24 Kasım 2024, Pazar Gazete Oksijen
09.06.2023 04:30

Seçim sonrası Türkiye

Kendini Batı değerlerine karşı Avrasya’da konumlandıran, otoriter, sert, dini ve milli “özüne” dönme iddiasında bir ülke. Seçimlerde iktidarın topluma önerdiği tam da buydu. Ve başarılı oldu. Ancak AKP, eski AKP’yi anımsatan kendi restorasyoncu kabinesini oluşturunca kafalar karıştı

Yeni dönemde nasıl bir ülke bizi bekliyor? Geride bıraktığımız seçimler Türkiye’nin tarihinde bir dönem noktası olacak mı? Mesela 300 yıllık Batılılaşma, 100 yıllık cumhuriyet modernleşmesi, 70 yıllık çok partili demokrasi macerasının sonuna mı geldik?

Artık bambaşka bir yolun mu yolcusu ülkemiz? Batı dünyasından kopup, kendini Batı’ya ve Batı değerlerine karşı Avrasya’da konumlandıran, otoriter, sert, kendi dini ve milli “özüne” dönme iddiasında bir ülke. Hatta yeni bir “Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi” mi ortaya çıkıyor: Çin, Rusya ve İran gibi kuvvetli emperyal hırsları olan, kalkınmada askeri teknolojiyi merkeze alan, iç ve dış güvenliği temel öncelik olarak konumlandıran, yayılmacı ve fetihçi bir siyasetten korkmadan, geçmişin “parlak” yüzyıllarını ihya etmek isteyen bir ülke!

Güvenlikçi gerçekçilik emperyal hayalcilik

Sanırım seçim sürecinde iktidarın odağında ve etrafında kümelenen birçok kesimde bu öncellikler ideale dönüşmüş durumdaydı. Bu cihan mefkureleri İslamcı, milliyetçi, Avrasyacı ve güvenlikçi akımları aynı hedefe doğru kitledi. Güvenlikçi gerçekçilik ve emperyal hayalcilik aynı gelecek tahayyülünde eridi. İslamcı ihyacılık ile Türkçü cihancılık aynı çerçevede konumlandı, aralarındaki gerilimleri bu ulu ortak idealler yanında ayrıntıdan ibaret kaldı.

Geride bıraktığımız seçimlerde iktidarın topluma önerdiği işte tam bu sentezdi. İktidar topluma ekonomik buhranı, cihan mefkuresi uğruna katlanılması gereken bir maliyet olarak anlattı. Alternatif bir iktisadi kalkınma modelinin oluşmakta olduğu vurgulandı. Toplumdan bu parlak gelecek için fedâkarlık yapması talep edildi. İnsanlardan Türkiye’yi o eski küçük dünyasına hapsedecek bir restorasyon tuzağından uzak durması istendi. AB ve ABD’nin iktidarın değişimi olasılığına sıcak yaklaşması bu ideallerin doğruluğunun bir kanıtı olarak düşünüldü. Ve tabii Kürt hareketinin muhalefetin adayına olan desteği Türkiye’nin bu ulu yolda güvenliğini riske atacak iş birliği olarak anlatıldı. Ve iktidar başarılı oldu. Hem parlamento seçimi hem cumhurbaşkanlığı seçimi iktidar tarafından kazanıldı. Ve Türkiye yeni döneme girdi.

Birden rasyonel zemine dönüş!

Girdik girmesine de cumhurbaşkanı’nın yeni kabinesi birçok gözlemciyi şaşırttı. Yeni kabine alternatif bir iktisadi kalkınma modeli ile bezeli bir Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi’ne uygun değildi? İktidar muhalefeti restorasyonizm ile eleştirirken, birden eski AKP’yi anımsatan kendi restorasyoncu kabinesini oluşturmuş izlenimi verdi. Kafalar karıştı. Bence yılın en ilginç ifadelerinden birini yeni maliye bakanı, eski maliye bakanından görevi devralırken söyleyiverdi: “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönmekten başka çaresi kalmamıştır!”

Yeni bir başlangıç yapamamanın verdiği sıkıntılar, bizi geçmişe götürüp getiriyor olmasın.

 

Şüphesiz rasyonel zeminden kasıt ortodoks iktisat politikalarına dönüş ve özellikle faizi artırarak enflasyonu indirmekti. Ama aslında “rasyonel zemin” kavramının çok daha geniş bir manası da olabilirdi. Maliyeden dış politikaya, idareden yargıya geniş bir sahada rasyonel bir zemine geçiş, yani dengeleri gözeten, öngörülebilir, hukuk ilkeleri ile hareket eden, milli çıkarı uzun erimli bir değerlendirme ile kamu yararı üzerinden kuran bir zemin... Acaba maliye Bakanının ve yeni kabine mensuplarının zihninde böyle bir zemine dönüş mü vardı?

Gelin bir tarihçi sorusu soralım: Acaba Türkiye 2016’dan (2013’te yazabilirdim) beri yaşadığı savrulmadan çıkıp, bazı yapısal (mesela piyasa) ve tarihsel (mesela devlet içindeki bazı odaklar) dinamiklerin etkisi ile yeni bir dengeye mi oturuyordu? Acaba seçimlerde İslamcı, milliyetçi, ulusalcı ve güvenlikçi kesimleri bir araya getiren “cihan mefkuresi” bir anlamda tıraşlanıp, iktidar bloğunun ve devletin içindeki gerçekçi-güvenlikçi ve rasyonel-piyasacı gruplar arasında yeni bir ittifak mı doğuyordu?

Yoksa acaba bu kabine ve rasyonel zemin bir süreliğine, mesela yerel seçimlere kadar, ülkeye dış piyasalardan sıcak para çekmek için bir ara dönemi mi işaret ediyordu? Bu kabine Batı ile seçimlere kadar taktik bir yakınlık kurma girişimi miydi? Yerel seçimlerde İstanbul ve Ankara kazanıldıktan sonra, rejimin otokratik, sert, fetihçi ve ihyacı cihan mefkuresi projesine mi dönecekti? Bu kabine bir parantez mi?
(İktidar ve rejimin seçim sonrası dönüşümü üzerine düşünmek ve yazmak için aslında çok malzeme çıkacağa benzer. Tabii bu konulara eğilecek enerjimiz kaldı mı o da ayrı konu. Bu iktidarın nasıl dönüştüğünden çok daha ilginç konular var hayatta aslında öyle değil mi?)

Muhalefet ve muhalif kamuoyundaki savrulma

Diğer yandan seçim sonrası muhalefet ve muhalif kamuoyunda büyük bir hayal kırıklığı var. Seçimin kazanılacağına dair beklentiler çok yüksekti. Seçim sonrası muhalif kamuoyu duvara çarpmış gibi oldu. Bu arada yenilginin ciddi ve soğuk kanlı bir muhasebesi yapılamıyor. Muhalif kamuoyunda “biz söylemiştikçiler” ile “muhalefet görüldüğü kadar başarısız değilciler” arasında anlamsız bir kakafoni cereyan ediyor. Twitter’da herkes birbirine laf yetiştiriyor. Seçim sürecinin karmaşık hikayesi çoğu mahfilde “aday doğruydu-yanlıştı” tartışmasına indirgeniyor ya da klasik “Bu CHP’den bir şey olmaz” sızlanması ile devam ediyor.

Muhalefetin adayı, kampanyası, kullanılan dil konusunda çoğu kişinin çekincesi vardı. Benim şahsen muhalefetin yeni ve taze bir gelecek tasarımı sunamamasına yönelik eleştirilerim okuyucuları bile usandırmıştı. Buna rağmen, aday belli olduktan sonra bu otokratik iktidarın değişimi için muhalefet ve adayı Kemal Kılıçdaroğlu geniş bir kesim tarafından gönülden ve heyecanla desteklendi. Bir noktada seçimin kazanılabileceğine olan inanç yükseldi. Bu inancın etkisinin pozitif olduğunu düşünüyorum. Katılımın artması çoşkunun yoğunlaşması ile mümkündü. Diğer yandan fazla coşku parti teşkilatlarında rehavete, bazı şeylerin görülmemesine yol açmış olabilir. Tabii kazanılacağına olan inanç yükseldi bu da kaybedildiğinde yaşanan hayal kırıklığını artırdı. Ama her halükârda hangi sosyal psikolojinin nasıl etki yaptığının hesabını kitabını yapmak hiç kolay değil.

Ben seçim öncesi yazılarımda ifade ettiğim gibi seçime giderken tedbirli bir iyimserliğin ve coşkunun kazanmak için önemli hatta gerekli olduğunu düşündüm. Kötümserliğin ise konforlu bir duruş olmasının ötesinde (kötümserler hayal kırıklığına uğramayı göze alamayanlardır diye bir söz işitmiştim), seçimi kazanmak için gerekli olan coşkuyu boğan, farklı kulvarlarda inançla mücadele verenlere karşı da saygısıyız bir tavır olduğu kanaatindeydim. Bugün de aynı noktadayım.

Kısa bir CHP notu

Ama artık seçim bitti. O zaman bu yazı da kısa bir CHP notu ile bitmek zorunda. Madem cihan mefkuresine karşı “Sana söz” ve arkasından “Suriyeliler gi de cek ler” işlemedi... Bunun sorumlusu en başta CHP yönetimi ve cumhurbaşkanı adayıdır. Evet aslında ben sorumluluğun kolektif olduğuna inanıyorum. Kendi adıma, muhalefeti destekleyen bir yurttaş ve yazan çizen biri olarak, üzerime bu sorumluluktan bir payı da kabul ediyorum. Ama, siyasal liderlik bu kolektif sorumluluğu üstlenip, tazelenmek için yeni dönemin önünü açmakla olur.

Hayal kırıklıkları ile savrulan 25 milyon insana moral vermek yenilenmekten, tazelenmekten, yeni aktörlere yol vermek, hatta onları davet etmekten geçmektedir. Seçim kaybedildi. Ama hala korunacak çok mevzi var. Başta güçlü ve meşru bir muhalefetin varlığı. Bu ülke demokrasisi komada. Komada olsa bile demokrasinin yaşaması için olmazsa olmaz şart muhalefet hakkının korunmasıdır. Ve tabii başta İstanbul olmak üzere, insanların nefes aldığı muhalefet yönetimindeki yerel idarelerin.

CHP liderliğinin yapması gereken şey çok açık ve çok net: Bir takvim ile yerel seçimlerden önce, dikkatli ama samimice yeni dönemin önünü açmak. Bu yapılmadığı takdirde yaşanacaklar hepimizi çok üzecek, Türkiye demokrasisi işte o zaman komadan kalkamama tehlikesi ile karşı karşıya kalacak. Lütfen herkes sorumluluğunun farkına varsın. Vebal çok büyük.

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu