14 Aralık 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
18.10.2024 04:41

ABD seçimleri, savaşlar ve Türkiye’deki gelişmeler

Rusya-Ukrayna savaşında Harris "Ukrayna kaybederse bu Batı’nın sonu olur" diyor, Trump ise Rusya’nın yenilemeyeceğine inanıyor. Orta Doğu daha sıkıntılı, ne Harris ne de Trump, İsrail’i durduracak bir dil, proje veya yaklaşım geliştirebiliyor

ABD seçimleri ve İsrail bağlamında Türkiye’de son dönemde dikkat çeken bir gelişme var: Yeni açılım süreci… Yaşanan krizlere karşı ortak bir cephe kurmak, Kürt hareketinin bu mücadeledeki konumunu idrak etmek, her şeyden çok daha tarihsel ve önemli


ABD başkanlık seçimlerine üç hafta kaldı. Anketler, Harris ve Trump’ı neredeyse yüzde elli elli, başa baş gösteriyor. Seçimin net bir favorisi yok.

Hatırlayalım: Biden’ın adaylıktan çekilip yerini Harris’e bırakması, Demokrat Parti tabanında hareketlilik yaratmış ve Harris’e Amerikan toplumunda kayda değer bir ilgi oluşmasını sağlamıştı. Demokrat Parti kongresi muazzam bir gövde gösterisiydi. Trump, uzun süre Harris karşısında bocaladı. Başkan yardımcısı adayı olarak seçtiği JD Vance’in aşırı söylemlerinden rahatsız olduğu ve Harris’in aday olacağını bilseydi Vance’i seçmeyeceği söylentileri yayıldı. Öte yandan, Harris’in yardımcısı olarak seçtiği Tim Walz’ın özellikle küskün orta yaşlı beyaz erkekleri Harris’e çekeceği konuşuldu. Cumhuriyetçi Parti’de bir panik havası esmeye başlamıştı. Fox TV ise belki de ilk defa son derece eğlenceli bir hal almıştı.

Trump, Putin’in dünyadaki otoriter rejimlerin hamisi rolünü kabul etmiş görünüyor. Hatta başkan olursa bu rolü Putin’den devralabileceğini bile düşünüyor

Ben de bir ay öncesine kadar Harris’in galibiyetini yüksek ihtimal olarak görüyordum. Ancak son bir ayda dengeler değişti. Harris’in yakaladığı ivme sönümlendi. Toplumda, Harris’in aslında çok da yeni bir şey söylemediği ve haksızca ekonomik kriz ile özleştirilen Biden’ın siyasetini devam ettireceği fikri hakim olmaya başladı. Öte yandan, hâlâ asıl “yeni” olanın Trump olduğu algısı güç kazandı.

Trump ise ilginç hamleler yaptı. Kampanya ekibi ve iletişimcilerin hazırladığı metinlerin dışına çıktı. Bazen, hatta çoğu zaman, aşırı ve keskin ifadeler kullandı. Tutarlılık kaygısı gütmedi. Ancak Trump’ın bu doğal, hatta doğaldan öte kontrolsüz ve müdanasız tavrı, ondan uzaklaşmaya başlayan bir kesimi yeniden ona yaklaştırdı.

Trump, başından beri normların, geleneklerin ve sistemin dışında konumlanmış, zihni farklı çalışan ve sıradan insanların ahlak anlayışlarını önemsemeyen biri olarak görülüyor. Bu trajik farklılığı, bazıları için onu sistemi değiştirebilecek bir figür haline getirirken, diğerleri için ise sağı solu belli olmayan, ülkenin değerlerini ve yıllar içinde oluşmuş kurumlarını umursamazca yıkabilecek, son derece tehlikeli bir kişi olarak algılanmasına neden oluyor.

(Ben de bir türlü karar veremedim. Trump üzerine yazmak ilginç hatta eğlenceli mi; yoksa sıkıcı ve bunaltıcı mı?)

Sonuç olarak, evet seçim ortada. Bir tahmin yapmanın pek bir anlamı yok. Yazı tura atmak daha anlamlı. Ama seçimlerin küresel bağlamı ile ilgili daha ilginç bazı gelişmelerden bahsedebiliriz.

Savaşlar ve ABD seçimleri

Bugün dünyada birçok çatışma yaşanıyor, ancak gündem iki kanlı savaşa odaklanmış durumda: Rusya-Ukrayna savaşı ve Hamas’ın 7 Ekim katliamından sonra İsrail’in başlattığı kanlı Orta Doğu savaşı. Bu iki savaş da ABD seçimleriyle yakından ilişkili gelişmeler.

Trump’ın Putin’le olan yakın dostluğu biliniyor. Hatta son olarak, pandemi sırasında Covid-19 testleri henüz yaygınlaşmamışken Trump’ın Putin’e özel bir kurye ile test gönderdiği ortaya çıktı. Demokratlar bu komik olayı hemen siyasi tartışmaya açtı ve “ABD Başkanı kendi halkını değil, Putin’in sağlığını düşünüyor” şeklinde eleştiriler yayıldı.

Bu yorumlar bir yana, Harris ve Trump’ın Rusya-Ukrayna savaşı konusundaki görüşleri taban tabana zıt. Harris, Ukrayna’nın savaşı kaybetmemesi gerektiğini, aksi takdirde bunun ABD ve Batı ittifakı için sonun başlangıcı olacağını savunuyor. Trump ise başkan seçilirse savaşı hemen bitireceğini söylüyor, fakat onun barıştan anladığı şey, Rusya’nın Ukrayna’nın doğusunu işgal etmesinin tanınması – yani Ukrayna’nın fiilen yenilgiyi kabul etmesi.

ABD’nin müttefik Arap ülkeleri, Hizbullah ve dolayısıyla İran’ın İsrail tarafından aşağılandığı algısından pek rahatsız görünmüyor

Trump, Rusya’nın mağlup edilemeyeceğine inanmış görünüyor ki bu da artık ABD halkının büyük bir kısmına daha “gerçekçi” geliyor. Ancak eski Soğuk Savaş Cumhuriyetçileri ve seçimde kritik öneme sahip Pennsylvania’daki Polonya kökenli seçmenler, bu söylemin Trump’ın Polonya’nın kapı bekçisi olduğu Doğu Avrupa’yı hemen riske atacağı anlamına geldiğini düşünüyor ve bundan büyük rahatsızlık duyuyor.
Trump, Putin’in dünyadaki otoriter rejimlerin hamisi rolünü kabul etmiş görünüyor. Hatta başkan olursa bu rolü Putin’den devralabileceğini bile düşünüyor, ancak Harris bu konuda haklı: Putin, Trump’ı bir öğle yemeğinde yiyebilir.

İsrail-İran ve Orta Doğu’daki gelişmeler

Ukrayna-Rusya savaşı, ABD seçim yarışının ana konularından biri olsa da, İsrail’in başlattığı kanlı Orta Doğu savaşı daha karmaşık bir denklem sunuyor. İsrail, ABD’yi adeta kilitlemiş durumda. Ne Harris ne de Trump, İsrail’i durduracak bir dil, proje veya yaklaşım geliştirebiliyor. Her iki lider de savaşın bu kadar kanlı geçmesinden rahatsız, özellikle de bu durum Harris’in tabanında büyük huzursuzluk yaratıyor. Ancak savaşı sonlandıracak adımlar atacaklarına dair bir işaret henüz yok.

İsrail’in Hizbullah’a karşı saldırıları, ABD’yi bir nebze rahatlatmış durumda. Gazze’ye yönelik dikkatler geçici olarak azalırken, ABD’nin müttefik Arap ülkeleri, Hizbullah ve dolayısıyla İran’ın İsrail tarafından aşağılandığı algısından pek rahatsız görünmüyor. (Yine de bu hafta Gazze’ye yönelik kanlı saldırılar tekrar başladı.)

Ancak daha kritik bir gelişme ufukta belirebilir: İsrail’in İran’a yönelik saldırısı – ki İran’ın İsrail’e gönderdiği onlarca füze sonrası beklenen bir gelişme – petrol fiyatlarını aniden yükseltebilir. Şu anda Brent petrol varili 75 dolar civarında seyrediyor, fakat İsrail-İran çatışması kontrolden çıkarsa artan petrol fiyatları hayat pahalılığı nedeniyle güçlü bir destek gören Trump’ın seçimleri kazanmasını neredeyse garanti altına alabilir. Bu yüzden Biden-Harris yönetimi, İsrail’e karşı fazla sertleşmeden İran-İsrail savaşını engellemeye çalışıyor. İran’ın da çatışmayı kontrol altında tutmak amacıyla ABD ile temas halinde olduğunu biliyoruz.
İşin doğrusu, Soğuk Savaş’tan beri ABD’nin Orta Doğu siyasetinde bu kadar etkisiz olduğu başka bir dönem oldu mu bilmiyorum.

Türkiye’de neler oluyor?

ABD seçimleri ve Orta Doğu’daki savaşlar bağlamında Türkiye’de son dönemde dikkat çeken gelişmelere bakalım. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsrail’in asıl hedefinin Türkiye olduğunu söyledi. Ardından, bu iddiayı akılalmaz bulan Özgür Özel, Meclis’te şaka yollu gizli oturum talep etti. İktidar da bu talebe olumlu yanıt verdi ve Hakan Fidan, anlaşılan o ki bu teoriyi yorumlayan ayrıntılı bir sunum yaptı.

Bu gelişmelerin hemen sonrasında Devlet Bahçeli, sürpriz bir hamleyle Meclis’te DEM Parti sıralarına yöneldi ve eşbaşkanların yanı sıra, heyecanla arkalardan koşarak gelen başka bir milletvekilinin elini sıktı. Sonrasında Bahçeli, yaptığı bu jestin, Erdoğan’ın yeniden adaylığı için gerekli anayasa değişikliğiyle ilgili olmadığını, daha stratejik bir değerlendirme sonucu böyle davrandığını ima etti.

Bahçeli’nin bu beklenmedik adımı önce şaşkınlık yarattı. Ancak ardından yorumlar gelmeye başladı: Bahçeli’nin devletin güvenlik bürokrasisinin Orta Doğu’daki savaşların yaratabileceği riskleri öngördüğünü ve bu bağlamda önde gelen Kürt aktörleri ile belli bir uzlaşma gerekliliğine inandığını söyleyenler oldu. Aynı şekilde, PKK’nın İsrail ya da İran tarafından desteklenerek yeniden güçlenmesinin önüne geçilmesi gerektiği yönünde değerlendirmeler yapıldı.

Bu gelişmeler üzerine, “Yeni bir çözüm süreci mi başlıyor?” sorusu etrafında tartışmalar başladı. Bu esnada, bazı Kürt entelektüel ve kanaat önderleri, “Diyalog, çözüm ve barış olacaksa, bunun CHP gibi muhalefet partileri ile değil, milliyetçi ve İslamcı sağ iktidar koalisyonunun kurduğu rejimle gerçekleşmesi daha gerçekçi olur” görüşünü dile getirdi. Sırrı Süreyya Önder, Devlet Bahçeli ve Erdoğan’a teşekkür etti. DEM Parti eşbaşkanları ve bazı önde gelen siyasetçiler ise “Muhatap Öcalan’dır, tecrit kaldırılsın” çağrısı yaptı.
Tüm bunlar, muhtemelen öncekiler gibi bir Cumhur İttifakı-İmralı ortak tasarımının işaretleri olabilir. DEM Parti’nin, Türkiye’deki demokratik muhalefetin taşıyıcı gücü olma şansı var. Kürt hareketinin Türkiye üzerine yıllarca oluşturduğu eleştirel müktesebat ve siyasi mücadele geleneği buna imkan sağlıyor. Ancak Kürt sorununun Türkiye’nin demokratikleşmesi süreciyle mi yoksa öncelikle doğrudan “muhatapları” ile mi çözülmesi gerektiği tartışması bu şansı zora sokuyor. Bu bakış açısına göre, DEM Parti demokratik muhalefetin asli unsuru değil, Kürt sorunun “gerçek” aktörleri arasında bir aracı konumuna geriliyor.
Peki, Bahçeli neden böyle bir süreç başlattı? Bu hamle, sadece iktidarın bir sonraki seçimi çıkarma çabası mı, yoksa daha derin bir jeopolitik manevra mı? Bu süreç, Irak Kürdistanı’ndaki Barzani-Talabani rekabetiyle ilişkili olabilir mi?

Sorular çok ve belirsizlikler fazla. Ancak tüm bu karmaşıklıkları bir kenara bırakırsak, şunu net olarak görebiliriz: Türkiye’de yaşanan demokrasi, adalet, laiklik, eşitlik, özgürlük ve kadın ve çocuk şiddeti krizine karşı ortak bir cephe kurmak, Kürt hareketinin bu mücadeledeki belirleyici konumunu idrak etmek, kapalı görüşmelerden, taktik hamlelerden, içi boş jestlerden ya da geçmişte yaşananların yeniden renklendirilip sahneye konmasından çok daha tarihsel ve önemlidir.

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu