Trumpizm ABD’deki geleneksel siyasete bir tepkiydi. Birçok açıdan yeni bir hareketti, ama tepkiseldi. Zaten kısa zamanda eskidi. Bugün Trump’ın yeni dönemi temsil ettiğini söylemek zor. Demokrat Parti de yeni dönemin siyasetini kurabilmiş değil. Bunun sonucunda, iki partiden de uzaklaşmış, siyaseti çok da anlamlı bulmayan büyük bir kitle, kendilerini en az irite eden adaya oy atarak, ABD’nin ve dünyanın bu tarihi virajında hangi yola girileceğine karar verecek
ABD seçim süreci üzerine yazmaya devam ediyorum. Belki bazı okurlar sıkıldı. “Yaycıoğlu da bir konuya dadandı mı, bıktırana kadar devam ediyor” diye düşünenler olabilir. Ancak, ABD’deki seçimler, 2024’ün belki de en önemli olayı. Seçim sonuçları, tüm dünyayı ilgilendirecek etkiler doğuracak. Türkiye’deki gidişat da kısmen bu sonuçlara göre şekillenecek.
Aynı zamanda, seçim sürecini takip etmek, günümüz siyasetinin nereye doğru evrildiğini anlamak açısından oldukça bilgilendirici. Dünyada, ama özellikle Batı’da, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sağ-sol denklemine oturmuş parlamenter demokratik siyasetin bir kriz içinde olduğu sıkça dile getiriliyor. Partiler ve siyasi elitler, toplum kesimlerinin beklentilerini karşılayamıyor. Toplumların partilere olan bağlılığı azalıyor. Siyasete, Trump gibi, dışarıdan gelen aktörler veya geleneksel siyaset kurumunu yıkma iddiasındaki figürler ön plana çıkıyor.
Trumpizm, birçok yönüyle ABD’ye özgü bir hareket olsa da, demokratik siyasetin küresel krizinin hem bir semptomu hem de bu krizi derinleştiren bir olgu. Geçen hafta Donald Trump’ın destekçileri üzerine yazmıştım. Kabaca, Trump’ın mavi yakalı işçilerden büyük sermayeye kadar çıkarları çatışan farklı kesimlerden destek alabildiğini, bu çelişkileri yok etmeden kendi arkasında enerjileştiren bir aktör olduğunu ifade etmiştim. Trump’ın sihri bu seçimde karşılık bulacak mı, göreceğiz.
Parti siyaseti ölüyor mu?
İki hafta önce sevgili Bekir Ağırdır, CHP tüzük kongresi üzerine yazdığı bir yazıda, benim siyasal partilerin öldüğünü ileri sürdüğümü aktardı. Kendisi ise, evet, partilerin bir çalkantı yaşadığını, ancak bunu aşmanın yolunun partilerin toplumsal dinamikleri yeniden değerlendirerek, iç kariyer rekabetlerini bir kenara bırakıp, örgütsel ve düşünsel olarak kendilerini yenilemesinden geçtiğini savundu.
Aslında ben de Bekir Bey’le aynı şeyleri söylüyorum ama belki siyasi partilerin içinde bulundukları krizi aşmalarının onun düşündüğünden daha zor olduğunu düşünüyorum. Biraz açmamda fayda var. Partilerin tamamen öldüğünü ya da tasfiye olduklarını söylemek doğru olmaz. Daha önce de yazdığım gibi, partiler ortadan kalkmayacak ama geleneksel parti siyaseti yapısal bir kriz içinde. Bunu görmemiz gerekiyor. Farklı kesimlerin siyasi partileri anlamsız, hatta topluma, ekonomiye, gelişmeye yük olarak gördükleri bir dönem yaşıyoruz. Özellikle genç kesimlerin, dünyanın birçok yerinde, parti siyasetini anlamsız bulduğunu tespit edebiliyoruz. Siyasal elitlere ve parti örgütlerine karşı, başta gençler olmak üzere farklı toplum kesimlerinde adeta bir tiksinti gelişmeye başladı.
19’uncu yüzyıl sonlarında ortaya çıkan ve 20’nci yüzyılda gelişen, ancak belki de 21’inci yüzyılda tarihe karışacak olan siyasal partilerin ve parlamenter demokrasinin krizi üzerine geniş bir literatür oluşmuş durumda. Birçok ülkede siyasal partiler, ülke yönetimi hakkında kapsamlı programlar geliştiren, ideolojik kuramları ile gelecek tasarımları oluşturan yapılar olma özelliklerini çoktan kaybetmiş görünüyor. Buna karşılık, partiler güçlü liderleri ve onların etrafındaki kadroları zirveye taşımak için mobilize olmuş birliklere dönüşüyor. Ancak, ideolojisizleşen bu birlikteliklerin bu rollerini dahi ne kadar sürdürebilecekleri tartışmalı.
Aynı şekilde, demokrasi teorisi üzerine gelişen literatürde, parti siyasetinin demokratik katılımı sanıldığı gibi güçlendirmediği, aksine siyaseti oligarşileştirdiği argümanlarını yabana atmamak gerekiyor. Seçim olgusunun, toplumun kolektif rızası ve katılımı süreçlerine ne kadar katkı sağladığı da tartışmalı. Demokrasiyi seçimlere indirgemektense, eski Yunan demokrasilerinde kısmen uygulanan, karar alma süreçlerine yurttaşların kura ile katılması gibi prensipler ya da dijital imkanlardan yararlanarak çok sesli bir dijital müzakere arenası kurma gibi alternatifler, demokratik siyaseti kariyerist siyasi elitlerin tekelinde tutan parlamenter demokrasi ötesinde yeni imkanlar sunuyor.
Partilerin ve seçim merkezli demokrasi pratiklerinin ötesinde başka bir demokratik rejim imkanını bu yazıda kapsamlı şekilde değerlendirmek mümkün değil. Ancak söylemek istediğim şu ki; belki yakın vadede değil ama orta ve uzun vadede demokrasi yok olmayacak, aksine demokrasi partilerin tekelinden yavaş yavaş çıkacak.
ABD Demokrat Parti deneyimi
Yine de parti siyasetinin gücünü koruduğunu savunanlar için ABD Demokrat Parti’deki gelişmeler ve Harris-Walz kampanyası önemli.
Bu aralar anketlerde Trump’ın Harris karşısında biraz önde olduğu konuşuluyor. New York Times ve Siena College’ın yaptığı ankette Trump, Harris’e göre 1 puan önde. Bu satırları yazarken biten Harris-Trump münazarasında, Harris, konulara odaklanamayan Trump karşısında çok üstündü. Bu münazaranın sonuçlarının seçimin kaderi için önemli olacağı aşikar.
Ancak tam bu noktada, ABD siyasetinin yerelde nasıl yürütüldüğünü inceleyen uzmanlar, Demokrat Parti örgütünün Harris için büyük bir avantaj yaratabileceğini söylüyor. İdeolojik olarak nispeten tutarlı ve demokrasiyi ve anayasayı koruma motivasyonuyla hareket eden Demokrat Parti’nin, Trumpçılık etkisi altında ideolojik çizgisini kaybetmiş Cumhuriyetçi Parti’den çok daha motive olduğunu ve Harris’in insanları oy vermeye ikna etmekte ciddi bir avantaj sağlayabileceğini belirtiyorlar.
Demokrat Parti örgütünün Harris’in adaylığının ilan edildiği kongrede ne kadar odaklandığını gördük. Hatta bu kongre hakkında yazdığım bir yazıda, CHP tüzük kurultayında da kuvvetli bir birlik ve odaklanmanın şu kritik dönemde çok hayati olacağını belirtmiştim. (İçime doğmuş olacak ki, kurultayın sonlarına doğru birlik ruhunu zedeleyen gelişmeler bu önemli kurultayı gölgeledi.)
Önümüzdeki ABD seçimlerinde, Harris-Trump rekabetinin ötesinde iki farklı parti yapısının yarışını da izleme fırsatı olacak. Parti disiplinini nispeten koruyan ve ideolojik olarak büyük bir sıçrama yapmayan Demokrat Parti’yi göreceğiz. Bu parti, Trump tehdidine karşı demokrasiyi savunma ve emekçi sınıfları Trumpizm'den kurtarma iddiasında. Karşılarında ise, sarsıcı argümanlar dışında belirgin bir program önermeyen Cumhuriyetçi Parti olacak. Ancak bu parti elitleri değil ama tabanı müesses nizamı sarsıp yıkacağını ve engelleri kaldıracağını vaat eden, siyaset dışı hatta anti-siyaset yapan bir lideri iktidara taşımak için motive olmuş durumda.
ABD’de siyasal tıkanma
İşin doğrusu, ABD seçim süreci henüz bize yeni siyasetin ipuçlarını vermiyor. Evet, Trumpizm ABD’deki geleneksel siyasete bir tepkiydi. Birçok açıdan yeni bir hareketti, ama tepkiseldi. Zaten kısa zamanda eskidi. Bugün Trump’ın yeni dönemi temsil ettiğini söylemek zor.
Demokrat Parti de yeni dönemin siyasetini kurabilmiş değil. Obama’nın başlattığı geleceğe yönelik güçlü bir sosyal hareketlilik vardı, ancak bu hareketlilik yine müesses ekonomik düzene bağlı olan Obama tarafından sönümlendirildi. Biden, Demokrat Parti’nin emek kesimini Trumpizm'den kurtarıp, onlarla partinin ilişkisini tamir etmek iddiasıyla geldi. Ancak bu girişim, Biden dönemindeki emek yanlısı siyasete rağmen başarılı olamadı.
Biden’ın çekilmesi sonrası aday olan Harris’in bir toplumsal-siyasal hareket başlatacak bir lider olduğunu söylemek zor. Birçok kişi için Harris, kariyerist bir siyasetçi. Toplumsal tabanı olan bir siyasal mücadeleden gelmiyor. Hukuk insanı olarak bir hak savunucusu kimliği var, ama o kimlik de toplumu bir gelecek için motive etmekten uzak. Başkan Yardımcısı Walz’ın temsil ettiği pozitif popülizmin bir alıcısı var muhakkak. Ancak onun da bir siyasal hareketten ziyade Trumpizm ve MAGA hareketinin negatif popülizmine karşı kurgulanmış bir çerçeve olduğu ortada.
Bunun sonucunda ise, iki partiden de uzaklaşmış, siyaseti çok da anlamlı bulmayan büyük bir kitle, verirse kendilerini en az irite eden adaya oy vererek, ABD’nin ve dünyanın bu tarihi virajında hangi yola girileceğine karar verecek.