24 Kasım 2024, Pazar Gazete Oksijen
21.10.2022 04:37

2023 endişesi artarken…

Bundan iki ay öncesine kadar yeni cumhuriyetin nasıl kurulacağı üzerine yazıyorduk. Ama son iki ayda muhalif kesimler aniden bir ümit kırılması yaşadı, yaşıyor. İktidarın kendine olan güveni de artıyor. Muhalefet liderlerinin bu tabloyla samimi şekilde yüzleşmesi şart

2023’te yeni bir başlangıç imkânı konusunda birkaç ay öncesine kıyasla daha az iyimser olduğumu söylemem gerek. Özellikle muhalefet cenahında son birkaç ayda tanık olduğumuz dağınıklık beni endişelendiriyor. Bu karanlık tünelden çıkış için önümüzde Erdoğan’ın deyimi ile “Allah’ın lütfu” bir imkân
varken yavaş yavaş bu şansın basit hatalar, koordinasyonsuzluk, cesaretsizlik ve vizyonsuzluk sonucu harcanmaya başladığını görüyorum.

Şubat 2021’de Gazete Oksijen bana gazetede düzenli olarak yazmayı teklif ettiğinde çok da düşünmeden kabul ettim. Zira 2023 seçimine giderken, Cumhuriyet’in yeni yüzyılında taze bir başlangıç yapma imkânı olduğunu görüyordum. Bu tarihi süreçte kendimce aklımdakileri geniş bir okur kitlesiyle paylaşmak fikri heyecan vericiydi. Hala öyle. Ama 2023’te yeni bir başlangıç imkânı konusunda sanırım birkaç ay öncesine kıyasla daha az iyimser olduğumu söylemem gerekiyor. Özellikle muhalefet cenahında son birkaç ayda tanık olduğumuz dağınıklık beni oldukça endişelendiriyor.

Evet 2023 seçimleriyle ilgili olarak bir iki ay öncesinde göre çok daha endişeliyim. Aslında akıllı ve titizce üretilmiş bir strateji ile ulaşabileceğimiz bir iktidar değişiminin, son birkaç ayda yavaş yavaş ciddi bir riske girmeye başladığını görüyorum. Yanlış anlaşılmasın: İktidarın böyle bir değişimi engellemek için meşru ya da gayrimeşru tüm araçları kullanacağını bilmiyor değilim. Ama her şeye rağmen büyük bir farkla ve moral üstünlükle kazanılan bir seçimin önünde kimsenin duramayacağını düşünüyorum. Şimdi bu karanlık tünelden çıkış için önümüzde Erdoğan’ın deyimi ile “Allah’ın lütfu” bir imkân varken yavaş yavaş bu şansın basit hatalar, koordinasyonsuzluk, cesaretsizlik ve -bu terimi çok sevmem ama hadi kullanayım- vizyonsuzluk sonucu harcanmaya başladığını görüyorum.

Yine de grotesk bir kötümserlik takınmaktansa, tedbirli ve eleştirel bir iyimserlikte inat ettiğimi, günlük siyasal gelişmelerin ötesinde, soğukkanlı ve uzun erimli bakmaya çalıştığımı söyleyeyim. Önümüzde hala zaman var. Muhalefetin bir muhasebe ile silkinip toparlanma ihtimali az değil. Yalnız silkinip toparlanırken şunu anlamalarını isterim: Evet, önümüzdeki bu büyük şansı, tabirimi mazur görün, aptalca kaçırırsak, evet, Türkiye demokrasi tarihi sonlanmaz şüphesiz. Ama muhtemelen ülkemizde hukukun üstünlüğünün hâkim olduğu işleyen bir idarenin, kamunun ve bireysel hakların bir arada işlerlik kazandığı doğru dürüst bir demokratik rejimin ve kalkınma ve sosyal adaleti belli ölçüde dengeleyen derli toplu bir ekonomik sistemin tesisini yakın ve orta gelecekte görmek imkânı kalmayacak.

Dönülemeyen dönemeçler

Büyük Avrupa tarihçisi A. J. P. Taylor 1848 Devrimleri sırasında Almanya’nın burjuva ve işçi sınıfının beraberce yürüteceği bir demokratik dönüşümün tüm koşullarıyla hazır olduğunu ama bunun gerçekleşmediğini anlatır. Orta sınıf ve işçi sınıfı arasındaki bölünme, güçlü Alman ve Avusturya aristokrasinin aradan sıyrılıp, 1848 Devrimlerini kendi lehine çevirmesiyle sonuçlanır. A. J. P. Taylor, 1871’de Prusya ve Almanya federasyonlarının birleşik Almanya’yı kurduğunu ama 1848’de kaçırılmış o fırsatın demokratik ve liberal değerler üzerine inşa edilmiş bir Almanya yerine otokratik bir Almanya’ya yol açtığını anlatır. Ona göre Nazizm’e giden o korkunç macera böylece 1848’de kaçırılan o fırsatla başlar. Tarihçi şöyle der: 1848’de Almanya tarihi bir dönemece gelmişti ama bu dönemeçten dönmeyi beceremedi. (German history reached its turning-point and failed to turn.)

Çok etkileyici bir cümle öyle değil mi?

Evet, tarih böyle dönemeçlerle doludur. Ve bir tarihçi olarak en ilginç meselelerden biri bu dönemeçleri incelemek, toplumların neden onlar için daha hayırlı olan yollara girmeyi reddettiklerini ya da beceremediklerini analiz etmektir. Neden toplumlar önlerindeki fırsatları kaçırırlar? Kimlerdir bu kaçan fırsatlardan sorumlu olan? Liderlik bu dönemeçlerde ne gibi roller üstlenir? Girilen yol ne zaman dönüşü olmayan bir kader oluverir?

Gezi ve 15 Temmuz

Yaşadığımız son on yılda iki büyük dönemeç olduğunu düşünüyorum. Gezi ve 15 Temmuz. Şimdi de üçüncüsüne, 2023 seçimlerine yaklaşmaktayız. Türkiye Gezi ve 15 Temmuz’daki dönemeçlerde demokratik bir yola sapabilir, bu tünele girmeyebilirdi. Ama olmadı. Hatırlayalım. Mayıs 2013’te alevlenen Gezi Olayları’nda iktidarın önünde iki yol vardı. Ya Gezi’deki eleştiriyi belli ölçülerde kabul edecek, protestoları iktidarın uygulamalarına çok farklı toplum kesimlerinden gelen büyük bir tepki olarak anlayacak ve buna cevap verecek adımları atacaktı; ya da Gezi’yi gayrimeşru ilan edecek, hatta bir darbe teşebbüsü olarak değerlendirecekti. İktidar içinde bu iki görüşü de savunan gruplar vardı. Sonunda ikinci yol tercih edildi.

Peki bunun sonucu ne oldu? Evet, Türkiye daha otoriter bir döneme girdi. Ama daha ilginç bir sonuçtan da bahsedebiliriz. Aslında Gezi’yi kategorik olarak reddederek, Erdoğan ve iktidarı kendini dar bir çerçeveye sıkıştırdı. Gezi’nin dinamiklerini ve eleştirisini gayrimeşru olarak ilan edip, o dinamikler ve eleştiri ile tüm bağını kopardı. Erdoğan ve partisi, 1990’ların başında çıkmış ve AKP’yi yaratmış bu hareketi yavaş yavaş kurutan düşünsel çölleşmeye Gezi reddiyesi ile sürüklendi.

İkinci dönemeç darbe girişimden sonra yaşandı. Başarısız darbe teşebbüsünden sonra Türkiye’nin önünde büyük bir şans belirdi: Kutuplaşmanın sonlanması ve siyasal ve toplumsal uzlaşmanın sağlanması için bir zemin oluştu. 15 Temmuz’dan hemen sonra darbe girişimi ile ilgili bir yazı yazmıştım. Sizinle yazının son bölümünü paylaşmama izin verin.

“Bu darbe teşebbüsü Türkiye’yi ille de daha büyük bir otoriterliğe sürüklemeyebilir. Aslında bu teşebbüs Türkiye’de halkın demokrasiye ve özgürlükçü değerlere olan bağlılığını pekiştirmesi için bir şans olabilir. Toplum ezici çoğunluğu bu darbeye başından beri karşı çıktı. Bütün siyasal partiler darbecilere karşı açık tavır aldı. Sivil halk, darbeye karışmayan emniyet birimleriyle beraber darbecilere karşı mücadele etti. Tankları durdurdu, tanklara bayraklarıyla çıkıp, darbecilere karşı koydu. Yeni bir uzlaşı ve toplumsal sözleşme kurmak ve kutuplaşmayı bitirmek için bundan daha iyi bir ortam olabilir mi?

Erdoğan’ın eğer biraz olsun tarih bilinci ve sorumluluğu varsa, bu darbe teşebbüsünü otoriter bir rejim kurarak, kendi gücünü tahkim etmek için değil, yeni toplumsal uzlaşı imkânına liderlik etmek için bir şans olarak görür.

Atatürk’ten sonra belki de Türkiye’nin en sevilen lideri olan Erdoğan kendine olan desteği Türkiye’yi muhafazakârlar, sekülerler, Aleviler ve Kürtler ile büyük bir toplumsal barışa taşımak ve kimseyi dışlamadan kapsayıcı bir demokratik reform sürecini başlatmak için kullanmalı... Türkiye acil olarak bu çalkantılı dönemi sona erdirmek ve her vatandaşın barış ve güven bulacağı yeni bir sosyal ve siyasi sözleşme arayışına girmek zorunda. Bu ülkede böylesine bir uzlaşma tarihi boyunca gerçekleştirilemedi. Ama bu başarısız darbe girişimi büyük uzlaşmayı yeniden denemek için büyük bir şans olabilir.*

15 Temmuz sonrası bu bahsettiğim seçenek Türkiye’nin önündeydi diye düşünüyorum. Ama olmadı. Tam tersi bir yola girildi. AKP-MHP ittifakı kuruldu. Tuhaf bir başkanlık sistemi tesis edildi. Erdoğan az farkla atı alıp Üsküdar’ı geçti. Ve o kararları veren Erdoğan da kendisini dönüşü olmayan bir yola sokmuş oldu. 2019 yerel seçimlerine kadarki dönem, Türkiye’de demokratik bir rejim özlemi duyanlar için büyük bir kabustu. Ama bu rejimin Erdoğan’ın da düşlediği rejim olduğuna şüphem var. Artık onun için otoriterlik ve tarihe böyle geçmek bir tercih değil bir zorunluluk.

2019-2023

Muhalefetin ortaklaşarak gerçekleştirdiği 2019 yerel seçim zaferinden sonra ise tekrar umutlar yeşerdi. Siyasete yerel yönetimden gelen yeni ve etkili isimler eklendi. Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener ile CHP ve İyi Parti arasında çok iyi bir uyum yakalandı. Arkasından Altılı Masa kuruldu. Umutlar iyice yeşerdi. Altılı Masa’nın, her ne kadar toplumun her kesimine ulaşmasa da, yürüttüğü Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem çalışmaları okuyan yazan kesim arasında heyecan yarattı. HDP ile Altılı Masa arasında bir çalışma olmasa da iktidarın değişimine yönelik belli bir ortaklaşma olduğu anlaşılıyordu. Kemal Bey’in helalleşme çağrıları farklı kesimlerde karşılık buldu. Bu arada iktidarın kurduğu sıcak para ve borca dayalı büyüme stratejisi çöktü, ekonomi yönetimindeki korkunç hatalar ve kurumsal çöküşle birlikte ekonomik kriz ağırlaştı. Muhalefetin bu koşullarda iktidara gelme ihtimali iyice arttı.

Bundan iki ay önceye kadar, 2023’te yeni cumhuriyetin nasıl kurulacağı üzerine yazılar yazıyorduk. Önümüzde çok hayati bir dönemeç olduğunu, bu dönemeci gördüğümüzü, büyük bir kaza olmaz ise buradan dönme imkanlarının açık olduğu, ülkeyi eski sorunlarını da telafi edecek şekilde yeniden kurmak için tarihi bir fırsatın önümüzde bulunduğunu konuşuyorduk. Bunun için ne yapılması gerekiyor, o konuda da ciddi bir birikim oluşuyordu.

Endişeler artarken

Ama son iki ayda hemen tüm kesimler aniden bir umut kırılması yaşadı, yaşıyor. İktidarın kendisine olan güveninin geri gelmeye başladığını görmek çok zor değil. Ama muhalefet kesimindeki bu umut kırılmasının nedeni nedir? İşin doğrusu muhalefet kesimindeki bu aşırı kırılganlığı ve tabii bazı kesimlerdeki iflah olamaz kötümserlik ve sinikliği ayrıca düşünmemiz gerekiyor. Ama son bir, bir buçuk aylık gelişmelerin neden endişe uyandırdığıyla ilgili olarak ayrıca muhalefet liderliğinin samimi bir şekilde yüzleşmesi şart.

Bazı tespitler: Altılı Masa’nın hantallığından kaynaklanan masanın bileşenleri arasındaki iyice gün yüzüne çıkan koordinasyon eksikliği. Kılıçdaroğlu ve Akşener, CHP ve İYİ Parti arasında hissedilmeye başlanan güvensizlik. En kuvvetli cumhurbaşkanı adayı olan CHP liderinin güçlü ve dinamik bir ekiple çalışmıyor eleştirilerini haklı çıkartan can sıkıcı iletişim kazaları. Toplum kesimleri ile muhalefet aktörleri arasında interaktif bir ilişkinin hala sağlanmaması. Toplumun taleplerini güçlü bir şekilde siyasi metne dönüştürecek bir etkileşim yerine, toplumla ilişkiyi “esnaf ziyaretine” indirgeyen bir yaklaşımın tercih edilmesi. Helalleşme vurgusunun içinin derli toplu bir şekilde doldurulmaması. Kürt sorunu başta, büyük sorunları ve büyük adımları dillendirmek için gerekli cesaretin hala eksik olması. İyi Parti’deki ideolojik kafa karışıklığı. Altılı

Masa’nın sağ tarafının sol tarafını kendi tabanına anlatma konusundaki eksikliği. Altılı Masa’nın düşünsel çerçevesinin hala kurulmaması. CHP liderliğinin kendi tabanıyla arasındaki kriz. Dış politika ve dünya ile ilişkilerde iktidarın söylemine hapsolmak, darlık, korkaklık...

Listeyi uzatabiliriz. Muhalefetteki moral eksikliğinin yaşandığı şu günlerde bir anda tüm bu meseleler gözümüzün önüne serildi. Ama tüm bunların bir anda yüzümüze çarpmasının başka bir nedeni var sanki. Muhalefetin 2023 seçimlerinin hayatiliği konusunda sanki bir bilinç eksikliği içinde olduğu intibaı uyanıyor. Sanki bu büyük dönemecin dönülmesi konusunda yeteri kadar “ciddi” olmadıkları, gelişmeleri biraz zamana ve anlık kararlara bıraktıkları izlenimi oluşuyor. Partizan olmayan birçok kesimde partilerin kendi kısa vadeli ve dar önceliklerini gözettikleri, bunu yaparken 2023’ün kaderi ile oynadıkları kanaati hâkim oluyor.

Tekrar edelim: Önümüzde tarihsel bir yol ayrımı var. Büyük bir ekonomik ve kurumsal buhran yaşayan toplumun çoğunluğu derli toplu, koordineli ve kendine güvenli bir ortak muhalefete büyük bir kredi vermek için hazır. Bu şansı kaçırmanın vebali çok büyük. Bu dönemecin dönülmesi için herkesin biraz daha ciddi olması gerekiyor. 

*https://stanfordpress.typepad.com/blog/2016/07/learning-from-turkeys-coup-attempt.html

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu