27 Nisan 2024, Cumartesi Gazete Oksijen
22.03.2024 04:30

Türkiye Rusya olur mu?

Türkiye’de rejim ancak demokratik bir düzendeymiş gibi bir performans ile kendini var edebiliyor. Demokratik çerçevenin tamamen dışına çıkamıyor. Bir ayağı demokratik zeminde, diğer ayağı ise başka bir ihtimali yokluyor. Diğer bir deyişle, bu rejim iki zeminli bir rejim. Hem hukuki hem keyfi. Hem demokratik, hem otokratik. Resmi olan ile resmi olmayan, kamusal olan ile şahsi olan, yerin üstü ile yerin altı, Batı sistemi ve Avrasya arasında sürekli salınıyor


Olmaz. Aynen zamanında İran olmadığı gibi.

İran ve Rusya’dakine benzer otoriter rejimlerin Türkiye’de gelişme zemini yok. Ne İran’daki gibi tarihsel olarak güçlü ve özerk bir dini hiyerarşi var, ne Rusya’daki gibi ülkenin tüm derinliklerine nüfus etmiş bir devlet oligarşisi.

Daha da ileri gidelim. Türkiye’de ne Rusya ne de İran’dakine benzer bir devrim yaşandı. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran devrim, Rusya ve İran’dakine göre kendi geçmişi ile çok daha yumuşak bir ilişkiye girdi. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı geçmişini sadece kısmen reddetti.

Cumhuriyet’in Osmanlı geçmişi ile ilişkisi çok uzun ve karmaşık bir mevzu. Bu konuda çok yazdım, okuyucular hatırlayacaktır. (Bu yazıların bir kısmı Belirsiz Geçmiş Zaman kitabımda yayınlandı).

Evet, Türkiye tarihsel olarak ne Rusya’ya ne İran’a benziyor. Basit bir ifade ile Türkiye İran ve Rusya kadar sert bir ülke değil. Toplumumuz Rusya ve İran toplumu kadar keskin hislerle konumlanmış bir toplum değil.

Ama her şeyden önemlisi Türkiye’nin iki yüzyıllık demokratik tecrübesi, seçim yapma geçmişi, meşruiyetin halkın iradesi ile olan ilişkisi azımsanacak bir birikim değil.

Geçen haftaki Rusya seçimlerinde “bağımsız” aday Putin yüzde 87 oyla yeniden başkan seçildi! En yakın rakibi Komünist Parti adayı Nikolai Kharitonov yüzde 4’ü biraz geçebildi. Bu seçim tabii ki kurgu bir mizansenden ibaretti.

İran’da mart başında ilk tur ikili meclis seçimleri (Meclis-i Şura-yı İslamî ve Meclis-i Hobregan-ı Rehberi/Senato) yapıldı. Pek bir ilgi uyandırmadı. Zaten İran halkının sadece yüzde 40’ı seçimlere katıldı. Muhafazakâr rejim yanlısı partiler seçimden “zaferle” çıktı. İkinci tur seçimler mayısta. Rejimin katılımı artırmak için verdiği uğraş pek işe yaramadı.

Türkiye’nin rejimi

Türkiye ne Rusya ne İran... ve Türkiye ne Rusya olacak ne İran olacak. Türkiye’de iki yüzyılı aşkın demokratik tecrübe kolay kolay sönümlenmeyecek. Muhtemelen “muhalefet” güçlü bir şekilde varlığına devam edecek. Toplumun zihninde iktidarın değişme ihtimali daha uzun süre hayatta kalacak. 

Ama tüm bu birikime rağmen, önümüzde bu rejimin uzun süre demokratik süreçler içinde değişmemek üzere katılaşma ve yapısallaşma ihtimali de yok değil.

Gelin bu ihtimali biraz deşelim

Önümüzde ilginç bir durum var: Halihazırdaki rejim yarı anayasal, yarı anayasal olmayan aygıtlarla Türkiye’yi esir almış durumda. Aslında temel anayasal ve hukuk normları açısından bu rejimin meşruluğu sorgulanabilir durumda. Cumhurbaşkanının üçüncü dönem seçilmesi ya da Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına uymayan bir yargı hiyerarşisinin varlığı bile birer anayasal kriz nedeni.

Türkiye’yi tutsak almış bu rejim topluma ülkede demokratik bir düzen varmış oyunu oynatıyor. İlginç olan durum şu ki, demokrasi oyunu tam anlamı ile bir oyun değil. Oyun ve gerçek arası bir şey. Her an gerçeğe dönüşebilir. Her an sadece bir oyundan ibaret kalabilir.

Ya da şöyle ifade edeyim: Bu rejim ancak demokratik bir düzendeymiş gibi bir performans ile kendini var edebiliyor. Demokratik çerçevenin tamamen dışına çık(a)mıyor. Bir ayağı demokratik zeminde, diğer ayağı ise o zeminin dışında, başka bir ihtimali yokluyor (O başka ihtimal baş yücelikten halifeliğe, Putinizm’den sultanizme salınıyor).

Diğer bir deyişle, bu rejim iki zeminli bir rejim. Hem hukuki hem keyfi. Hem demokratik, hem otokratik. Resmi olan ile resmi olmayan, kamusal olan ile şahsi olan, yerin üstü ile yerin altı, Batı sistemi ve Avrasya... arasında sürekli salınan bir hal.

Türkiye’nin reel rejiminin Rusya ve İran gibi tümel bir otoriter sisteme dönüşmesi tamamen ihtimal dışı olmasa da hiç ama hiç kolay değil.

Olsa olsa salınımın ritmi artar. Zeminler arası oran değişir...

(Bu analiz rejim bileşenleri arasında rejimi tümden demokrasi dışı zemine çekip çıpalamak isteyen kayda değer bir kesimin varlığını kesinlikle yok saymıyor ya da küçümsemiyor).

Muhalefet sol ve rejim

Muhalefet… Bu kelimeyi artık kullanmayalım. Çünkü blok halinde bir muhalefet artık yok. 2023 seçimlerine giderken böyle bir muhalefet vardı. Bugün ise rejimle farklı ilişkiler içinde olan farklı siyasi hareketler var.

Rejimle yakınlaşmak isteyenler, rejimi içeriden değiştireceğine inananlar, bağırlarına taş basarak ancak rejimle iş görebileceklerine inanmaya başlayanlar...

Aslında CHP, Kürt hareketi ve sosyalist partilerden oluşabilecek yüzde 40’ı aşkın şu ya da bu şekilde bir sol blok ihtimali var. Ne kadar ilginç değil mi? Şu anda Avrupa’da sol iyice gerilerken Türkiye’de yüzde 40'lık bir sol hat!

Mevsimler hayatlarda ardı ardına sıralanırken...

Bu hattın aktive olması durumunda Türkiye’nin çok ilginç bir tarihi sürece girmesi mümkün. Ama bu partilerin bir arada manalı bir cephe oluşturmaları ve yeni bir Türkiye tahayyülünde buluşmaları bugün imkansıza yakın.

Her şeye rağmen Türkiye’de yüzde 40'lık bir sol hat ihtimali üzerine düşünmemiz gerekiyor.

2024 seçimleri ve Ekrem İmamoğlu

2024 seçimlerine Ekrem İmamoğlu damgasını vuruyor.

2023 seçimlerinde İmamoğlu’nun adaylığını isteyen büyük bir toplumsal kesim vardı. Ama bu adaylık ancak muhalefetin ve özellikle CHP’nin ortak girişimi ile olacaktı. Olmadı. O konulara tekrar girmeyelim.

İmamoğlu daha sonra CHP’de yönetim değişikliğinin liderliğini yaptı. Arkasından kolay olan CHP liderliğini değil, daha zor ve riskli olan tekrar İstanbul belediye başkanlığı adaylığını tercih etti.

Bu arada Millet İttifakı çöktü. Kürt hareketi kendi iç tartışmasına kilitlendi...

Eğer Ekrem İmamoğlu İstanbul belediye başkanlığını kazanırsa, Türkiye’de yeni bir dönem başlayabilir. Demokratik muhalefet hattı, partiler ötesi bir şekilde tekrar kurgulanabilir. İstanbul bu hattın merkezi olabilir.

Türkiye’nin önünde henüz kendisinin bile farkında olmadığı bir kapı aralanmış durumda. Bu kapıdan girilirse, belki de tarihin gidişatı değişecek, yeni bir süreç başlayacak.

Rusya ve İran için hayal bile edemeyeceğimiz bir süreç!

Dünyaya bakış

Bu aralar yazıları dünyaya bakışla bitiriyorum. Türkiye’nin bağlamı dünyadaki bağlamdan ayrı değil.

Yazıya Rusya ve İran’la başladık. ABD ile bitirelim.

Bunu birkaç kez daha ifade ettim. Trump’ın ABD başkanlık seçimlerini kazanacağını sanmıyorum. Aslında normal şartlarda Cumhuriyetçilerin çok rahat kazanacağı bir seçim, aday Trump olduğu için Demokrat Parti’nin zaferi ile sonuçlanabilir.

Bu ise yine çok önemli bir tarihi dönemeç olacak. Demokrat Parti ve genel ABD solu Trump’a karşı kilitlenirken kendi iç tartışmalarını erteliyor. Yalnız seçim sonrası önümüzdeki dönemde ABD merkez solunda büyük bir iç tartışma bizi bekliyor. Bu tartışmanın önemli bir ayağı üniversitelerde olacak. İsrail-Filistin savaşında yaşananlar da bu tartışmaların önemli bir boyutunu oluşturacak.

İleride çok yazıp çizeceğiz ama şu kadarını söyleyeyim; popülist-otoriter fırtına bir şekilde kendi doyum noktasına erişiyor olabilir. Belki de yakında başka bir mevsim başlayacak...