23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
07.07.2023 04:30

Mayıs 2023 sonrası demokratik siyaset

Muhalefet kazanılması muhtemel bir seçimi kaybetti. Muhalefetin liderliğini yüklenmiş kişilerin bu sorumluluğu üzerlerine alıp çekilmeleri, muhalefetin tazelenmesinin önünü açmaları gerekir. “Değişim olacaksa, onu da biz gerçekleştiririz” demek bu sorumluluktan kaçmanın ötesinde, önümüzdeki dönemde muhalefetin içinden çıkamayacağı bir krize girmesine neden olacaktır


14 Mayıs öncesi birçok kişi 2023 seçimlerinin Türkiye için tarihi bir dönüm noktası olduğunu ifade etmişti. Birçok gözlemci seçimleri, demokratik bir geri dönüş için son şans, köprüden önceki son çıkış olarak değerlendirmişti. Bu tarihi seçimin iktidar tarafından kazanılmasının 2013’ten beri krizlerle büyüyüp olgunlaşan bu keyfi, otoriter ve irrasyonel rejimin yapısal hale gelmesine yol açacağına inananlar hiç az değildi. Rejimin yapısal hale gelmesi ise demokratik sosyal hukuk devleti idealinin uzun yıllar rafa kalkmasına yol açacaktı. Türkiye belki 300 yıllık Batı ittifakının eşit ve bağımsız bir üyesi olma ülküsünü terk edecek, despotik rejimler çöplüğü Avrasya’nın sıradan bir kalesi olma yoluna girecekti.

Ve muhalefet, tüm iyimser beklentilere rağmen, seçimi kaybetti. Seçim neden kaybedildi? Sorumluluk nasıl paylaşılmalı? Bunun muhasebesi nasıl yapılmalı? Tüm bu seçim sürecinden çıkarılacak dersler neler? Bunlar şüphesiz önemli sorular. Birçok yazar çizer geçen sürede bu sorulara cevap arıyor. Ben de bazı düşüncelerimi önceki yazılarda ifade ettim. Muhasebe devam etmelidir şüphesiz. Ama muhasebe yapılırken de dikkatli olmak, muhasebeyi belli bir yöntem ve ciddiyet içinde yapmak gerekir. Seçim sürecinde alınan kararları, bu kararlardaki yetersizlik ve hataları, Türk siyasetindeki yapısal meselelerle birlikte ele almamız yerinde olur.

Tasarım sonsuz imkanlar arasında yolculukla mümkün.

 

Ama her hal ve karda şunu ifade etmek gerekir ki, muhalefet kazanılması muhtemel bir seçimi kaybetti. Muhalefetin liderliğini yüklenmiş kişilerin bu sorumluluğu üzerlerine alıp, vakit kaybetmeden çekilmeleri ve muhalefetin tazelenmesinin önünü açmaları en basit demokratik temayül gereğidir. Bu konuda tartışacak bir husus olduğunu düşünmüyorum. “Değişim olacaksa, onu da biz gerçekleştiririz” demek bu sorumluluktan kaçmanın ötesinde önümüzdeki dönemde muhalefetin içinden çıkamayacağı bir krize girmesine neden olacaktır. Bu da keyfi, otoriter ve irrasyonel rejimin iyice kurumsallaşmasına ve Türkiye’nin muhalefetsizleşmesine yol açar. Buna kimsenin hakkı yok.

Rejim ve muhalefet

Peki yeni dönemde demokratik siyaset nasıl yürütülmeli? Yeni dönemin muhalefet kodları ne olmalı?
Eğer, ilk paragrafta ifade ettiğim düşünceler doğru ise, Türkiye’de demokratik bir geri dönüş bekleyenlerin ve bunun için çabalayanların işi gerçekten çok zor. Önümüzdeki dönemde bu rejimin iyice yapısallaşacağını, kendi iktidarını riske atacak en ufak bir tehdidi, daha o tehdit şekillenmeden bertaraf etmek için her türlü önlemi alacağını düşünebiliriz. Bu da ilk önce rejimin kendi muhalefetini yaratması anlamına gelmektedir.

Bu konuda rejimin iki stratejisi olabilir: Birincisi muhalif kesimi “kazanamama” ruh haline sıkıştırmak; bir iktidar değişikliğinin imkânsız olduğuna toplumu inandırmak. Rejim özellikle önümüzdeki yerel seçimlerde İstanbul’u geri alırsa bu yolda önemli bir mesafe katetmiş olacak. Bu ruh hali toplumu siyasetten uzaklaştıracak. Toplumsal muhalefet iyice sinecek. Belki çok dar alanlarda, “kontrollü» şekilde devam edecek.

Rejimin ikinci stratejisi ise siyasi ve toplumsal muhalefeti kendi çizdiği bir çerçeveye hapsetmek olacak. Rejim siyasetin kurallarını, sınırlarını, ufkunu, olağan ve olağanüstü olanını aktif olarak belirleyecek. Bunu zaten uzun süredir yapıyor. Ama rejim zamanla sınır belirleme, çerçeve kurma konusundaki gücünü ve cesaretini iyice büyütecek. Muhalefet sert muhalefet yapıyor görünse de aslında iktidarın o zaman dilimi ve koşullar altında kurduğu çerçeve içinde kalacak. Muhalefet çocuklaştırılacak: adeta evlerde kurulan çocuk parklarında çocukların oynaması gibi.

Bu iki strateji, yani iktidar değişiminin imkânsız olduğu duygu ve düşüncesinin yaygınlaşması ve rejimin muhalefeti adeta şuursuzca onlara verilen çerçeveye sıkıştırma riski önümüzdeki dönemdeki en hayati meselenin muhalefet meselesi olduğunu bize gösteriyor. O zaman şöyle ifade edelim: Önümüzdeki dönemde en hayati konu iktidarın değişmesi değil. Gerçek bir demokratik muhalefetin bu rejim altında yaşayabilmesidir. Peki bu nasıl mümkün olabilir? Hep beraber bunu düşünmeliyiz?

Radikallik

Sanırım ilk önce muhalefetin ufkunu genişletmesi ve radikal bir dil geliştirmesi gerekiyor. Radikallikten kastım sadece rejimin çizdiği sınırların dışına çıkmak değil. Radikallik aynı zamanda Türkiye’de tarihsel olarak oluşmuş zihin sınırlarının dışına çıkmak anlamı taşıyor. Türkiye’nin ne olduğu ve ne olmak istediği konusunda yeni, zihinleri ve hayal güçlerini zorlayan, toplumu şaşırtan, heyecanlandıran ve hatta ürküten tezler öne sürebilmek. Bu tezleri yeni, alışılmışın dışında örgütlenme ve iletişim şekilleri ile desteklemek.

Yeni örgütlenme

Muhalefetin Mayıs seçimini kaybetmesinin bir nedeni, köklü bir yeniden kuruluş projesi yerine, restorasyonu önermesiydi. Muhalefetin lideri de dili de eski Türkiye’yi temsil ediyordu. Eski Türkiye “Yeni” Türkiye’den birçok açıdan daha erdemliydi şüphesiz ama tarihin geri gitme gibi bir alışkanlığı yok. Hızlı ve yapısal dönüşümler yaşamış toplumlarda restorasyonculuk çoğu zaman bir işe yaramıyor, toplumları cezbetmiyor. Kendi sıkıcılığı ve kısırlığı içinde bir nostaljiden ibaret kalıyor.

Evet, yeni muhalefetin radikal bir Türkiye ve dünya dili, hayali ve tabii ki projesi ortaya koyması gerekiyor. Tekrar edeyim, bu radikallik sadece câri rejimin sınırlarının ötesine geçmekle, o sınırları, dili, söylemi, çerçeveyi cesurca yıkmakla kalmamalı. Radikallik Türkiye’nin tarihsel anlatısının ötesine geçmemize imkân sağlayacak bir kapı açmalıdır.

İkinci olarak muhalefet yeni bir örgütlenme formu ve yeni bir liderlik profili oluşturmalı diye düşünüyorum. Geldiğimiz noktada siyasal partilerin günümüzdeki örgüt yapısıyla pek bir işe yaramadığı belli. Siyasal partiler üzerine çalışan birçok uzman bu konuda önemli tespitler yapıyorlar (Yakınlarda CHP’ye münhasıran Murat Karayalçın önemli gözlemlerde bulundu). Bence günümüzde siyasal partilerin dışında, onlarla farklı biçimlerde ittifaklar kurma kapasiteleri olan, örgütlenme yapılarını tahayyül etmek gerekiyor. Bu örgütlenme yapıları demokratik prensiplerle, hiyerarşisiz bir formatta, fikir ve kimliklerin bir arada temsil edildiği yatay ağlar olabilir. Rejim muhakkak böyle örgütlenmelere izin vermemek için elinden geleni yapacaktır. Ama yine rejimin zihinsel sınırlarının dışına çıkıp, onların kavrayamadığı ilişki ağları ve yerel ve taban örgütlenmeleri kurmak mümkün olabilir.

Yeni liderlik

Bu örgütlenmeler belli konulara (çevre, kadın hakları, işçi hakları ve iş kazaları, hayvanlar, kültürel miras, etnik, dini ve cinsel kimlik hakları, sanatsal üretim, teknolojik dönüşüm, küresel ilişkiler...) yönelmiş birbirinden farklı ama ortak zeminde buluşabilen, kapsayıcı, birbiri ile söyleşen ve kapalı değil davetkar ağların ortaklaşması olarak düşünülebilir. Bu kapsayıcı ağlar partilerden farklı olduğu kadar, içe dönük meslek örgütlerinden farklıdır. Önümüzdeki dönemin en önemli konularından biri siyasi partilerin dışındaki taban, yerel ve küresel demokratik örgütlenmelerinin formatını düşünmek olacak.

Yerel ve taban ağları kadar önemli olan yeni bir liderlik profili üzerine kafa yormak olmalı. Yeni dönemin liderliğini nasıl düşünmeliyiz? Otoriter rejimlerde muhalefeti hayatta tutacak ve iktidar değişimi beklentisini canlı tutacak yeni liderlik nasıl kurgulanmalı?

Bu konuda da farklı tezler savunulabilir. Liderlik radikal şeyler söylemek konusunda cesaretli olmalı. Radikal ton ile toplumun dikkatini çekip şaşırtabilmeli... Karmaşık konuları, indirgemeciliğe düşmeden, kâh basitleştirebilmeli, kâh keskinleştirip kâh muallaklaştırabilmeli... Tüm bunları belli bir düşünsel ve duygusal akrobasi içinde kurduğu anlatılarla topluma aktarabilmeli... Toplumla konuşarak, söyleşerek, onunla diyalog içinde.

Aslında bu söylediklerim siyasal liderlik için yeni şeyler değil. Peki bu döneme özgü ve bu rejimi karşı yeni liderliğin unsurları ne olmalı? Sanırım en önemli unsur siyasal parti dışında formal ya da dağınık toplumsal örgütlenme ve ağları bir araya getirebilme, onlar arasında dinamik bir ortaklaşma kurabilme yeteneği olsa gerek. Demokratik siyaseti parti siyasetinin dışına çıkarabilme ve birbirinden farklı birliktelikler arasında ilişki kurup, buradan yeni bir siyasal dil ve enerji üretebilme kapasitesi...

Tartışmaya devam

Evet, yeni dönemin demokratik siyaseti konusunda tartışmaya devam edeceğiz. Ben de tarih yazılarının izin verdiği oranda bu konularda katkı vermeye çalışacağım. Zor dönemler. Ama yaratıcı olursak, klasik parti siyasetinin ötesinde düşünürsek, demokratik mücadele ve uyanış için çok ilginç ve verimli imkânlar bizi bekliyor olabilir.

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu