21 Aralık 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
01.11.2024 04:47

ABD taşrasında yaşayan birkaç bin Amerikalı kaderimizi tayin edecek

ABD ve dünya bir yol ayrımında. Böyle bir tarihi kaderi, ABD’nin orta taşrasında yaşayan birkaç bin Amerikalının tayin etmesi tuhaf bir trajedi ya da komedi. Yükselen ve güçlenen sağ otoriterliğe karşı, güçlü, sosyal tabanı olan, uluslararası harekete dönüşebilecek bir alternatife çok ihtiyacımız var


Gelecek hafta, 5 Kasım’da, dünya seçimlerinin “anası” sayılan Amerika Birleşik Devletleri başkanlık seçimlerine tanık olacağız. Ancak sonuçların açıklanmasının birkaç gün uzaması hiç de uzak bir ihtimal değil. Kamala Harris ve Donald Trump arasındaki yarış başa baş gidiyor. Belki de sonuçlar, birkaç eyalette yalnızca birkaç bin oy farkıyla belirlenecek. Dahası, ABD çok büyük bir ülke ve karmaşık bir seçim sistemine sahip. Her eyaletin kendi seçim kuralları ve uygulamaları var. Farklı ve karmaşık seçim sistemleri olan böylesine büyük bir ülkede bu derece başa baş giden bir seçim yarışında sonuçların açıklanmasının gecikmesi kimseyi şaşırtmamalı.

Buna bir de seçim sürecinin çok gerilimli geçtiğini ekleyelim. Trump, seçimi çok az farkla kaybederse sonuçları kabul etmeyeceğini saklamıyor. Trump tarafı, seçim sonuçlarının aleyhlerine sonuçlanması halinde büyük bir hukuk mücadelesine hazırlanıyor. Aynı şekilde Demokrat Parti de, az oyla gelen bir mağlubiyet sonrası, sandık mücadelesini sert bir hukuk mücadelesi ile destekleyecek. Tabii, seçimi çok az farkla kaybetmiş Trump destekçilerinin, 2020 Ocak Parlamento Baskını olayında olduğu gibi, yeniden bir kalkışma başlatma ihtimali de var. Trump’ı destekleyen silahlı grupların hazırlık yaptığına dair bazı korkutucu haberler çıkıyor.

Hadi biraz tarih

ABD tarihinde, modern dönemde bu kadar gerilimli bir seçim süreci yaşanmadı belki, ama yine de demokrasinin beşiği sayılan ABD’de seçimlerin hep yumuşak ve tartışmasız geçtiğini düşünmek yanıltıcı olur. 19’uncu yüzyılda Amerika’daki bazı seçimlerde çok yoğun tartışmalar ve bazen kanlı çatışmalara dönüşen olaylar meydana geldi. Bağımsızlıktan 24 yıl sonra, 1800 yılında yapılan seçimlerde Thomas Jefferson ve Aaron Burr, eyaletleri temsil eden delegeler kurulunda eşit sayıda oy alınca, seçim sonucu Temsilciler Meclisi’nde Federalistlerin etkisiyle Jefferson lehine sonuçlanır. Burr ve taraftarları bu sonucu kabul etmez; 1804’te Burr, Federalistlerin sözcüsü Alexander Hamilton’ı düelloya davet eder ve düelloda onu öldürür.

Aslında bu onurlu düello geleneği, olası kanlı çatışmaları engelliyordu. Elbette Harris ve Trump’ın bir düelloda karşı karşıya gelmesini beklemiyoruz. Yine de Trump seçimi kaybederse Trump yanlılarının birçok eyalette başlatabileceği şiddet gösterileri ihtimali ürkütüyor.

1876’da Cumhuriyetçi aday Rutherford Hayes’in Demokrat Partili Samuel J. Tilden’e karşı kazandığı seçimde yapılan hileler, tarihçilerce kabul edilir.

1908’de Cumhuriyetçi William Taft, Theodore Roosevelt’in desteğiyle seçimi kazanır. Ancak daha sonra Roosevelt, Taft’ın hile ile aday olduğunu öne sürer ve bir sonraki seçimde ona kaybettirmek için bağımsız aday olur. Bu seçimi Demokrat aday Woodrow Wilson kazanır.

2000 yılında, Al Gore ve George W. Bush arasındaki yarış, Florida’da Bush’un yalnızca 537 oyla başkanlığı kazanmasıyla sonuçlanır ve mesele Anayasa Mahkemesi’ne taşınır. Mahkeme, 4’e karşı 5 oyla Bush’un başkanlığını onaylar.

Şiddet olaylarının seçimlerle ilişkilendiği örnekler de fazladır. 1865’te Abraham Lincoln’e suikast düzenlenmesiyle başlayan ve dört başkanın öldürüldüğü bir tarihten bahsediyoruz. Trump dahil, 16 başkana ölümle sonuçlanmayan suikast girişimleri olmuştur. 19’uncu yüzyılda farklı partileri veya adayları destekleyen dini gruplar arasındaki çatışmalar uzun bir listeyi önümüze serer. 1861-1865 arasındaki Amerikan İç Savaşı, başta kölelik meselesiyle ilgili olsa da aynı zamanda Demokrat Parti’nin bölünmesi ve Cumhuriyetçi Parti’nin yükselişinin savaşıdır diyebiliriz.

1960 ve 1970’lerde ABD, Türkiye dahil birçok ülkede olduğu gibi siyasal sokak çatışmalarına, milyonlarca insanın katıldığı gösterilere sahne olur. Bu dönemde ekonomik adalet ve sivil haklar etrafında toplanan sol ile muhafazakâr değerler, piyasacılık ve şahin dış politika etrafında şekillenen sağ arasında gerilim artar. Nixon’ın skandalları ve Carter’ın başarısız sol siyasetiyle bu dönem kapanır.

"Faşist Trump!"

Geçen hafta, Trump’ın başkanken en yakınında olmuş, Beyaz Saray Genel Sekreterliği yapmış emekli General John Kelly’nin Trump için “Faşist temayülleri olan bir lider” dediğine tanık olduk. Kamala Harris, Kelly’yi onayladı ve Trump’a “faşist” demenin yerinde olacağını ifade etti. Trump gerçekten faşist mi? Doktriner bir faşist değil belki ama Harris haklı; hem kendisinin hem de çevresindekilerin rahatsız edici faşizan temayülleri olduğu ortada.

Trump, Beyaz Amerikalıların üstünlüğüne inanıyor. ABD’nin gerçek sahiplerinin beyaz Amerikalılar olduğuna ve geri kalmış ülkelerden gelen göçmenlerin kirli kanlarının, Amerika’nın damarlarında akan o “temiz kanı” kirlettiğini ifade ediyor. ABD’nin ırkçı geçmişine sahip çıkıyor. Milyonlarca göçmeni, kadın ve çocukları dahi, şiddet kullanarak Amerika’dan tehcir edeceğini açıkça söylüyor. Hatta Adolf Hitler’in bazı “olumlu şeyler” yaptığını dile getirebiliyor.

Geçen hafta sonu, New York’un ünlü spor salonu Madison Square Garden’da yapılan konuşmalar, 1939’da aynı salonda yapılan Nazi gösterisinin bir yankısı gibi görüldü. Art arda MAGA (Make America Great Again) taraftarlarının attığı nutuklar, 85 yıl önceki Amerikan Nazi nutukları ile şaşırtıcı benzerlikler taşıyordu.

Belki en önemli fark, 85 yıl önceki Yahudi karşıtlığının şimdi bir Müslüman karşıtlığına dönüşmüş olmasıydı. Trump’ın eski avukatı, ABD Adalet Bakanı ve New York Belediye Başkanı Rudy Giuliani, 2 yaşında Filistinli çocukların öldürülmesinin meşru olduğunu çünkü bu çocukların Amerikalıları öldürmek için eğitildiğini ileri sürdü.

Komünist Harris!

Trump için “faşist” deniyor; Trump ise Kamala Harris’e “komünist” diyor. “Marksist, aşırı solcu, ruh hastası komünist Harris” ifadesini arka arkaya kullandı. Kamala Harris’in komünist olduğunu düşünmek saçma. Harris, ABD standartlarına göre evet, solda diyebiliriz ama bu merkez sol konumlanma seçim sürecinde çok öne çıkmadı, hatta biraz törpülendi.

Harris, Trump’tan pek hoşlanmayan muhafazakâr Amerikalılardan oy almak zorunda kaldı. Bu da sağa hitap eden ifadeler ve projeler üretmesini gerektirdi. En azından kampanya böyle karar verdi. Ancak bu durum Harris’in belki de inandırıcılığını azalttı ve samimi görünmesini zorlaştırdı.

Trump ve Anti-Trump

Harris ve Trump birbirinden taban tabana farklı şeyler söylüyor, birbirlerini suçluyor ve hakaret ediyorlar. İki ayrı dünya. O kadar ki, Trump mesela Putin’e Demokrat Partili siyasetçilerden kendini daha yakın hissettiğini açıkça ifade etti. Böyle bir seçimin sonuçlarını, salıncak eyaletlerdeki kararsız çok az sayıda seçmen belirleyecek.

Ama şunu açıkça ifade edelim: Bu seçimin ana aktörü Trump. Mücadele Trump ve anti-Trump arasında geçiyor. Harris, derli toplu bir program sunuyor ve önemli şeyler söylüyor; ancak Demokrat Parti açısından asıl mesele, bu tuhaf, otoriter, öngörülemez, hatta faşist figürün başkanlığını engellemenin öncelikli hedef olduğu bir seçimde düğümleniyor. Harris son virajda, hala kararsız ya da kararını değiştirebilecek birkaç yüz bin seçmene Trump’ın ABD ve dünya için ne kadar tehlikeli olduğunu anlatmaya çalışıyor.

2016’da Trump’ın etrafında onu sınırlayan siyasetçiler ve bürokratlar vardı. Bugün ise etrafında ondan daha tehlikeli olan JD Vance, MAGA’cılar, Elon Musk ve Vivek Ramaswamy gibi oportunistler var. Ve tabii ki Putin de. Harris bu mesajı topluma vermeye çalışacak.

Umarım bu kampanya işe yarar. Harris yarışa müthiş başlamıştı ama son bir ayda kendini tekrarladı, bazı hatalar yaptı; örneğin Biden’dan kendini yeterince ayrıştıramadı. Sonuçta Trump, Harris’i yakaladı ve hatta anketlerde az farkla öne geçti. Haftaya sonuçları göreceğiz. ABD ve dünya bir yol ayrımında. Böyle bir tarihi kaderi, ABD’nin orta taşrasında yaşayan birkaç bin Amerikalının tayin etmesi dünya ve ABD için tuhaf bir trajedi ya da komedi.

Yükselen ve güçlenen sağ otoriterliğe karşı güçlü, sosyal tabanı olan, uluslararası bir harekete dönüşebilecek bir alternatife ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu not ederek bitireyim.

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu