28 Mart 2024, Perşembe
19.05.2023 04:30

Seçimin ardından neredeyiz?

Türkiye seçim sonucuna göre birbirinden çok farklı iki yola doğru sapacak. Erdoğan’ın kazanması durumunda Türkiye’nin güzergahını hiç kestiremiyoruz. Olur da Kılıçdaroğlu kazanırsa Meclis çoğunluğu arkasında olmayacağı için çok çekişmeli birkaç sene bizi bekleyecek ve muhtemelen erken seçim olacak

Oksijen’de yazmaya başlayalı iki seneyi geçti. Şubat 2021’de ilk yazımı şu şekilde sonlandırmışım:
Kendi akademik çalışmalarımda bu krizlerle geçen döneme oldukça benzeyen başka bir dönemi çalışıyorum. Bu 1770-1830’lar arasındaki buhranlar ve ihtilaller arasında eski rejimlerin yıkılışına ve yeni rejimlerin kuruluşuna sahne olan Devrimler Çağı. Entelektüel hayatım bu iki çılgın zaman arasında gidip geliyor. Birini çalışıyorum, diğerini bizzat yaşıyorum. Oksijen’de ara sıra bu iki dünyayı birbirine bağlayan yazılar yazmak istiyorum. Tabii radikal dönüşümleri çalışan bir tarihçi için en ilginci hem Türkiye’de hem dünyada henüz “yıkılış”tan çıkıp “kuruluş” aşamasına bir türlü gelemememiz ve hayatın her alanında belirsizliklerin egemen olduğu o buhran safhasını sindire sindire tecrübe etmemiz olsa gerek.

Şubat 2021’de ilk yazımı yazdığımda manzara-ı umumiye şöyleydi: 19 yıllık AKP iktidarı ve 2018’de Erdoğan liderliğinde kurulan cumhurbaşkanlığı rejimi Türkiye’yi çok kötü yönetmiş, eldeki kurumlar, toplumsal barış, ekonomik dengeler, adalet sistemi, demokratik değerler, kamu yararı anlayışı, eğitim altyapısını, sanat ve kültür hayatı büyük bir erozyona uğramıştı. Fırtınalı yıllar; devlet içindeki iç savaş, barış sürecinin kötü bir şekilde çökmesi, darbe teşebbüsü, Rusya, ABD, NATO ve AB ile yaşanan baş döndürücü gerilimler, göçmen krizi... Evet pandemiye karşı dünyada hiçbir ülke iyi bir sınav vermemişti ama Türkiye’de resmi verilere olan güvensizlik bu dönemde yüksek düzeye çıktı. Ekonomik reform vaadiyle kurulan cumhurbaşkanlığı rejimi ülkeyi hızla bir iktisadi krize doğru sürüklüyordu. Nitekim 2022 yılında Türkiye tarihin en büyük döviz krizlerinden birini yaşayacak ve enflasyon patlayacaktı.

2021’den itibaren gelişen umut

Şubat 2021’deki yazımı takip eden iki yıl ise Türkiye’yi bir fırtınaya sokan bu dönemin ortaya çıkardığı sorunlar kadar, cumhuriyetin, hatta öncesinin, kadim sorunlarını biraz olsun çözüp, yeni döneme bir yenilenme, tazelenme ve umutla girme ihtimali yeşermişti. CHP ve İYİ Parti’nin liderliğinde kurulan Millet İttifakı birbirlerine ve topluma güven veriyordu. 2019 yerel seçimlerinde büyük başarı elden eden CHP-İYİ Parti ittifakı, zamanla AKP’den kopmuş diğer partileri de kapsayarak büyüdü ve demokratik değerler etrafında tarihte görülmemiş bir ortaklaşma zemini kurdu. Kapsamlı programlar hazırlandı. Başta İstanbul ve Ankara, CHP’nin belediyelerde gösterdiği başarı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi toplumun geniş kesimlerine açma çabaları ile birleşiyordu.

Kızım Aline Reyhan karaladı, ben boyadım: Sinek kuşu sanki. Olmuş mu?

Ben bu ittifakı çok değerli buldum. Bunu birçok kere yazdım. Farklı siyasal geleneklerin demokratik rejimin inşası için bir araya gelmesi, ortaklaşması, aynı zamanda birbirlerini tanıması tarihi bir gelişmeydi. Millet İttifakı’ndaki hantallık, uyum ve koordinasyon sorununa rağmen - ki bunları ben dahil birçok yorumcu defalarca dile getirdi - farklı gelenekleri bir araya toplayan bu deneyim yeni bir dönemin kapısını aralamak için bir fırsat olabilirdi.

Bu arada Kürt illerinde HDP’li belediyelere karşı uygulanan kayyum uygulamaları, Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunun siyasal tutsaklığa dönüştürülmesi konusunda CHP ve İYİ Parti ortak bir dil kuramıyordu. Buna rağmen HDP ile Millet İttifakı, özellikle CHP arasındaki ilişkiler olumlu bir şekilde yürütülebildi. AKP’den kopan kadrolarca kurulan DEVA partisi liberal demokrat bir parti olma yoluna girmişti; Kürt bölgesinde cesur ifadeler kullanabiliyordu. Muhalif kesimde DEVA Partisi’nin AKP’den alacağı oylarla güçlenebileceği hissi uyanmıştı.

Hatırlarsanız 2022 ortalarında Millet İttifakı’nın seçimleri kazanma şansı ciddi şekilde artmıştı. Anketlere göre İYİ Parti yüzde on beşleri geçiyordu. Bu arada Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı toplumun farklı kesimlerinde destek buluyordu. Bu aylarda halkın adaylık meselesini yoğun bir şekilde tartışmasına rağmen Millet İttifakı resmi ifadelerinde adaylık konusunu konuşmadıklarını söylüyorlardı. O aylarda çoğu gözlemci adayın belirlenmesinin son ana bırakılmasının bir kriz habercisi olduğunu dile getiriyordu.

2022 sonbaharı

2022 sonbaharı oldukça hareketli geçti. Türkiye’nin siyasi tarihinin en ilginç dönemlerinden biri olan 2022 sonbaharı ve 2023 kışını ince ince incelemek gerekir. Bir noktada Millet İttifakı’ndaki ivme durmuş, AKP-MHP ittifakı ilginç çıkışlarla toparlanmaya çalışıyordu. Bu aylarda AKP’nin ekonomi politikasını ayrıca incelemekte yarar var. İnatçı faiz indirme kararları yüksek enflasyonu tetikliyordu. Ama aynı zamanda, bu düşük faiz politikasının bankalarda yüklü mevduat sermayesi olanlarla, devlet bankalarından kredilere ihtiyaç duyan AKP’ye yakın bazı büyük ve orta ölçekli iş çevrelerinin faydasına kullanıldığını gözlüyorduk.

Adaylık tartışmaları ve mart krizi

Bu dönemde bir Zafer Partisi fırtınası yaşadık. Göçmen krizi toplumdaki genel memnuniyetsizliklerle birleşince Zafer Partisi’nde bir yükselme oldu. O günlerde Neo-İttihatçılık üzerine yazılar yazdığımı hatırlıyorum. Zafer Partisi’nin yükselişi Millet İttifakı’nın durağanlaşmasının ve belki de krizin ilk işaretiydi. Toplumun çok geniş kesimlerini birleştirmek ve tüm siyasal hareketlere yer açmak isteyen Millet İttifakı, topluma tutarlı, koordineli ve net siyasal mesajlar vermekte zorlanıyordu. Ama en büyük problem ittifakın bir liderinin olmamasıydı. Yine bu aylarda CHP ve İYİ Parti arasında özellikle adaylık üzerinden gelişen gerilimler su yüzüne çıkıyordu. Diğer yandan Kemal Kılıçdaroğlu’nun arayışları devam ediyordu. Hatırlayalım: türban çıkışı, arkasından eleştirilen Amerika ve İngiltere gezileri.

Adaylık tartışmalarının kızıştığı bu günlerde Ekrem İmamoğlu’na verilen kesinleşmemiş siyaset yasağı bence 2022 sonuna damgasını vurdu. Bu günlerde ben dahil birçok gözlemci Millet İttifakı tarafından İmamoğlu’nun yasağı şantajına karşı cumhurbaşkanı adayı ilan edilmesinin güçlü ve samimi bir demokratik çıkış yaratacağını düşünüyorduk. Bu mümkün olmadı. Neden olmadı, ileride çok tartışılacak.
Tüm bu siyasal gelişmeler olurken, 6 Şubat depremi bir anda Türkiye’yi yasa boğdu. Binlerce yurttaş hayatını depremde ve depremden sonraki iki üç gün devletin yetersizliği sonucu hayatını kaybetti. Türkiye’nin siyasal ve ekonomik buhranının tam ortasında yaşadığımız 6 Şubat depremine karşı farklı tepkiler verildi. Kemal Kılıçdaroğlu depremin siyaset üstü değil, tam tersi siyasal bir olgu olduğunu söyledi. Akşener ise ‘Biz susacağız devlet konuşacak’ dedi ve Erdoğan’ı aradı. Kimimiz bu deprem felaketinin AKP’nin ve Erdoğan döneminin sonunu getireceğini yazdı. Netice de AKP büyük bir deprem sonrasında gelmişti. Belki de büyük bir depremle gidecekti. Kimi gözlemciler ise AKP’nin ve Erdoğan’ın depremin yarattığı olağan üstü hali kendi lehine çevireceğini dile getirdi.

Arkasından adaylık meselesi etrafında yoğunlaşan İYİ Parti ve CHP arasında güven krizinin artarak devam etmesini izledik. Mart başındaki Meral Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayattığı teziyle sert çıkışı ile Millet İttifakı dağılma aşamasına geldi. Parti ve lider arasında büyük bir güven sorunu olduğunu tüm Türkiye gördü. Kazanacak aday tartışması ayrıca bir noktada kaçınılmaz duruma gelen Kılıçdaroğlu’nun adaylık sürecine ciddi zarar vermişti. Mart krizi özellikle Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın gösterdiği meziyetli diplomasi ile aşıldı. Bu krizle beraber Millet İttifakı kampanyasının yeni kurgusu da oluşuyordu: Cumhurbaşkanı adayı Kılıçdaroğlu yanında Millet İttifakı partilerinin başkanları ile Ankara ve İstanbul belediye başkanlarından müteşekkil yedi cumhurbaşkanı yardımcılığı. Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı formülü çok değerliydi ama yedi başkan yardımcılığı çerçevesinin ne kadar iyi tasarlanıp tasarlanmadığını, Millet İttifakı’nın işine yarayıp yaramadığını ileride konuşacağız.

Kampanya

Ve kampanya. Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı pozitif bir kampanya yürüttü. Kemal Kılıçdaroğlu ve diğerleri gelecekten, toplumsal barıştan, liyakatten, Türkiye’nin yağmalanmış milli sermayesini ülkeye tekrar getireceğinden bahsetti. Kılıçdaroğlu kampanyada önemli çıkışlar yaptı. Kürt ve Alevi videoları çok ilgi gördü. Ben özellikle seçimin sonucu ne olursa olsun Alevi videosunun çok değerli olduğunu düşünüyorum. Bunu ileride yazacağım. Kampanyanın diğer yıldızı Ekrem İmamoğlu’ydu. Seksenin üzerinde miting yaptı. Toplumu ve özellikle gençleri ve kadınları mobilize etmeye çalıştı. Ayrıca ileride kullanacağı müthiş bir deneyim elde etti.

Cumhur İttifakı sert ve negatif bir kampanya yürüttü. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemesini kullandı ve Kılıçdaroğlu ve ittifakını terörle ilişkilendirdi. Erdoğan bu konuda sahte videolar kullandı. Aynı zamanda otoriter siyasetin alevlendiği diğer ülkelerde olduğu gibi LGBTİ tartışması bu kampanyaya damgasını vurdu. Soylu insanlarla hayvanların zorla evlendirileceğinden bahsetti. Cumhur İttifakı’na davet edilen iki radikal İslamcı partinin Hüda Par ve Yeniden Refah Partisi’nin AKP’yi iyice radikalleştirdiği üzerine tartışmalar oldu. Sinan Ateş cinayeti ile çalkalanmış MHP çok miting yapmadı ama en son gün Devlet Bey’in büyük gafı (Sam, Toni, Joni, Herkel, Frank...) tüm bu seçim sürecine damga vurdu. Belki Cumhur İttifakı’nın tek ‘pozitif’ kampanyası Erdoğan ailesine ait firmanın ürettiği İHA teknolojisi, TOGG ve yeni çıkarma gemisi ile ilgiydi. Bu arada Erdoğan Twitter’daki profil resmini değiştirdi, güneş gözlüklü bir askeri pilot olarak karşımıza çıktı.

Tabii bu kısa özette Muharrem İnce’den de söz etmemiz gerekiyor. İnce etrafına daha çok gençlerden oluşan bir kitle topladı. Yüzde 10’lara çıktı. Ardından İnce’nin oy oranı yüzde 2’lere indi. Arada ne oldu? Gaflar yaptı. Millet İttifakı’nın ilk turda bitirelim kampanyası etkili oldu. Ama sanırım bir şey daha oldu. İnce, etrafında topladığı muhalif kanadı bir ayda dönüştürdü ve bir kısmını sanırım Cumhur İttifakı’na eklemledi. Bir tür transformer rolü üstlendi. Sonra da adaylıktan çekildi. Diğer cenahta HDP(YSP)-TİP krizi yaşandı. Birçok insan solun birleşmesini umarken, sol adeta Kürt solu ve Türk solu olarak ayrıştı.

Ve seçimler oldu. Başta dedim ya: Belirsizliklerden bir türlü çıkamadığımız, önümüzü göremediğimiz buhran dönemindeyiz diye. O kadar ki belirsizlikler her gün yoğunlaşarak artıyor. Son düzlükte anketlerde ve kamuoyunda cumhurbaşkanlığı seçimini Kemal Kılıçdaroğlu’nun az farkla da olsa önde bitireceği konusunda geniş bir kanaat vardı. Meclis’te ise hiçbir ittifakın çoğunluk oluşturamayacağı düşünülüyordu. Öngörülmeyen sonuçlar hepimizi şaşırttı. Cumhur İttifakı Meclis’te 320 civarı koltuk kazanarak çoğunluğu elde etti. Erdoğan % 49’un üzerine bir oy aldı. Kılıçdaroğlu ancak % 45’e yaklaştı. Bu arada AKP 2018’e göre 7 puan oy kaybetti. Ama bu oyun bir kısmı Cumhur İttifakı’nda kaldı. AKP’den kopan partiler CHP listelerinden girdiler. Bolca koltuk kazandılar. Ama CHP’ye sanırım oy katkısı yapamadılar.

Şimdi ikinci tur heyecanı var. Ben bu yazıyı yazarken (salı günü) seçimlerde yoğun usulsüzlükler olduğu konusunda tartışma devam ediyordu. Aynı zamanda CHP’ye de bir tepki vardı. CHP’nin seçim sürecini iyi yönetemediğini, halkı doğru bilgilendiremediklerini, muhalefete yakın televizyon kanallarında kafa karışıklığı olduğu söyleniyordu. Aynı zamanda Kemal Kılıçdaroğlu’nun ikinci tura nasıl bir strateji ile gireceği konusunda bir netlik yoktu. Millet İttifakı’nın bu sefer negatif propaganda yaparak, Erdoğan’ı yıpratması gerektiğini söyleyenler var. Bazıları Kılıçdaroğlu ve etrafındakilerin daha milliyetçi bir dil tutturması gerektiğini vurguluyor. Kimisi % 5’in ötesinde oy alan Sinan Oğan’ın bir şekilde ittifaka davet edilmesi gerektiğini söylüyor.

Ama asıl mesele muhalif kesimdeki hayal kırıklığının nasıl aşılacağı konusu. Belli bir coşku ve heyecan oluşturulamaz ise muhalif seçmenin sandığa gitmeyeceği ve bunun sonucu Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasındaki farkın Erdoğan lehine iyice artacağı söyleniyor. Hatta bazı yorumcular Erdoğan’ın isteyerek seçimi ilk turda “bitirtmediğini” vurguluyor. Ülkede biraz olsun nefes almak isteyenlerin enerjilerini tekrar toplayarak sandığa gitmesi ve Erdoğan’ın % 55 ile kazanmasının engellenmesi ve belki de bir sürprizle Kılıçdaroğlu’nun seçilmesinin sağlanması, umudumuz bu. Aynı zamanda Millet İttifakı deneyiminin hemen çöpe atılmaması, iki sene içinde elde edilen kazanımlar üzerine konularak devam edilmesi önemli diye düşünüyorum.

Evet, muazzam belirsizlikler dönemi. Düşünsenize, Türkiye seçim sonucuna göre birbirinden çok farklı iki yola doğru sapacak. Gerçi dünya o kadar kaygan bir zeminde ki; bu iki yolun da ne kadar devam edeceği şu aşamada belli değil. Erdoğan’ın kazanması durumunda Türkiye’nin güzergahını hiç kestiremiyoruz. Hatta durum o kadar karmaşık ki; Erdoğan’ın tüm bu olan biteni kontrol ettiği ve tasarladığı tezi bile şüphe götürür. Arkada birçok başka aktör var sanki. Kılıçdaroğlu’nun olur da kazanırsa meclis çoğunluğu arkasında olmayacağı için çok çekişmeli birkaç sene bizi bekleyecek ve muhtemelen erken seçim olacak. Kılıçdaroğlu’nun devletteki gruplarla ilişkileri nasıl devam eder, onu da kestirmek kolay değil. Yine de Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığında ülkenin biraz nefes alabileceğini söyleyebiliriz. Evet, demeye çalıştığım yoğun belirsizlikler yakamızı bırakmıyor. Türkiye, dünya ile beraber (2024 Kasım’ında dünyaca muhtemelen Trump ve Biden çekişmesini izleyeceğiz) fırtınalı yolculuğuna devam ediyor.