18’inci yüzyıl sonundan itibaren Afganistan çok daha küresel bir hikâyenin parçasıdır. 1780’lerden 1840’ların sonuna kadar, Avrupa’dan Amerika’ya, Afrika’dan Asya’ya tüm dünyayı büyük sarsıntılar beklemektedir. Bu sarsıntılar içinde İran, Afganistan, Hindistan (ve tabii Osmanlı İmparatorluğu) Fransa-İngiltere-Rusya rekabetine sahne olur
Bu hafta da Afganistan yazılarına devam edelim istiyorum. Önceki yazılarda belirtiğim gibi 19’uncu yüzyıla kadar Afganistan tarihi İran, Türkistan ve Hindistan tarihi ile iç içedir. Birçok yönüyle Afganistan coğrafyasının tarihini bu geniş coğrafyanın tarihinden soyutlayarak düşünmek mümkün değildir. Yine geçen yazıda Afganistan’ı Orta Asya’yı Hindistan’a bağlayan koridor olarak nitelendirmiştim. Bu özelliği Afganistan tarihini yüzyıllar boyunca şekillendirmiştir. 16’ncı yüzyıl ile 19’uncu yüzyıllar arası Afganistan, Safevî-İran (ve sonra Nadir Şah), Şeybanî-Özbek (ve sonra Buhara Hanlığı) ve Baburî-Hint devletlerinin, kısmen Osmanlı İmparatorluğu’nun karmaşık siyasî rekabetlerinin yaşandığı bir coğrafyadır. Bu rekabet içinde Afganistan coğrafyası 18’inci yüzyıl ortalarına kadar bir siyasal birlik üretmemiştir. Ama bu Afganistan’ın belli bir siyasal-kültürel bütünlüğü olmadığı anlamına gelmez. Tam tersine, birbirleri ile tarihî ilişkiler içinde yaşayan aşiretler ve yine birbiri ile ticaret ağları ile bağlı kadim şehirler bu coğrafyaya bir bütünlük vermiştir. Unutmayalım ki, coğrafyaların bir bütünlük ve entegrasyon teşkil etmeleri için ille de siyasal birlik gerekmemektedir. Yine geçen yazıda 18’inci asır ortalarında Durranî hanedanının nasıl İran, Hindistan ve Horasan’ı birbirine katan Nadir Şah Afşar sonrası Afganistan’da ilk defa belli bir siyasal birliği sağladığını kabaca özetledim. Şah Ahmed’in Kandahar’da bir aşiret kurultayında seçilmesi Afgan millî tarihçiliği için modern Afganistan’ın kuruluşunu simgeler. (Tâlibân’ın Afgan millî tarihçiliğinde nasıl revizyonlar yapacağını ilgi ile izleyeceğiz). Şah Ahmed Durranî’nin kuruduğu hânedan 1772’de onun ölümünden sonra bir süre daha devam edecek, bu arada Afganistan’ın yönetim şehri Kandahar’dan Kabil’e taşınacak, ama diğer Afgan aşiretlerinin başkaldırısı sonucu devrilecektir. Bir süre sonra yine Peştun Barakzai aşiretine bağlı yeni bir hanedan kurulacaktır. Bu arada 1789’da İran’da da kadim Türkmen-Kızılbaş aşiretlerinin en önemlilerinden biri olan Kaçarlar, Nadir’den sonra kısa süre İran’da Şiraz merkezli bir hakimiyet kurmuş Zend hanedanını alt ederek İran’da yeni bir düzen kurar. Kaçar orduları Muhammad Han yönetiminde çok kısa sürede Kerman’a ve Kafkasya’ya yönelir, Rusya’nın hamiliğini yaptığı Gürcü prenslikleri mağlup eder, ardından aynen Nadir Şah gibi Muhammad Han, Azerbaycan’daki Mogan düzlüğünde Kızılbaş aşiretlerinin katıldığı büyük kurultayda şah ilan edilir. Bu arada İran’ın başşehri, İsfahan’dan o zaman küçük bir kasaba olan Tahran’a taşınır. Kaçar’lar 1921’de Reza Şah’ın darbesine ve daha sonra Pehlevî rejiminin kurmasına kadar İran’ı yönetir. (Bence İran tarihinin en ilginç dönemlerinden biri Kaçar dönemidir. Üzerinde pek durulmaz. Kaçar dönemi İran ve özellikle Kaçar sanatı üzerine ayrıca bir deneme yazmak isterim.) Belli ki bu dönem İran-Afganistan coğrafyasında yeni başşehirlerin dönemidir. Dönemin Osmanlı tarihçisi Mütercim Asım, Kaçarların İsfahan’ı terk edip, “Tahran nam kasaba”yı hanedanın ve devletin merkezi yapmalarının biraz tuhaf olmakla beraber doğru bir adım olduğunu, İstanbul ya da Paris gibi büyük ve kalabalık başşehirlerin yönetilmesinin mümkün olmadığını, bu şehirlerin sürekli isyanlara sahne olduğunu yazar.
Devrimler çağı
18’inci yüzyıl sonundan itibaren Afganistan çok daha küresel bir hikâyenin parçasıdır. Mütercim Asım’ın bahsettiği isyanlardan biri, “Paris isyanı” dünyayı sarsan bir devrime dönüşür. Gerçi benim de katıldığım başka bir bakışla, Fransız Devrimi aslında daha küresel bir altüst oluşun sadece bir parçasıdır. 1780’lerden 1840’ların sonuna kadar, Avrupa’dan Amerika’ya, Afrika’dan Asya’ya tüm dünyayı büyük sarsıntılar beklemektedir. Bu sarsıntılar içinde İran, Afganistan, Hindistan’da (ve tabii Osmanlı İmparatorluğu’nda) Fransa-İngiltere-Rusya rekabetine sahne olur. Aynı zamanda bu Avrasya imparatorluklarının kendi iç düzenleri derin dönüşümler geçirir. Napolyon Fransası’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu, Kaçar İranı’nı ve Afganistan’ı Rusya ve İngiltere’ye karşı bloklaştırma çabasının motoru Fransız askerî mühendislerin yönlendirdikleri ve hem Osmanlı İmparatorluğu’nda hem İran’da nizam-ı cedid olarak adlandırılan askerî reform hareketidir. Tabii nizam-ı cedidcilik askerî reform olmaktan çok daha öteye uzanacak ve idarî, mali hatta bir tür sosyal reform hareketine dönüşecektir. Afganistan’da da Durranî ve daha sonra Barakzailerin yönetimden bazı askerî reform hareketleri göze çarpar ama derin bir etki yaratmaz. Bu arada Hindistan, Türkistan, Afganistan ve Osmanlı İmparatorluğu’nu çok derinden etkileyecek Nakşibendî-Müceddidî hareketinin de bu geniş coğrafyada 18’inci yüzyıldan itibaren yaygınlaştığını ve bir ölçüde nizam-ı cedidcilikle iç içe geçtiğini vurgulayalım. Bu İslam Avrasyası’nda etkileri günümüze kadar varan çok önemli gelişmeyi daha ileriki yazılarda ele almak isterim.
19’uncu yüzyılda Afganistan
1815’ten sonra Fransa’nın Asya coğrafyasından çekilmesi sonucu, Hindistan’da İngiliz Devleti’nin kurduğu ama özerk bir şirket-devlet olan Doğu Hint Kumpanyası eliyle kolonizasyonu hızlanır. Bu tarihten sonra İngiltere’nin Asya’daki en büyük siyasî önceliği Hindistan’ın kolonizasyon sürecinin güvence altına alınması ve Rusya’nın Afganistan üzerinden Hindistan’a akmasının engellenmesidir.Afganistan (ve kısmen Türkistan ve İran) üzerindeki İngiltere-Rusya rekabeti tarihî literatürde Büyük Oyun diye bilinir. Bu rekabet ilki 1839 ve 1842, ikincisi 1878 ve 1880 yılları arasında ve üçüncüsü de 1919’da üç İngiliz-Afgan savaşına sahne olmuştur. Aslında bu savaşları İngiltere-Afganistan savaşı olduğu kadar Afganistan’daki iç savaşlar olarak da değerlendirmek gerekir, zira savaşlar aynı zamanda Afganistan’daki aşiretler ve hanedanlar arası rekabetlerin bir parçasıdır. Birinci savaş İngiltere’nin 1823’te aşiretlerin desteği ile Afgan emiri ilan edilen Dost Muhammed Han’ın Pencap’ta kurulmuş olan ve o zaman İngiltere’nin desteklediği Sih konfederasyonuna karşı Rusya ile yakınlaşması ve bunun sonucu Doğu Hint Kumpanyası’nın Hindistan’da sürgünde olan, yine aynı aşiretten Şah Şüca’yı tahta geçirme çabası sonucu çıkar. Bu girişim İngiltere’nın Kabil’i işgal etmesine ve büyük bir askerî üst kurmasına kadar gider ve tam bu dönemde İngiliz oryantalistler Afganistan üzerine çalışmaya başlarlar. Şah Şüca’nın emirliği altında İngilizlerin Afganistan’da yeni bir rejim kurma çabasını görürüz. Erken 19’uncu yüzyıl Türkistan’ı üzerinde en ilginç kitaplardan birini yazmış ve Buharalı Alexander olarak bilinen, İskoç Alexander Burnes’ün yönetiminde askerî reformlar test edilir, aşiret orduları sınırlandırılır, yeni bir mali nizam getirilir ve vakıfların bir kısmı kamulaştırılır. Tüm bunlara Afgan aşiretlerinden, tüccarlardan ve ulemadan gelen tepkiler eklenir, bir süre sonra iç gerilimler ve şehirlerdeki isyanlar İngiltere açısından işin içinden çıkılmaz bir hal alır. Peştun aşiretleri İngiltere’ye ve Şah Şüca idaresine karşı cihat ilan ederler. Aynı yıllarda Çin’de alevlenen Çin-İngiliz Afyon Savaşları, İngiltere’nin Afganistan’daki askerî varlığını devam ettirecek mâli yükün altından kalkmasını zorlaştırır. Büyük insan kaybı, katliamlar yaşanır. İngilizler arasındaki farklı gruplar farklı aşiretlerle ittifaklar kurmaya çalışırlar. Ama tüm bu çabalar büyük bir fiyaskoyla sonuçlanır. Afganistan’daki İngiliz ordusunun kumandanı William Elphinstone esir alınır ve öldürülür. İngiliz ordusu (aslında ordunun bir kısmı Hintli askerlerden oluşmaktaydı) Afganistan’dan Celalabad’a çekilir. Sonuçta İngiltere ve Dost Muhammed’i destekleyen aşiretler arasında bir anlaşmaya varılır ve Dost Muhammed tekrar Afganistan’ın emiri olur. Bu dönemde şahlık yerine İslamî terminolojiden gelen emirlik unvanının da Afganistan’da yaygın kullanıldığına şahit oluruz. Bu savaşta Afganistan ulemasının ve tarikatların ve onların formüle ettikleri cihadın Afgan aşiretlerinin İngilizler’e karşı örgütlenmesinde çok etkili olduğunu da görmekteyiz. Aslında 19’uncu yüzyılın ortalarında, ilk önce Hindistan’da, daha sonra Orta Asya, Orta Doğu ve Afrika’da etkisini göreceğimiz, cihad’ın fetihçi bir ideoloji olmaktan çıkıp, bir direniş çağrısına dönüştüğü yeni bir İslamî söylemin ön aşamasını bu savaşta gördüğümüzü söylesek sanırım çok fazla itiraz eden olmaz. İngiliz-Afgan Savaşı ve İngiltere’nin ciddi bir insan kaybı ve mali yük ile Hindistan’a çekilişi 1815’ten sonra yeni bir küresel düzen kurma girişimindeki İngiltere için belki de Amerika bağımsızlık savaşından sonraki en büyük prestij kaybıdır. İngiltere’nin tahttan uzaklaştırdığı Dost Muhammed Han tahtına tekrar oturur. Afgan millî tarihi için Muhammed Han, Şah Ahmed’den sonra ikinci kurucu olarak kabul edilir. Bu savaş aynı zamanda İngiltere siyasetinde büyük çalkantılara yol açar. Sonuçta Doğu Hint Kumpanyası’nın lağvına giden süreç de başlamış olur. Bundan sonra İngiltere Asya’dan çekilmez, tam tersine, daha güçlü bir şekilde, bu sefer merkezî devletin yönetimindeki ordular ve kurmaylar ile etkili olmaya çalışır. (Günümüzdeki dinamikleri ne kadar andırıyor değil mi?) Ve Rusya... İngiltere’nin uğradığı hezimetten sonra Rusya Orta Asya’daki genişlemesini hızlandırır... Şimdilik burada, haftaya devam etmek kaydıyla, hikâyeyi bitireyim. Haftaya 2’nci Afgan-İngiliz savaşından başlayarak, 20’nci yüzyıla varalım...