08 Mayıs 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
08.09.2023 04:30

Popülizm tarihine giriş

Demokrasiler halklara, ‘halkın halk tarafından halk için yönetilmesi’ sözünü vermişlerdi. Ama bu sözü tutamadılar. Birçok demokrasi zamanla siyasal elitlerin, bürokratların, teknokratlar ve piyasanın tek karar alıcı olduğu rejimlere dönüştü

İki hafta önce popülizm konusuna girdim. Bir süre buradan devam edelim. Bugün popülizm siyasal rejimlerin, özellikle demokrasilerin, en önemli meselelerinden biri. Birçok yorumcuya göre popülizm liberal demokrasilerin bir hastalığı.

Günümüzde ana akım popülizm

Gelin bugün yaygın popülizm tanımından yola çıkarak kaba (biraz da işin karmaşıklığını örten) bir özetle başlayalım: Demokrasiler halklara halkın halk tarafından halk için yönetilmesi sözünü vermişlerdi. Ama bu sözü tutamadılar. Birçok demokrasi zamanla siyasal elitlerin, bürokratların, teknokratların, piyasanın ve iş insanlarının tek karar alıcı olduğu rejimlere dönüştü. Özellikle ekonominin ve kamu yönetiminin karmaşıklığı bürokrasinin ve teknokrasinin rolünü siyasette artırıyordu. Bazı ülkelerde o rejimleri kuran (ya da onlardan güçlerini alan) gruplar oligarşik vesayet yapıları kurdular ve “merkezi” kalıcı olarak işgal ettiler. Siyasal partiler toplumdan kopuyordu. Siyaset ise halkın gerçek gündeminden ayrışmış bir parlamentarizmin arenasına dönüşüyordu. Aynı zamanda piyasanın ve finansın küreselleşmesi ile birçok ülkede yeni kozmopolit bir seçkinler sınıfı ortaya çıkmıştı.

Yalnız yaşamamak için tek başımıza hayal etmemiz gerekmez mi?

Tüm bunların sonucu olarak ülkelerinin ve demokrasinin asıl sahibi olan halk, kamusal hayattan ve siyasetten yabancılaştı. Rejimlerin, elitlerin elitler için yürüttükleri bir düzen olduğu, halkın bir anlamda uyutulduğu kanaati güçlendi. Ve buna karşı bir tepki ortaya çıktı. Sıradan halkı temsil etme iddiasındaki liderler bu tepkiyi arkalarına alıp elitlere ve onların temsil ettiği değer ve kurumlara meydan okudular. Aynı zamanda profesyonel siyasetin, bürokrasinin ve teknokrasinin önceliklerine karşı, halkın kısa vadeli ihtiyaçlarına, arzularına ve duygularına yönelik anti-elitist, anti-teknokratik, anti-bürokratik, anti-kozmopolit yeni bir siyaset dili ortaya çıktı.

Popülizm bir elitizm eleştirisidir ve egemenliği halk adına kullanan elitlerin, halkın iradesini, isteklerini, duygularını, çıkarlarını temsil edemediği ya da karşılayamadığı tezine dayanır. Sıradan insanların toplumun gerçek ve asli sahibi olduğu fikri üzerine kurulur. “Yoz, elitist ve kozmopolit” bir tarih ve kültüre karşı “otantik, yerli ve milli” bir tarihsel ve kültürel kurgusu oluşturur. Bu kurgu içinde kültürü, aileyi, toplumsal ilişkileri bozan elitist, kozmopolit hatta sapkın unsurlara karşı toplumun ruhunda ve geleneğinde var olan “öz”ü toplum hayatında hâkim kılma girişiminin altını çizer.

Tabii bu işi yüklenen karizmatik popülist liderler aslında çoğu zaman halkın direkt karar alma süreçlerine girmesini, demokratik müzakereleri yürütmelerini istemiyorlardı. Popülizm direk demokrasi değildi. Elitlere, iç ve dış düşmanlara karşı halkını koruma, onun ruhunu ve iradesini taşıma iddiasındaki lider, halkı için karar verecekti. Hatta bu kararların siyasi ya da hukuki denetimden geçmesini halka karşı müesses nizamın bir vesayeti olarak anlatıyorlardı. Dolayısıyla, bu siyasal hareketlerin içinde kaçınılmaz bir otoriter mekanik vardı. Bu mekanik popülizm iktidara gelince harekete geçiyor, demokrasiden parça kopararak onu yok etmeye başlıyordu.

Modern popülizmin doğuşu

Yukarıda verdiğim özet, dediğim gibi hem biraz kaba, hem de popülizmin ya da popülizmlerin farklı tarihi süreçlerde nasıl geliştiğini biraz örtüyor. O zaman biraz tarihi arka plan verelim. Popülizm kelimesi bugün negatif anlamda kullanılıyor ama kelime ya da kavram ortaya çıktığında pozitif bir anlamı vardı. 1891-92 yıllarında ABD’de Birleşik Devletler Halk Partisi (US People’s Party) kendini popülist olarak tanımlayan ilk siyasal harekettir. Demokrat ve Cumhuriyetçi Parti’ye karşı üçüncü yolu temsil eden bu parti, büyük oranda küçük çiftçilerin çıkarlarını savunur. Kendini Doğu Yakası elitlerine ve sendikalaşmaya başlayan endüstri işçilerine karşı konumlandırır. Tarihçiler BD Halk Partisi’ni siyasal komplo teorilerini siyasete kazandıran hareket olarak görürler. En azından ABD bağlamında.

BD Halk Partisi’ne benzeyen bir hareket Çarlık Rusya’sında, 1860’larda ortaya çıkar. Narodnikler diye bilinen entelektüel hareket bir tür köylü sosyalizmi kurgular ve Çarlık rejimini bir köylü ayaklanması ile yıkma planları yapar. Narodnizm içinde, aynen BD Halk Partisi’nde olduğu gibi kuvvetli bir anti-elitizm vardır. Rejim yozlaşmış elitlerin oyuncağı olarak tanımlanır ve geleneksel köylülük yüceltilir.

1880’lerde Üçüncü Cumhuriyet Fransa’sında General Georges Boulanger liderliğindeki daha sonra adına Bolanjerizm denen hareket ise Üçüncü Cumhuriyet parlamentarizmine ve bürokratizmine karşı sürekli referandumlarla karar alan bir halk cumhuriyeti önerir. Bazı siyaset bilimcilerin “heterodoks demokrasi” dedikleri Bolanjerizm Fransa’da Paris elitlerine karşı köylüleri, işçileri, monarşistleri ve hatta radikal sosyalistleri birleştirmeyi bilmiştir. Hareketin özünde kuvvetli bir Almanya karıştığı vardır. Cumhuriyet anayasasının ilgasını ve monarşinin restorasyonunu ister. 1880’lerde çok etkili olur, ama bir darbe teşebbüsü dahil birçok karmaşık olay sonunda Üçüncü Cumhuriyet’in müesses nizamı tarafından pasifize edilir. Boulanger de intihar eder!

Latin Amerika popülizmi

Bu üç tarihi tecrübe modern popülist rejimlerin kökenleri olarak literatürde incelenir. Gerçi popülizm, liberalizm, sosyalizm ve milliyetçilik gibi bir siyasal ideoloji olmaktan ziyade toplumu elit karşıtlığı üzerinden mobilize eden eklektik ‘demokratik’ ve çoğu zaman “milliyetçi” bir akım olduğu için bir popülizm geleneği ortaya çıkarmak kolay değil.

20’nci yüzyılda popülist hareketlerin en renkli ve kuvvetli şekilde filizlendiği dünya Latin Amerika’dır. 1929 ekonomik buhranını müteakip 1930’lu, 40’lı ve 50’li yıllarda, Latin Amerika popülist-milliyetçi liderlerin cennetidir. Arjantin’de Juan Domingo Perón, Brezilya’da Getúlio Vargas, Peru’da Viktor Raúl de la Torre, Ekvador’da María Velasco Ibarra, Kolombiya’da Jorge Eliécer Gatián. “Ben bir insan değilim, halkın ta kendisiyim” mottosunu kazandıran Gatián’in 21’inci yüzyılın en renkli popülist lideri Hugo Chávez’i nasıl etkilediğine geçen yazıda değinmiştim. Bu dönemin Latin Amerika popülizminin belki de en önemli ortak özellikleri toplumun çok farklı kesimleri ve sınıflarıyla güçlü koalisyonlar kurma becerisi, sol ve sağ düşünceden bir arada beslenebilme, anti-elitizm (anti oligarşizm), karizmatik liderlik ve tabii otoriterliktir. Toplumu mobilize edecek güçlü enstrümanları bulur çıkarır. Mesela o zamandaki yeni iletişim teknolojisini, radyoyu, bu liderlerle adeta özdeşleştirmiştir.

Latin Amerika çalışanlar, Latin Amerika popülizminin sosyal ve ekonomik deneylerini detaylı şekilde incelediler. Bu konuda elimizdeki literatür oldukça geniş. Latin Amerika’daki tarımsal üretim ve toprak mülkiyetine hâkim olan eski kolonyal dönemden arta kalan ailelerin yönetim, bürokrasi ve kültür hayatında etkili olmaları, Latin Amerika popülizmini oligarquía ve plutocracia’ya karşı her sınıftan halkın başkaldırısı olarak şekillendirir. Aynı zamanda bu hareketler 1929 Buhranı’ndan sonra bir moral ve ekonomik restorasyon arayışıdır. Devrimci değildir. Ama toplumu en az devrimciler kadar iyi mobilize eder. Bir yandan kolonyal dönemden kalan geleneksel ilişkileri kırar ama üretim ilişkilerini temelden değiştirmez. Korumacı ama kapitalist bir sistemde dünya ekonomisine eklemlenir.

Latin Amerika deneyimi 1950’lerin sonlarından itibaren Marksizm’in yaygınlaşması ve tabii Küba Devrimi ile daha farklı bir veçheye oturur. Bu dönemden Latin Amerika Soğuk Savaş’ın mücadele arenasıdır. Bir yandan, sol popülist hareketler şekillenmeye başlar, diğer yandan sol popülizm ABD destekli müdahale ve darbelerle bastırılır; sağ-popülist hareketler ABD desteği ile anti-komünist bir çehreye dönüşür. Bu hafta burada bitirelim. Bir sonraki yazıda popülizm tarihinden devam edelim. Okurlara söz verdiğim sağ popülizm alternatifi olabilecek Yeni Halkçılık üzerine biraz daha düşünmem lazım. Bir noktada o konuya gireceğim. Ekim sonuna kadar ancak iki haftada bir yazacağım. Bu aralar bitirmem gereken yazılar, raporlar vesaire beni biraz sıkıştırıyor. Tüm dostlara bu güzel eylülde güzel bir hafta sonu diliyorum.