23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
15.10.2021 04:30

Modern Afganistan ve modern Türkiye

Ankara hükümeti ve Kabil arasında 1921’de imzalanan ittifak anlaşması sonrası ilişkiler derinleşir. 1919-1924 arası, Amanullah’ın birinci reform dönemidir. Bu dönem yeni toprak ve vergi düzenlemeleri, zorunlu askerlik ve eğitim reformu tecrübeleri yaşanmıştır. Düzenli ordu kurma çabası Türk subayların gözetiminde devam etmektedir

Modern Türkiye’nin kuruluşu sadece Anadolu’daki gelişmelerle anlaşılması mümkün olmayan bir olaydır. Hatta Türkiye’nin kuruluşunu sadece Avrupa, Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Ortadoğu bağlamında dahi açıklamak yetersiz kalacaktır. 1919-1925 yıllarında yaşanan olayları, 20’nci yüzyılın ilk çeyreğindeki Rusya, Orta Asya, İran, Hindistan, Afganistan hatta Çin ve Japonya’daki gelişmelerle beraber düşünmemiz gerekir. Farklı coğrafyalarda, olgular arasındaki ilginç benzerlikleri (mesela geçen yazıların konularından, 1878 Osmanlı-Rus Savaşı ile İkinci İngiliz - Afgan Savaşı’nın ya da Türk ve Afgan millî mücadelelerinin aynı zamanda meydana gelmesi) atlarsak tarihi evrensel bir çerçeveye yerleştirmek için gerekli soruları sormadan geçer gideriz. Ama belki daha da önemlisi farklı coğrafyalardaki olay ve olguların birbirleriyle etkileşimi üzerinde durmaz isek, tarihi bir tür izolasyonizme hizmet eder buluruz. 

Afganistan anayasası 

Geçen iki yazıda, Hindistan ve Afganistan’daki gelişmelerle son dönem Osmanlı tarihinin ve Millî Mücadele döneminin nasıl bağlantılı olduğuna kısaca değindim. Evet, Türkiye’nin kuruluşunun küresel bir hikâyesi vardır. Bu küresel hikâyenin önemli bir veçhesi Asya’dadır. Türkiye’nin kuruluş hikâyesi bir yönüyle Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüşü ve çökmesi meselesi ile ilgilidir; ama diğer yönüyle 19’uncu yüzyılın sonlarından itibaren Asya’yı hareketlendiren, içinde Panislamcılığı da barındıran, İngiliz İmparatorluğu karşıtı hareketlerle iç içedir. Afganistan dahil, Orta ve Güney Asya’daki Müslüman ve Hint kamuoylarının, İngiltere’nin Osmanlı coğrafyasının paylaşılmasına karşı Ankara hükümetine verdiği destek İngiltere’nin Türk Kurtuluş Savaşı karşısındaki tutumunu da belirleyen etkenlerden birisi olacaktır.  Modern Türkiye tarihçiliği, bazı önemli istisnalar dışında, henüz Türkiye tarihini hak ettiği oranda Asya’daki bağlam içinde inceleme isteği, yetisi ve cesaretine sahip gözükmüyor. (Bu arada bu satırlarla Türkiye’deki Avrasyacı temayüller arasında bir ilişki kurmamanızı dilerim.) Ama bu durum Türkiye’yi (Cumhuriyet’in kuruluşunu, Kemalist devrimler ve daha sonraki gelişmeleri) izole bir hikâye olarak değil, küresel bir bağlamda incelemek isteyen araştırmacıların da önünün ne kadar açık olduğunu göstermektedir.  O zaman haydi Afganistan’a geri dönelim. Üçüncü İngiliz-Afgan Savaşı’ndan sonra, 8 Ağustos 1919 günü imzalanan Ravalpindi Antlaşması ile İngiltere Afganistan’ın bağımsızlığını tanımış (aslında müzakereler daha sonra devam edecektir) ve Emir Amanullah, Afgan tarihine Afganistan’a tam bağımsızlığını veren millî bir kahraman olarak geçmiştir. Amanullah’ın İttihatçıların üç liderinden biri olan Cemal Paşa başta olmak üzere, Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen birçok Türk uzmanı Afganistan’ın idarî kadrolarına aldığını, bu diaspora Türklerinin Afganistan’ın idarî, hukukî ve eğitimsel reformlarının etkili aktörleri olduğunu önceki yazımda ele almıştım. Kabil hükümeti bir iddiaya göre Sivas Kongresi’ne delege göndermiş ve 1920 Nisanı’ndan sonra Ankara hükümeti ile de yakın ilişkiler kurmuştur. Mustafa Kemal ve Amanullah arasındaki temaslar sonucu, Mart 1921’de Kabil ve Ankara bir ittifak anlaşması imzalamış, Afganistan Ankara hükümetini tanıyan ve Ankara’da elçilik açan ilk ülkelerden biri olmuştur.  1919-1924 arası, Afganistan’da Amanullah’ın birinci reform dönemidir. Bu dönem yeni toprak ve vergi düzenlemeleri, zorunlu askerlik ve eğitim reformu tecrübeleri yaşanmıştır. Amanullah Fransa ve Almanya’dan birçok uzmanı Afganistan’a davet etse de Afganistan Harp Okulu ve Tıbbiye büyük oranda Türk diasporasının yönetimi altındadır. Düzenli ordu kurma çabası Türk subayların gözetiminde devam etmektedir. Ama bu reform sürecinin en önemli aşaması belki de 1923 Anayasa tecrübesidir. Anayasa meselesi Afganistan ve Türkiye arasında paralel bir şekilde ilerlemiştir. 1923 Afganistan Anayasası ile Türkiye’nin 1921 ve 1924 Anayasaları (Kanun-ı Esasî) arasında ilginç benzerlikler ve tabii derin farklılıklar vardır. 

Krala büyük yetkiler

1923 Nisanı’nda Emanullah rejimi Nizamname-yi Esasî-yi Devlet-i Aliyye-yi Afganistan adında oluşturulan anayasa metni kurucu mecliste tescil edilir. Bu anayasa üzerinde Mahmud Tarzi’nin liderliğindeki Türkiye yanlısı Genç Afganların etkisi gözden kaçmaz. Aynı şekilde, bazı yönleriyle, Türkiye’nin 1921 ve 1924 Anayasalarını (Teşkilât-i Esâsiye Kanunu) andırır. Tabii büyük bir farkla: Afganistan Anayasası bir monarşi anayasasıdır. Türkiye’nin 1921 ve 1924 Anayasalarındaki Büyük Millet Meclis vurgusu, Afganistan Anayasası’nda yoktur. Bu metin artık padişah unvanını alacak krala büyük yetkiler verirken meclisi bir tür danışma kurulu olarak düzenler. Afganistan Anayasası’nda “Afganistan’ın dini İslam’dır” ibaresi vardır. 1924 Teşkilat-ı Esâsıye Kanunu’nda ise “devletin dini İslam’dır” denmektedir. Ama iki metinde de İslam hukukunun nasıl uygulanacağı konusunda ayrıntıya girilmez. Mesela kanunların İslam hukukuna uygunluğu konusunda bir İslam hukuku komisyonu kurulmaz; İslam’ın ülkede nasıl hakim olacağı konusunda Türkiye Anayasası’nda Meclis, Afgan Anayasası’nda ise kral yetkilendirilir. (1928 yılında yapılan bir değişiklikle Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’ndaki “Devletin dini İslam’dır” ibaresi kaldırılır). 

İki reform alternatifi

Bu arada Afganistan Anayasa Komisyonu’nda bir Türk, Osman Bedri Bey (1881-1923), diğer Afgan ve Hintli delegelerle beraber yer almaktadır. Bedri Bey İttihatçı, Talat Paşa ile yakın çalışmış bir Osmanlı bürokratıdır. Bedri Bey, aynı zamanda 24 Nisan 1915 günü İstanbul’daki 300’e yakın Ermeni entelektüel ve dinî liderin toplanıp gözaltına alındığı operasyonu yürüten İstanbul’un eski polis şefidir. (Malum, 24 Nisan daha sonra Ermeni toplulukları tarafından Ermeni Soykırımı’nın ateşlendiği gün olarak anılacaktır). Bedri Bey, Kasım 1918’de Talat, Cemal ve Enver Paşalarla İstanbul’u terk eden grupta yer alır ve daha sonra Cemal Paşa ile Kabil’e ulaşır. Bedri Bey’in Amanullah tarafından Anayasa Komisyonu’na alınması ilginç bir gelişmedir. Aslında Bedri Bey Ankara hükümetine yakın bir isim değildir. Ama belli ki Amanullah ve belki de Mahmud Tarzi tarafından, özellikle Cemal Paşa’nın ölümünden sonra, önemsenmektedir. Önde gelen bir Afgan tarihçisine göre Bedri Bey komisyonun üyesi olmakla kalmaz, aynı zamanda komisyonun reisliği (ya da başkan yardımcılığı) görevini yürütür.  Geçen yazılarda da zikrettiğim meslektaşımız Faiz Ahmed’in Afghanistan Rising [Yükselen Afganistan] adlı kitabında Afganistan’daki hukuk reformu hakkında önemli tespitler yer alır. Ahmed’e göre Türkiye ve Afganistan iki alternatif hukuk reformunu simgeler. Türkiye 1926’da İsviçre Medenî Kanunu’nu kabul ederek İslam hukukunu terk eder ve iki sene sonra, yukarıda bahsettiğim gibi, 1928’de Anayasa’dan “Devletin dini İslam’dır” ibaresi kalkar. Afganistan ise Mecelle geleneğini devam ettirir ve Hanefî fıkhı üzerinden bir medenî kanun çalışması yapar. Afgan hâkimlerin (kadıların) kullandığı ve bir tür medenî hukuk el kitabı olan Tamassuk al-Kuzat-ı Amaniyya adlı kitapta belli başlı Hanefî fıkıh kitaplarından yola çıkılarak, Hanefî hukuku bir bakıma modern bir yargı bürokrasisinin kullanacağı bir metin haline getirilir. 

Yeni rejimlere direniş 

(Bu arada şu notu düşelim; Birinci Dünya Savaşı sonrasında İslam dünyasındaki hukuk reformlarını karşılaştırarak yapılacak çalışmalar çok zihin açıcı olacaktır. Bu aynı zamanda Türkiye’de nasıl oldu da laik hukuk sistemi İslam hukukunun yerini aldı sorusuna daha geniş çerçeveden bakmamızı sağlayacaktır.) Ankara hükümeti ve Kabil arasında 1921’de imzalanan Türk-Afgan İttifak Muâhedesi sonrasında, Afganistan ve Türkiye arasındaki ilişkiler derinleşmekteydi dedik. Öyle ki 1923 yılında Afganistan camilerinde Halife Abdülmecit Efendi için hutbeler okunmuştur. Afgan hükümeti Mustafa Kemal, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’ye şeref madalyaları göndermiştir. Lakin Mart 1924’te Türkiye’nin halifeliği kaldırma kararı ise Afganistan’da ve Hindistan’da tepkiyle karşılanır. Bu yazıda 1924 sonrası halifeliği yeniden ihdas etmeye yönelik uluslararası teşebbüslere değinecek imkânımız yok. Sadece şunu ifade edelim: Özellikle Güney ve Güneydoğu Asya’da birçok Müslüman grubun Türkiye’de halifeliğin kaldırılması karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşadıklarını söylemek yanlış olmaz. 1920’lerin sonlarına kadar farklı Müslüman ülkelerde halifelik ihdas etme arayışları devam eder. Hatta Japonya hamiliğinde Asya’da bir halifelik kurma planı bile yapılır. (Bu çok ilginç olayı ileride Oksijen okurları ile paylaşmak isterim.)  Afganistan ve Türkiye’de birbirine paralel reformlar devam ederken, 1924 sonu ve 1925’te hem Türkiye hem Afganistan isyanlarla çalkalanır. Türkiye’de ülkenin güneydoğusundaki Şeyh Said İsyanı, Afganistan’da ise Afganistan’ın güneydoğusunda Host İsyanı, bu yeni kurulmuş iki rejimi sarsar. Bu iki isyan da rejimin reform girişimlerine, yeni mâlî ve hukukî düzenlemelere karşıdır. Türkiye’de aynı zamanda Kürt direniş hareketi niteliğindedir. Afganistan’daki Host İsyanı ise bir kolu Duran Sınırı’nın öbür tarafında Hindistan’da kalan Paştun Mangal oymağı tarafından Diyubendî medreselerinden çıkan aktivistlerin desteği ile alevlenir. İki isyanda da İngiltere’nin rolü vardır ve yine iki isyanda da halifelik meselesi gündeme gelir. Şeyh Said İsyanı halifeliğin kaldırılmasını isyanın merkezine koyar. Host isyancıları ise Amanullah rejiminin halifeliği kaldıran Türkiye ile yakın ilişkisini... 

Ulemanın gücü arttı

Bu iki isyanın sonuçları oldukça farklıdır. Türkiye Devleti isyanı şiddetli bir şekilde bastırır, ardından Takrir-i Sükûn Kanunları denen olağanüstü hâl rejimi ile merkezî hükümet güçlü bir şekilde farklı muhalif grupları tasfiye eder. Bu aynı zamanda reformların hızlanmasını ve yoğunlaşmasını kolaylaştıracaktır. Afganistan’da ise Amanullah rejimi isyanı bastıramaz. Mart 1921’de Kabil ve Ankara bir ittifak anlaşması imzalamışlardır, bir Türk komutanın emrindeki  askeri güç bu isyan karşısında başarılı bir sınav veremediği gibi, Amanullah reformlarına karşı ülkenin farklı yerlerinde geniş bir rahatsızlık olduğu ortaya çıkar. İsyan büyür. Sonunda rejim isyancılar ve diğer muhalif gruplar ile uzlaşmaya girer. Amanullah rejimi bu dönemde geri adım atar. 1921-25 arası yapılan mali, askerî, eğitimsel reformlardan, evlilik ve kadınların haklarıyla ilgili konulardan ödünler verilir. Daha da önemlisi, kanunların Şer’î hukukla uygunluğunu denetleyecek ve daha çok Diyubendî ulemasından kişilerin ve oymak temsilcilerinin yer aldığı bir denetleme kurulu teşkil olur. Tüm bunlar olurken Türk diasporasının ve Türkiye’yi destekleyen Cumhuriyetçi Genç Afgan hareketinin gücü azalır, Diyubendî kökenli ulemanın gücü artar.  Amanullah’ın, eşi Süreyya ile 1927’deki altı ay sürecek Avrupa, Mısır ve Türkiye turu dillere destandır. O dönem Avrupa basınının en çok ilgilendiği konulardan biri bu olur. Amanullah’ın Mustafa Kemal Atatürk ile görüşmeleri de ilginçtir. Atatürk’ün bu görüşmelerde, Afganistan hakkındaki tarihi sözlerinden bir alıntıyı yazımıza ekleyelim:  Aziz Dostum Kral Hazretleri (...) Afgan milleti ile menşei Orta Asya olan ecdadımız arasındaki münasebetler ve uhuvvet (kardeşlik) rabıtaları pek kadimdir. Tarihin silinmez sahifeleri, o münasebetlerin edebî hatıraları ile doludur. (...) Tarihin ne garip tecellileri, dünya hadiselerinin ne mânidâr tesadüf ve müşabeheleri vardır. Zât-ı Hükümdârîleri, 1919’da kahraman Afgan milletinin başında olarak, Asya’nın ortasında, istiklâl için mücadeleye atılırken, biz de aynı tarihte, burada, Avrupa’nın şarkında, bütün medenî cihanın piş-i enzarında (gözleri önünde), istiklâl ve hürriyetimize vurulan darbelere, göğüslerimizi siper ederek dövüşüyorduk. (...) Afgan milleti ile Türk milletinin tarihi olan uhuvvet rabıtalarını tarsin ve teyid eden başlıca âmili de her iki milletin şerefli mevcudiyetleri ve âlî mefkûreleri için, istiklâl ve hürriyet prensibine, aynı kuvvet ve imânla sarılmalarıdır. (...) Medenî ve teceddütkârane (ilerlemeci) ıslahât yolundaki faaliyet ve mesainizin ne kadar huzur ve sükan istilzam ettiğini (gerektirdiğini) takdir ve buna mazhariyetimi samimiyetle temenni ederim. Gerçi Afganistan’ın coğrafî vaziyeti ve bu sebeple devletinizin siyasi şeraiti mühim, ciddi ve naziktir. Tarih bu ehemmiyet ve nezâketin, içinde bulunan şerait ve ahval ne olursa olsun bir an nazar-ı dikkatten dür tutulmamasını âmirdir. (...) Fakat derakap beyân etmeliyim ki, Afganistan’ın Hindukuş’u ile çetin ve sert tabiatı ve Afgan milletinin müsbet zeka, cesâret ve kahramanlığı ve bilhassa Afgan devletinin mümtaz hükümdarının yüksek şahsiyeti, her türlü ihtimalin karşısında kat’iyet ve kudretle yükselen bir âbidedir. (Mehmet Saray, Afganistan ve Türkler (Ankara, 2002), s. 144.

Afgan Kemalizmi

Amanullah’ın Atatürk ile görüşmeleri, Türkiye ve Afganistan arasında yeni antlaşma ve döndükten sonra Amanullah’ın Kemalist reformlara daha da benzeyen yeni reform sürecine sokması, Türkiye’den gelen uzmanların sayısındaki artış, buna karşı muhalefet, Diyubendîler ve aşiretler arasında Afgan Kemalizmine karşı yükselen tepki ve ardından isyanlar, sonunda Amanullah’ın 1929’da tahttan indirilmesi... Yine de Türk-Afgan ittifakı sonlanmaz. 1937’de ABD ve İngiltere  desteği ile Türkiye, Afganistan, İran ve Irak arasında imzalanan ve bu ülkelerin bağımsızlığını ve ülke bütünlüğünü vurgulayan ve Sovyetler’in Hindistan’a ve Basra Körfezi’ne doğru hamle yapmasını önlemek  için imzalanan Sâdâbâd Paktı... Afganistan, Türkiye gibi İkinci Dünya Savaşına girmez. İkinci Savaştan sonra ise Afganistan Sovyet Rusya ve ABD arasındaki rekabetin bir parçası olur. Soğuk Savaş boyunca genişleyen Sovyet nüfuzu, 1970’lerde kriz, 1973 cumhuriyetçi darbe ve arkasından Afgan Komünist Partisi desteği ile Sovyet işgali (aynı yıl İran’da İslam Devrimi, iki yıl sonra Türkiye’de 12 Eylül Darbesi)...    Bu seriye şimdilik son veriyorum. Gelecek haftadan itibaren bir süre Cumhuriyet üzerine sohbet edelim, ne dersiniz? Ne de olsa 29 Ekim yaklaşıyor. Barış içinde, neşe, sevgi ve idrak dolu hafta sonları.
Dünyalar aynı gölgede üleşir.
Dünyalar aynı gölgede üleşir.
Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu