16 Eylül 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
06.09.2024 04:30

Trump’ı kimler destekliyor?

Harris anketlerde 4 puan önde ama bu fark kazanmak için yeterli olmayabilir. Trump, Amerikan halkının büyük bir kesimi için ekonomiyi düzeltecek, sınır güvenliğini sağlayacak ve Amerika’nın parasını dış politikada gereksiz yere harcamayacak bir lider olarak görülüyor. Kaba bir tasnifle, Trump destekçilerini 7 gruba ayırabiliriz. Trump’a rağmen Cumhuriyetçi Parti’ye oy verenler evanjelikler, anti-siyasetçiler, orta yaş üstü, düşük eğitim düzeyine sahip beyaz erkekler, mavi yakalılar, vergiden kaçınan zenginler, siyahlar, göçmenler ve beyaz milliyetçiler


Bir süredir kasım ayında yapılacak ABD seçimleri üzerine yazıyorum. Hatırlanacağı üzere seçim sürecine girdiğimiz son iki üç ayda çok ilginç ve dramatik olaylar yaşandı. Joe Biden ve Donald Trump arasında başlayan yarışta, özellikle Biden-Trump münazarasından sonra, Biden’ın fiziksel durumu Trump’ı favori aday haline getirmişti. Ama tabii ki Trump’ın favori aday olmasının arkasında sadece Biden’ın yaşlılıktan kaynaklanan fiziksel hali değil, aynı zamanda ekonomik ve siyasi durumlar da etkili oluyordu.

Pandemi sonrası Biden’ın uyguladığı ekonomik program, belki ABD’nin çürümüş altyapısına yönelik bir kalkınma hamlesi niteliğindeydi; ancak programın kısa vadeli etkisi yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı oldu. Evet, işsizlik azalmış ve sosyal politikalar yoğunlaşmıştı, ama 1970’lerden bu yana görülen en yüksek enflasyon bir türlü düşmüyordu. Yüksek faiz oranları ev alımlarını azaltmıştı. Zaten uzun süredir konut krizi yaşayan ülkede, ev almak iyice zorlaşmıştı.

Donald Trump

 

Enflasyon ve hayat pahalılığının yanı sıra ABD’nin güney sınırındaki kontrolsüz göç sorunu da artmıştı. Demokrat Parti’nin sınır güvenliğine yeterince önem vermediği algısı yayılıyordu. Trump için sınır güvenliği ve kontrolsüz göç, Biden’ı köşeye sıkıştırmak için mükemmel bir konu haline gelmişti. Öyle ki, Trump Cumhuriyetçi Parti senatörlerinden Biden’ın sınır güvenliği için geçirmeye çalıştığı düzenlemeyi veto etmelerini istemişti.

Biden yönetiminin ilk dönemlerinde ABD’nin Afganistan’dan adeta kaçarcasına apar topar çekilmesi büyük bir dış politika skandalıydı. Biden, Ukrayna-Rusya savaşında Putin’e karşı Ukrayna’ya yoğun destek veriyordu ve bu destek, otokrasiye karşı ABD liderliğinde yeni bir koalisyon olarak ifade edilmişti. Ancak savaşın uzaması, ABD’nin diplomatik ve mali desteğinin sorgulanmasına neden oluyordu. Putin ile dostluğunu gizlemeyen Trump, kendi yönetiminde bu savaşı rahatça önleyebileceğini iddia ediyordu.

Ve tabii Hamas’ın düzenlediği 7 Ekim katliamı sonrası İsrail’in Gazze operasyonunun Filistin halkına karşı bir soykırıma dönüşmesi, Demokrat Parti’yi adeta ikiye bölmüştü. Biden’ın İsrail’i koşulsuz destekleyen tutumunun yarattığı huzursuzluk da Trump için siyasi olarak kolayca oynayabileceği bir fırsata dönüşüyordu.

Favori Trump

Trump’ın favori olduğu kesindi. Bir de üzerine, 13 Temmuz’da Trump’a karşı bir suikast düzenlendi.

Trump’ın sağ kulağını sıyıran kurşun onu öldürmedi, ancak bu mucizevi olay, taraftarları tarafından adeta ona mesihlik rolü biçilmesine yol açtı. Suikast girişimi bir Cumhuriyetçi Parti mensubu tarafından düzenlenmişti, ancak güvenlik zafiyeti olduğu açıktı. Aynı zamanda komplo teorilerinin gelişmesi için mükemmel bir ortam doğmuştu.

Evet, suikast girişimi ve Trump’ın bir anda başını çevirerek ölümden dönmesi adeta mucizevi bir olay olarak görüldü. Buna rağmen ne Trump ne de kampanyası bu suikast girişimini yeterince kullanamadı.

Trump, fantastik ölümle burun buruna geldiği anı anlatırken, kurşunun sıyırdığı kulağından çok kan aktığını, hayatında hiç bu kadar kan görmediğini, doktorların kulağın çok kanama yapan bir organ olduğunu söylediklerini dile getirdi. Bu komik anlatımı, taraftarlarının ve bazı dini grupların onu mesiyanik bir lider olarak konumlandırma çabalarını adeta boşa çıkarıyordu.

Yine de Trump, Cumhuriyetçi Parti kongresine zaferi kaçınılmaz bir lider olarak girdi. Yardımcısı olarak seçtiği JD Vance, Trump’ın “Amerika’yı Tekrar Muhteşem Yapacağı” (Make America Great Again) iddiasını siyasal ve toplumsal bir harekete dönüştürmeye çalışan MEGA hareketinin genç liderlerinden biriydi. Trump’ın JD Vance tercihi, seçimi kazanacağından ne kadar emin olduğunu gösteriyordu.

JD Vance hakkında önceki haftalarda yazmıştım. 39 yaşındaki Ohio senatörü, yazdığı otobiyografisinde Orta Amerika’nın son otuz yılda çürümeye yüz tutmuş sosyal yapısından kendi çabasıyla sıyrıldığını iddia ediyor ve bu yapıya adeta dizginlerinden boşalmış bir Trumpizm ile şok tedavisi uygulanması gerektiğini söylüyordu. Ancak, JD Vance’in radikal sağ görüşleri ile Trump’a yardımcı değil, yük olabileceği Cumhuriyetçi Parti mahfillerinde konuşulmaya başlamıştı. Trump’ın, onun bu aykırı görüntüsünü ve radikal ajandasını yumuşatan bir başkan yardımcısı seçmemesi eleştiri konusu olmuştu.

Harris-Walz kampanyası

Tam bu aşamada, Biden’ın Harris’i destekleyerek çekilmesi, Demokrat Parti'de büyük bir coşku ve birliktelik yarattı. Harris ve Tim Walz’ın kampanyaları hakkında da geçen haftalarda uzun uzun yazmıştım. Özetlemek gerekirse, başkan yardımcısı olarak Biden’ın gölgesinde kalan Harris’in başkan adaylığını Demokrat Parti çok iyi yönetti. Trump’ın tüm kartlarını Biden’a karşı oynadığı bir ortamda, Harris’in adaylığı Trump’ın uzun süre yalpalamasına neden oldu. Harris’e karşı net bir strateji oluşturamadı. Trump, Harris’in adaylığı karşısında bocalarken, Harris, Biden’dan kendini ayrıştırarak siyasal söylemini ve programını oluşturmaya ve kendini tanımlamaya başladı.

Minnesota Valisi Tim Walz’ın Harris’in başkan yardımcısı adayı olarak seçilmesi de Harris’in kampanyasını iyice güçlendirdi. Emekli bir öğretmen, futbol koçu, avcı ve iyi bir aile babası olan Walz, önce Temsilciler Meclisi’nde görev almış, ardından Minnesota Valisi olmuştu. Amerikan standartlarında solda yer alan Walz, kültürel açıdan Amerika’nın taşrasını temsil eden bir beyaz erkekti. JD Vance’in negatif popülizmine karşı, güçlü bir pozitif popülizm dili oluşturabiliyordu.

İki hafta önce Harris ve Walz’ın adaylığının resmileştiği Demokrat Parti kongresinde büyük bir coşku ve odaklanma vardı. Geçen hafta ayrıntılarını yazdığım gibi, Kongre konuşmasında Harris, ekonomi programını tam olarak açıklamasa da ana hatlarını kamuoyuyla paylaştı. Programın, özellikle kriz dönemlerinde piyasa koşullarını kötüye kullanarak yüksek fiyat sabitlemelerine karşı alınacak önlemler bölümü eleştiri konusu oldu. Diğer yandan Harris’in “fırsat ekonomisi” (opportunity economics) adını verdiği, rekabet ortamını küçük üretici ve firmalar lehine güçlendirme programı ilgi çekti.

Yine de Harris-Walz kampanyasının güçlü tarafı hala ekonomi programı demek doğru olmaz. Demokrat Parti, eski mavi yakalı tabanını Trump’tan geri kazanmak istiyor, ancak yeterli ilerleme kaydedilmiş değil.

Enflasyon düşüyor ama genel makro ekonomik siyaseti hala netleşmedi. Kürtaj, Trumpizme karşı demokrasi savunusu, eski bir savcı olarak hukuk mücadelesi, siyah oluşu ve ABD’nin ilk kadın başkanı olma ihtimali, Harris’in hala Trump’a karşı güçlü yönleri arasında.

Son anketler, Harris’i ülke genelinde Trump’a karşı dört puan önde gösteriyor. Ancak bu fark, başkanlığı kazanmak için yeterli olmayabilir. Zira, Cumhuriyetçi Parti 1988’den beri ülke çapında Demokrat Parti’den daha yüksek oy zaten alamıyor. Asıl mesele, Pennsylvania, Wisconsin, Michigan, Georgia, Nevada ve Kuzey Carolina gibi altı ya da yedi kritik salıncak eyaletteki durum. Bu eyaletlere baktığımızda, Harris-Trump yarışının başa baş gittiğini söyleyebiliriz. Harris’in adaylığından sonra yakalanan ivme ise biraz sönümlenmişe benziyor.

Trump’ı anlamak

Evet, Donald Trump’ın seçimi kazanma ihtimali hâlâ güçlü. Trump, Amerikan halkının büyük bir kesimi için ekonomiyi düzeltecek, sınır güvenliğini sağlayacak ve Amerika’nın parasını dış politikada gereksiz yere harcamayacak bir lider olarak görülüyor. Trump’ın temel insani ve demokratik normları hiçe sayan sıradışı söylemleri, hatta dengesiz tavırları, açık yalanları, ırkçı veya kadın düşmanı tutumları birçok seçmen için ya önemsiz ya da sempati duydukları özellikler.

Peki, Trump’ın destekçileri kimler? Kaba bir tasnifle, onları birkaç gruba ayırabiliriz:

1.Parti sadakatçileri: Bu grup, Trump’a rağmen Cumhuriyetçi Parti’ye oy veriyor. Demokrat Parti’ye olan antipatileri o kadar güçlü ki, Trump’tan hoşlanmasalar bile Cumhuriyetçilere oy vermeye devam ediyorlar.

2.Anti-siyaset savunucuları: Trump’ı başarılı bir iş adamı ve elitlerden bağımsız biri olarak gören, siyasetle fazla ilgilenmeyen bir kitle. Bu grup, siyaseti genellikle ekonominin önünde bir engel olarak görüyor ve Trump’ın anti-siyaset dilini beğeniyor.

3.Evanjelikler: Koyu Hristiyan bu kitle, Trump’ın kişisel ahlakını sorgulasa da, yine de onu Hristiyan değerleri koruyacak bir figür olarak görüyor. Hatta kimliğinden çok, eylemleri nedeniyle Tanrı tarafından seçilmiş biri olduğuna inanıyorlar.

4.Erkeklik savunucuları: Özellikle orta yaş üstü, düşük eğitim düzeyine sahip beyaz erkekler, Trump’ı geleneksel erkekliğin bir savunucusu olarak görüyor. Onun sert ve umursamaz tavrı, bu kesim için bir tür "gerçek erkekliği" temsil ediyor.

5.Mavi yakalı işçiler: Bu grup, Demokrat Parti’den büyük bir hayal kırıklığı yaşamış ve parti elitlerine duydukları kızgınlıkla Trump’ı destekliyor. Trump’ın mevcut düzenin dışından gelmesi, onlara değişim umudu veriyor. Aynı zamanda bu seçmenler için Trump müesses nizama karşı duyulan kızgınlık ve eskiye özlem duygularını yansıtıyor.

6.Vergiden kaçınan zenginler: Vergi yükünü azaltmak isteyen varlıklı kesim, Trump’ın vergi politikalarını destekliyor.

7.Beyaz milliyetçiler: Bu grup için Trump, son otuz-kırk yıldır hâkim olan “woke” kültürüne karşı bir lider. Siyahlar, göçmenler ve azınlıkları kayıran politikalara karşı beyaz Amerika’yı savunan biri olarak Trump’ı destekliyorlar. Öyle ki Trump’ın askerleri aşağılaması bile onun beyaz Amerika’nın şanını savunmasına engel değil.

Bu birbirinden farklı, hatta birbiriyle çelişen destekler, Trump için bir sorun teşkil etmiyor. Zaten Trump, Amerika’ya çok kapsamlı bir program sunmuyor. Ekonomi politikasının ayrıntılarını bilmiyoruz; yalnızca gümrük vergilerini yüzde yirmilere çekerek Çin’in ABD ekonomisi üzerindeki etkisini kıracağını, kaçak göçmenleri sınırdışı edeceği için ev fiyatlarının düşeceğini ve yeşil dönüşüm “zırvalığına” karşı olduğunu belirtiyor.

Trump’ın ekonomi programının yüzeysel olmasına rağmen, kamuoyu araştırmaları, onun Kamala Harris’e kıyasla ekonomiyi daha iyi yöneteceğine dair inancın sürdüğünü gösteriyor. Bu inancın bir kısmı, Trump’ın ilk dönemindeki, özellikle pandemiden önceki nispi başarısına dayanıyor. Diğer kısmı ise Trump’ın siyasi elitizme karşı bir iş insanı olarak siyasetin dışından geldiğine dair inançtan kaynaklanıyor. Öte yandan, Trump’ın normları altüst etmesi ya da tutarsızlıkları ona ciddi bir maliyet yüklemiyor. “Delidir, ne yapsa yeridir” misali, onun bu tutarsızlıkları ve normları hiçe sayması, birçok kişi tarafından bir tür “put kırma” olarak görülüyor. Böylece rakiplerinin eleştirileri de büyük ölçüde etkisiz hale geliyor.

Trump hakkında çok şey yazılabilir. Gerçek şu ki, benim için hayatta önemsediğim değerlerin hemen hepsinin zıddını temsil eden biri. Demokrasi, hakkaniyet, emeğe, yaşa, tecrübeye ve hukuka saygı, eşitlik, dayanışma, evrenselcilik ve bir konuyu her yönüyle anlamaya çalışmak gibi temel değerler açısından Trump, bu değerlere tam bir karşıtlık oluşturuyor. Ancak onun sertliği, müdanasızlığı, normlara karşı açtığı savaş ve herhangi bir kalıba sığmayan yapısı, bazı insanlar için Trump’ı ya çekici hale getiriyor ya da onun bu sıradışı hali ile değişim yaratabilecek biri olarak algılanmasını sağlıyor.

Trump’ı basit bir sağcı lider olarak görmek hata olur. Aynı zamanda Trump’ın Amerika’ya özgü bir figür ve tipoloji olduğunu düşünüyorum. Evet, muhayyel bir yüce Amerika’yı ihya edeceğini söylüyor. Ancak aynı Trump, tüm kuralları bir anda yıkabileceğinin de sinyallerini veriyor. Trump altüst ederek ve kaos çıkararak gelişmenin sağlanacağına inanan bir kişilik. Girdiği taktik ittifakları bir yana koyarsak, aslında muhafazakardan ziyade, kuralları gelişmeye engel gören liberteryen bir lider.

Trump, kasımdaki seçimleri kazanırsa bildiğimiz siyasetin, en azından ABD’de, çok farklı ve öngörülemez bir yöne evrileceğini tahmin etmek zor değil. Zaten Trump’ı heyecanlı kılan da bu öngörülemezlik. İkinci Trump döneminde, alışılmış demokratik siyaset kuralları muhtemelen anlamını yitirecek. Diğer yandan, Trump’ın iktidarına karşı büyük bir direnç de bizi bekliyor olacak. Eğer seçimleri Harris-Walz ikilisi kazanır ve Harris, Trump’ı alt ederse, sanırım hem ABD’de hem de Avrupa’da demokratik siyaset için yeni kapılar açılacak. Demokrat Parti’nin pozitif popülist dili, 2008’den beri dünyada etkisini gösteren otoriter sağ popülizm karşısında farklı bir pozitif popülizm ihtimali doğuracak.

Eğer ABD seçimleri ile igileniyorsanız 10 Eylül’deki Harris-Trump münazarasını kaçırmayın!