesleriyle baş başa muhteşem bir gün batımı ya da dolunay izleyebileceğiniz bir liman. Önemli nokta şu: 09.30-18.30 arasında yakınındaki Çamlı Koyu ve Akyaka’dan gelen günlük gezi motorları Sedir adasına her gün 1000’in üstünde ziyaretçi taşır ve antik liman çarşamba pazarına döner. Akşamüstü geç saatlerde gideceksiniz ve antik kalıntıları ziyaret etmek isterseniz 08.30’da giriş kapısının önünde yerinizi alacaksınız. Özellikle zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş amfiteatrı ve büyüleyici kumlarıyla ünlü Kleopatra Plajı’nı ıskalamayın…  Knidos: Datça Yarımadası’nın en uç noktasındaki bu eşsiz liman, değil ülkemizin bence dünyanın en etkileyici tarihi miraslarından biridir. Oldukça büyük ve iyi korunmuş 2 bin yıllık amfiteatrın tam önüne demirleyebildiğiniz bir antik liman. Sanırım dünyada bir örneği yok. Antik limandan 40 dakikalık bir yürüyüşle ulaşılan Deveboynu Feneri’nden denize baktığınızda sağ tarafınız Ege, sol tarafınız Akdeniz olarak kabul edilir. Türkiye’de iki denizi birbirinden ayıran bir başka fener yok. Üstelik denizi tüm Türkiye mavi yolculuk kıyılarındaki en temiz ve en güzel denizlerden biri. Sanki kadife…  Ege Adaları’na geçişlerde bir sıçrama noktası olarak kullanılan Knidos Limanı’nda uzun yıllardır keyifli bir restoran vardır. Terasında oturup antik liman ve iskele manzaralı bir akşam yemeğinin keyfi bambaşkadır. Antik kenti gezerken Knidos’u sarmalayan efsaneleri, mesela Afrodit heykelinin öyküsünü, Pers işgali günlerini, Knidos Aslanı’nın British Museum’a kaçırıldığı günleri hatırlayın… Bozukkale: Marmaris Körfezi ile Hisarönü Körfezi’nin buluştuğu noktada. Eski çağlarda ismi Loryma. Antik Loryma’dan bugüne pek az iz kalmış, ama kocaman limanın girişindeki dokuz kuleli kale tarihin izini sürmek için yeterince görkemli. Rodos ve Simi geçişi için bir yol üstü durağı olarak da kullanılabilecek limana karayolu yok, sadece denizcilerin kullanabildiği üç restoran var. Bizim favorimiz kalenin hemen altındaki 30 yıllık Ali Baba. Burada tarih, doğa, tertemiz cam gibi deniz ve bölgedeki en iyi şeflerden biri olan Nedim Usta’nın mütevazı ama lezzetli mutfağıyla buluşmak mümkün. Bir de Bozukkale, kent ışıklarından en uzak ve dolayısıyla yıldızları avucunuzun içinde sayabileceğiniz bir limandır.  Gemiler (Gemile) Adası: Fethiye Körfezi’nden çıkıp Ölüdeniz’e doğru giderken karşınıza gelen bir kilometre uzunluğunda, 400 metre genişliğinde bir ada. Likya dönemindeki yerleşim MS 240 yılında büyük depremde kısmen sualtında kalmış ve tıpkı Kekova’da olduğu gibi adanın kuzey kıyısında bir batık şehir ortaya çıkmış. Adadaki asıl büyük yerleşim ise Roma ve Bizans döneminde görülüyor. Kayaköy’ün (Levissi) limanı olarak kullanılıyor. Haçlı seferleri sırasında Avrupa’dan gelen orduların İskenderiye’ye geçiş öncesi kıtadaki son uğrak noktalarından biri olarak kullanılan adada 11 kilise ve çok sayıda şapel bulunuyor. Bu kiliselerden en büyüğünün adı Aya Nikola, Demreli Noel Baba’nın bir müddet bu adada yaşadığı şeklinde bir yaygın inanış var. Zirvedeki bu kilise ile adanın doğu ucundaki son kilise arasında 200 metre uzunluğunda 2.5 metre genişliğinde olağanüstü etkileyici bir dehliz bulunuyor. Bu tüneldeki 17 durak noktasının İsa peygamberin çarmıha götürülürken Kudüs’te 17 noktada bekletilmesini sembolize ettiği düşünülmekte. Gemiler Adası ne yazık ki iyi korunmayan bir tarih hazinesi. Yıllar önce bu adaya ilk gittiğimizde kiliselerin pek çoğunun zemininde muhteşem mozaikler vardı. Sonra her yıl bu mozaiklerin fareler tarafından kemirildiğine tanık olduk. Herhalde son mozaik de bir amatör-profesyonel hırsız tarafından sökülüp bir duvar panosu için götürüldüğünde bu talan bitecek. Kekova: Bir yaşam boyunca hayallerimizi renklendirecek 3 bin yıllık Kekova’da bir değil, dört tarihi miras var. Aperlai, Simena, Teimiusa-Tristomon antik kentleri ve Dolichiste Batık Kenti. Biraz daha zorlayalım, iç denizin doğu ucundaki Gökkaya Limanı yamaçlarında da Tyinda ve İstlada isminde iki antik yerleşim daha bulunuyor. 7 mil uzunluğunda, 1 mil genişliğindeki bu iç deniz, batık kenti, büyüleyici lahitleri, nefes kesen kalesiyle tam bir açıkhava müzesi. Kale, küçücük bir alanda dört uygarlığın izlerini hala görebildiğiniz eşsiz bir tarihi miras. İlk taşları, 3 bin yıl önce Likyalılar tarafından yerleştirilmiş. Helenistik dönemde içindeki kayalar oyularak bir küçük amfiteatr yapılmış. Bizans döneminde bir köşesine kilise inşa edilmiş. Osmanlı döneminde de bir cami. Tümünün izlerini 10 dakikalık bir gezinti ile görüyor, ardından kalenin surlarından Kekova’nın büyüleyici manzarasına kendinizi kaptırıyorsunuz. Bir de not: Kekova’ya yarım saat mesafede Demre’de yeni nesil müzelerden biri, ‘Likya Uygarlıkları Müzesi’ var. Demre’de ayrıca iki hayli etkileyici antik kent Andriake ve Myra yer alıyor. Vaktiniz varsa böyle bir geziye de 1 gün ayırmak çok keyifli olabilir.
Gemiler Adası’ndaki 200 metre uzunluğundaki dehliz çok etkileyici.
Gemiler Adası’ndaki 200 metre uzunluğundaki dehliz çok etkileyici.

Mavi yolculuğun geçmişi ve bugünü…

Çok değil bundan 10-15 yıl öncelere kadar insanlar ‘mavi yolculuğa’ çıkmadan önce Azra Erhat’ın Cevat Şakir’in kitaplarına bir göz atar, nerede ne göreceklerinin bir kaba planını yaparlardı.  Şimdilerde ‘denize çıkanlar’ mavi yolculuğa çıkanlardan fazla hale geldi. Daha çok “Teknede klima var mı? GSM güçlendirici var mı? Peki, maçları, dizileri, kripto para borsasını izleyecek bir televizyon?” gibi sorular ön planda… Bulaşığı yıkayıp sabunlu suları denize boşaltıveren ve sonra da denize girip “Bu deniz de resmen köpürüyor” diye söylenen o kadar çok insan var ki… Bu insanların çoğunun bir de yaz sıcağında Gemiler Adası ya da Knidos’un yamaçlarına tırmandığını sanmıyorum. Hayli şaşırtıcı, ama gerçek.  Doğrusu, ben klasik mavi yolculuk öykülerinden bir türlü kopamayanlardanım. Bu kıyılarda dolaşıp tarihin fısıltılarından ayrı kalmak, yitip gitmiş uygarlıkların izini koklamamak büyük kayıp olurdu.