2024 dünyada seçim senesi demiştik. Seçim üzerine seçim yaşıyoruz. Birçok ülkedeki siyaset bu sene yeniden şekillenecek, şekilleniyor. Dünya siyasi dengeleri de bu küresel seçim fırtınası sonunda belki farklı bir yola girecek. Avrupa Parlamentosu'ndaki seçimler sonucu Avrupa’nın topluca sağa doğru kayıyor olduğunu gördük. Bu konu üzerine daha çok tartışacağız.
Bir ay süren Hindistan seçimlerinde popülist sağ lider Narendra Modi eski gücünü kaybetti. 28 bölgesel devletin ve nüfusu 10 milyonu aşkın birçok mega şehrin birleşiminden oluşan 1.4 milyarlık (200 milyonu Müslüman) bu çok karmaşık dev ülke yeni bir koalisyona gidiyor. Yeni koalisyon Hindistan’da Müslüman karşıtı otoriter Hindu milliyetçiliğini biraz olsun geriletir mi? (Otoriter rejimler iç düşmansız yaşayamaz!)
Gelecek haftalarda Hindistan üzerine de yazmaya gayret edeceğim.
Bu yıllar ilginç isimlerle oluşmuş seçim ittifakları dönemi olarak tarihe geçecek. Meksika seçimlerinde merkez sol, yeşiller ve merkez partilerin kurduğu Sigamos Haciendo Historia (Tarih Yazmaya Devam Edelim) ile sol ve sağdan eski kurucu partilerin oluşturduğu Fuerza y Corazón por México (Meksika İçin Güç ve Yürek) ittifaklarının yarıştığı seçimlerde Sigamos seçimi kazandı.
Önceki dönem mega şehir Mexico City belediye başkanı olan, çevre bilimcisi ve merkez solcu Claudia Sheinbaum Pardo, Sigamos’un yeni lideri olarak başkanlık koltuğuna oturmak için gün sayıyor. Küresel olarak mega şehirlerin belediye başkanlarının siyasette yükseldiği dönemi yaşıyoruz. Ama belki Meksika seçimlerine asıl damgasını vuran onlarca siyasetçi cinayeti oldu. Yeraltı örgütleri ve uyuşturucu kartellerinin Meksika siyasetindeki gölgesi artarak devam ediyor. (Siyaset bilimci dostum Sezin Öney’in geçen günlerde belirtiği gibi Meksika ve Türkiye’deki yeraltı örgütlerinin siyaset üzerindeki etkisi hatta siyaset için birer aygıttan siyaseti kontrol eden güçlere dönüşmesi konusunu işlemeye devam etmek gerekiyor).
Seçimlerin anası ABD’de
Kasımda ABD seçimleri var. Bu satırları çarşamba günü yazıyorum. Yarın Donald Trump ve Joe Biden bu seçim döneminin ilk (ve muhtemelen son) münazarasında karşı karşıya gelecekler. Demokratlar oldukça tedirgin. 82 yaşındaki Biden’ın son dönemlerde fiziksel gücünün iyice azaldığı ve zihni melekelerinin de gerilediğine dair yoğun kaygılar var. Gerçi Trump da son aylarda büyük gaflar yapıyor. Ama belli ki Trump’ın gaf yapması onu pek etkilemiyor.
ABD seçimlerine ise enflasyon ve sınır güvenliği yanında İsrail-Hamas savaşı damgasını vuruyor. Biden’ın koşulsuz İsrail’i destekleyen tavrı, İsrail’in Gazze saldırısıyla bir soykırıma doğru evrilmeye başlayınca özellikle gençler tarafından büyük bir tepkiye yol açtı. ABD üniversite kampüslerindeki Filistin yanlısı gösteriler aynı zamanda Biden karşıtı gösterilerdi. İsrail-Hamas savaşı sürecinde ikiye bölünmüş Demokrat Parti seçime kadar kendini toparlayabilecek mi? Gençlerin sandığa gitmediği bir seçimi Biden’ın kazanma şansı oldukça düşük. Dünya ikinci Trump dönemini nasıl kaldırır?
Seçim ve savaş
Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan İsrail-Hamas, Ukrayna-Rusya, Çin-Tayvan çatışmalarını düşünerek 3. Dünya Savaşı başlayabilir diye bir açıklama yaptı. Aslında Fidan’ın bu açıklaması çok derin bir analize dayanmasa da belli ki aklından geçen önümüzdeki dönem Rusya-Çin-Kuzey Kore ve İran yakınlaşmasının ABD “liderliğindeki” Batı "bloğu" tarafından nasıl karşılanacağı sorusuydu.
Seçim derken bu konuya nasıl girdin birden diyenler olabilir.
Önümüzdeki dönemde tanık olacağımız küresel gerilimler ve belki çatışmalar ile seçimlerin çok ilgisi var. Dikkat ederseniz yukarıdaki paragrafta iki kelimeyi tırnak içine aldım. Birincisi ABD “liderliği”, ikincisi Batı "bloğu".
Öncelikle ABD ve Avrupa’daki seçimler liderlik meselesi ile yakından ilgili. Şunu tespit edelim: Bugün Batı büyük bir liderlik krizi içinde. ABD gerek ülke olarak gerek başkanlık seviyesinde Batı bloğuna ve Batı ile ittifak içindeki ülkelere liderlik etmede zorluk çekiyor. İsrail-Hamas savaşında ABD’nin takındığı soykırıma dönüşmekte olan katliamlara rağmen koşulsuz İsrail yanlısı tutum bu liderlik krizinin turnusol kâğıdı oldu.
Eğer seçimlerde Trump başkanlık koltuğuna oturur ise NATO dahil ABD’nin tüm uluslararası bağlantıları yeniden şekillenebilir. Öngörmek çok zor. Bu arada Avrupa da derin bir liderlik krizi yaşıyor.
İkinci olarak Batı bloğu… Seçimler AB-İngiltere ve AB ekseninde bir Batı bloğu nasıl devam edecek, bu bloğun kodları ne olacak, bu konu ile de yakından ilgili. Batı liberal ve sosyal demokrasinin, aydınlanmanın, insan haklarının ve teknolojik ilerlemenin kalesi ve evrensel referansı olmaya devam edecek mi? Yoksa Birinci Dünya Savaşı sonunda gördüğümüz gibi, aşırı sağın istikrarsızlaştırdığı, kimlik krizi yaşayan, kendi içinde ve dünya ile derin çatışmalara giren, öngörülmesi zor başka bir yola mı girecek?
Rusya ve Çin, Batı'yı istikrarsızlaştıran bu iç gerilimlere nasıl cevap verecek?
Batı septikleri için oldukça verimli bir dönem yaşıyoruz!
Fransa ve İngiltere seçimleri
Seçimlere geri dönelim; önümüzdeki üç hafta Fransa ve İngiltere’de de seçimler var. Malum Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Fransa’da Avrupa Parlamentosu seçimlerinde uğradığı yenilgi sonrası acil bir erken seçim ilanında bulunmuştu. Bu hafta sonu Fransa Parlamentosu'nun ilk tur seçimleri olacak. İngiltere’de de temmuzun 4’ünde yine parlamento seçimlerini göreceğiz.
Biraz tesadüf, biraz planlanmış şekilde, ben de bu haftaları Fransa’da ve İngiltere’de geçirip, seçimleri yerinde izleyeceğim. Bu yazıyı Lyon’dan yazıyorum. Seçim günü Marsilya’da olacağım. (Bu seçimleri Paris dışında izlemek daha ilginç geldi. Hem de Marsilya’da biraz tatil kötü fikir değildi.) Arkasından Oxford’a geçiyorum. İngiltere seçimlerinin olduğu akşam, büyük tarihçi Noel Malcolm ile All Souls College’da yemek yiyeceğiz. Sohbet oldukça ilginç olacak, eminim. Önümüzdeki haftalarda İngiltere ve Fransa’daki seçimler hakkında gözlemlerimi Oksijen okuyucuları ile paylaşmaya devam edeceğim. Ama şimdiden yavaş yavaş başlayalım.
Fransa’da neler oluyor?
Evet, Macron acil erken seçim ilan etti. Bu hafta sonu gerçekleşecek seçimlerde çok muhtemelen Marine Le Pen’in ve onun protégé’si ve başbakan adayı 1995 doğumlu Jordan Bardella’nın liderliğindeki Rassemblement National (Milli Yürüyüş, RN) ilk tur seçimlerden zaferle çıkacak. Lyon’da konuştuğum herkes bu konuda hemfikir. Bu arada sol popülist lider Jean-Luc Mélenchon’un liderliğindeki içinde kendisin de partisi La France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa, FI) olan sol ittifak, Le Nouveau Front Populaire (NFP) (Yeni Halkçı Cephe) de (gerçekten bu dönemin ittifak isimleri çok ilginç!) gücünü arttıracak gibi. Macron’un partisi merkez Renaissance ise muhtemelen seçimden ciddi bir kayıpla çıkacak.
Tabii ikinci tur seçimler nasıl sonuçlanır bilmiyoruz. Bu sefer RN’ye karşı sol ve merkez sağın birleşmesi çok olası gözükmüyor. Eğer RN seçimi kazanır ise Macron’un cumhurbaşkanı (2027’ye kadar), Bardella’nın başbakan olduğu bir döneme giriyoruz demektir. Fransızlar, cumhurbaşkanı ve başbakanın ayrı partilerden olduğu bu duruma cohabitation (metres hayatını andıran bir şekilde bir arada olma) diye nitelendiriyor.
Sohbet ettiğim insanların bir kısmı Rassemblement National’in Fransa Cumhuriyeti için eskisi kadar bir tehlike olmadığını söyledi. Partinin kendini yenilediği, aşırı sağdan merkeze kaydığı üzerine düşünenler az değil. Burada iki önemli unsur var. Birincisi aşırı sağda yeni bir lider ve parti ortaya çıktı, Éric Zemmour ve Yeniden Fetih (Reconquête) hareketi (Türkiye’de sağ ittifaklar bu ismi değerlendirsin bence!). Böylece RN sanki daha merkez parti gibi gözüyor.
Ama daha ilginç bir gelişme var. Geçen hafta Olivier Roy’un Financial Times’ta yazdığı gibi özellikle İsrail-Hamas savaşıyla beraber RN net bir şekilde İsrail yanlısı bir pozisyon aldı. Bu pozisyon yıllarca Le Pen ailesi üzerindeki antisemitizm damgasını ortadan kaldırmışa benziyor. Daha da ilginci Mélenchon’un kuvvetli şekilde Filistin yanlısı tavrı, birçok kesimi antisemitizm ile ilişkilendirilecek hareketin aşırı sağ değil, aşırı sol olduğuna dair ikna etmişe benziyor. O kadar ki, Holokost’ta hayatta kalmış ve Fransa’daki Vichy hükümetinin Yahudi soykırımındaki rolü üzerine toplumda önemli bir bilinçlenme oluşmasına vesile olmuş bir entelektüel olan ünlü Yahudi aktivisti Serge Klarsfeld Müslüman radikalizmine ve antisemitizme karşı laiklik adına oyunu RN’ye vereceğini açıkladı!
Bardella’nin TikTok videoları gençleri ne kadar bu partiye çekecek bilinmez ama Filistin-İsrail çatışmasıyla beraber İslam (ve İslamcılık) ve göçmenlik meselesini RN’nin eskisinden daha da kuvvetli bir şekilde siyasal sermayeye çevirdiği kesin.
Buna bir de üniversitelerdeki “Woke-izm”e karşı tepkiyi ekleyelim. Sağın birçok renginde ve hatta solda bazı kesimlerde üniversitelerde toplumsal, ırksal, cinsiyetle ilgili ve küresel adaletsizlik konusundaki hassasiyetlerden ortaya çıkmış dil ve söylem setinin ya da biçiminin aşağılandığı bir dönem yaşıyoruz. Fransa’da da Macron’dan Zemmour’a, geniş bir yelpaze üniversiteleri bu konuda adeta “horluyor”. Üniversiteler bu dönemde dünyanın hemen her yerinde sağ popülizmin en kolay hedefi!
İngiltere’de merkez sol geliyor
Gelecek hafta Fransa ile devam edelim ve İngiltere’yi daha detaylı sonraki yazılarda analiz edelim. Ama kısa bir girişin zararı olmaz. Evet, İngiltere’de insan hakları hukukçusu Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi büyük bir zaferle bu seçimlerden çıkacak gibi. Muhafazakârlar 2010, 2015, 2017 ve 2019 seçimlerini kazandılar. Arada Brexit oldu. Covid zamanı Boris Johnson’ın sonunda skandala dönüşen popülist başbakanlığına şahit olduk. Muhafazakâr Parti kendi içinde ayrıştı. Tabii Jeremy Corbyn’in liderliğinde İşçi Partisi'nin sosyalist solu bir test ettiğini ve bunun da büyük bir başarısızlıkla sonuçlandığını ekleyelim.
Starmer merkez sola yakın bir siyasetçi. Partiyi aşırı soldan merkeze taşıma ve “Britanya’yı tekrar ciddi bir ülke yapma” (Make Britain Serious Again!) iddiası ile ortaya çıkıyor. Sanılanın aksine Tony Blair’in Üçüncü Yol’una yakın değil. Blair’e göre devletin ekonomi ve güvenlik konusunda daha kuvvetli bir yerde olması gerektiğini savunuyor. Belki de kabaca milliyetçi sol diyebileceğimiz bir yerde... İsrail-Filistin konusunda da Corbyn’den çok farklı. İsrail güvenliğini önceleyen bir pozisyonu var.
İngiltere’deki gözlemlerimle daha detaylı yazacağım. Bugün burada bitirelim. Haftaya devam!