24 Kasım 2024, Pazar Gazete Oksijen
31.03.2023 04:30

Türkiye’yi ortaya çıkarmak

Türkiye anlatısını var olandan farklı şekilde düşünebilir miyiz, saklı olanı zahire ihraç edebilir miyiz? Bu soru benim için tarihçilikten öte, yeni bir demokrasi anlatısı ve tasavvurunun soru setinde yer alıyor. Türkiye’nin çoğulluğunu, yerelliğini, gayriresmiliğini ve küreselliğini ortaya çıkarmak, kendi bilgimiz ve tecrübelerimiz üzerinden yeni bir tasavvur oluşturmamıza yarayabilir


Uzun zamandır ülke tarihinin olası alternatif anlatılarını düşünüyor, bu anlatılar bir arada nasıl çalışılır, buna kafa yoruyorum. Çoğul bir Türkiye anlatısı kurmanın imkânları ve sınırlarını düşünüyorum.

Bu çaba ülkenin saklı hikayelerini kamusal alana çıkararak, ülke tarihini yeniden kurgulamak ve tabi geleceğini yeniden tahayyül etmekle mümkün. Ben buna Türkiye’nin saklı hikayesini zahire ihraç etmek diyorum. Bu ifade çok hoşuma gidiyor: zahire ihraç (ortaya çıkarmak).

(Umarım bu ifade Türkiye’nin biletini kestik ya da Türkiye’ye posta koyduk gibi anlaşılmaz!)
Zahire ihraç: İçeride kalmış, gömülü, sessiz, bir bağlama oturtulmamış, birbiriyle ilişkisi kurulmamış ve kopuk anlatıları, varoluş ve bilme şekillerini, maddi kültürü ortaya çıkarmak. Türkiye’yi böylece çoğul bir şekilde yeniden düşünmek. Bu çabanın bir boyutu Türkiye’deki yerel bilgiyi zahire ihraç edip, Türkiye’deki diğer yerelliklerle buluşturmak. Diğer bir değişle, Türkiye’yi yerelden yeniden kurmak.
Cüzziyattan külliyata bir yolculuk. Türkiyeleri birbiri ile tanıştırmak.

Yatay anlatılarımız

Ama bunu yaparken yerelliklerin (ya da taşraların) hikayesini izole, kopuk, birbirine paralel tecrübeler olarak düşünmemek gerekiyor. (Aslında Türkiye birçok yönüyle entegre olmuş bir ülke). Devletin gerek imparatorluk yıllarında gerek cumhuriyet döneminde, ülke coğrafyasını merkezin idari ve sembolik otoritesi altında bütünleştirme, birbirine bağlama çabalarını incelemek bize çok ilginç bir modernleşme tarihi anlatısı sunar.

Saklı olan bizim ise biz de onun olalım. Böylece saklanmaya gerek kalmaz.


Ama entegrasyon sadece devletin patronajlığı altında devam eden, yukarıdan aşağı bir pratik değildir. Ticaret ve finans ağları ile ekonomik entegrasyon devlet merkezli entegrasyonla ilişkili ama ondan özerk, yatay bir resmi gösterir.

Türkiye’yi yatay olarak bütünleştiren tecrübeleri çoğaltabiliriz. Mesela ülke sathına dağılmış hemşehri ağlarını düşünsenize. Kuzenim Sosyolog Meliha Coşkun Yıldar, Bilkent Üniversitesi’ne sunduğu master tezinde İstanbul ve Ankara’da onlarca hemşehri derneklerini çalışmıştı. Siyasetin ve ekonominin nasıl hemşehrilik üzerinden kurulmuş “güven” mekanizmaları ile oluştuğunu, güven ve hemşehrilik arasındaki rabıtayı ondan öğrenmiştim. Ya da aşiret ilişkilerini, dini bağlantılı cemaatleri ve tarikatları bir düşünün lütfen. Bunların da ötesinde ülkenin mekânsal imgelemini şekillendiren ortak sembolleri, formları, biçimleri...

Göç ve köprü

Türkiye’yi anlama ve zahire ihraç uğraşısının çok önemli bir boyutu mobilizasyon ve göç. Türkiye göç ve demografik hareketliliğin yoğun yaşandığı bir ülke. Hatta Türkiye’ye bir göç ülkesi diyebiliriz, öyle değil mi? Hem iç, hem dış göç; hem Türkiye’ye gelenler, hem Türkiye’den gidenler... muazzam bir demografik trafiğin ülkesiyiz (Bazen böyle değilmiş gibi davranıyor olsak da…)

Aklınıza Asya’dan Avrupa’ya bin yılı aşkın süren göç geldi değil mi? Anadolu’nun köprü olduğu benzetmeleri beni çok rahatsız etti hep. Köprüleri sevmediğimden ya da hodolojik (yol bilim) tasavvurlardan hoşlanmadığımdan değil. Bir ülkenin kimliksiz bir köprü olarak tasavvurundan rahatsız olduğum için. Ama köprüyü sadece geçilen bir yer ya da hedefe doğru kat edilen bir sırat değil de, ömürlerin başlayıp bittiği, ruhların tertip ve anlam bulduğu, buna mukabil yatay ve dikey dünyaların birleştiği bir yolculuk olarak tahayyül edeceksek, evet, ona varım.

Gayri resmi anlatı

Türkiye’yi ya da Türkiyeleri zahire ihraç etmek dedik, hadi devam edelim. Türkiye’nin enformel anlatısını zahire ihraç… Türkiye’nin resmi ve gayriresmi, kitabi ve sözel, hukukî ve gayrihukukî anlatılarını, gerçekliklerini, pratiklerini de beraber düşünmek gerekiyor. Mesela son zamanlarda ilgimi çeken çalışmaların başında Türkiye’nin enformal ekonomisi üzerine olanlar var. Türkiye kapitalizmi her zaman gayrinizami ve gayriresmi bir nitelik gösterdi. Ama daha gerilere gidelim: Osmanlı maliye kayıtları üzerine çalışan bir avuç tarihçi de hep bundan mustarip değil miyiz? Gerçek olan ile yazılı olan, herkesin bildiği ile olan arasındaki fark bizim aklımızı alır.

Aslında eğlencelidir. Türkiye’nin hikayesi, devletin, yazılı olanın, sahnelenenin, hitap edilen ile toplumsal gerçekliğin, sözlü olanın, sahne arkasının, fısıldananın arasındaki mesafede saklıdır. Türkiye tarihini resmî belgelerle yazmak tarihçilik bilmezlik midir, saflık mıdır yoksa yazılı olan ile iş birliği içinde olmak, hatta bir tür formel olana (yazı, kanon, durağanlık, arşiv, devlet, modernlik...) tarihçinin işbirlikçiliği midir?

Aşırılıklarımız, başkaldırmalarımız, düzensizliklerimiz

Üzerine düşünmemiz gereken diğer bir husus, isyanlar tarihidir. Unutmayalım, Osmanlı ve Türkiye tarihi aynı zamanda isyanlar tarihidir. Birçok şehir isyanların sahnesi olarak büyür. İstanbul tarihi ve mekânı, aslında Roma’dan Bizans’a, Bizans’tan Osmanlı’ya, isyanlar tarafından şekillenir. Bizans’ta Mavi, Yeşil, Kırmızı ve Beyaz fraksiyonların arasında bazen isyanlara dönüşen baş kaldırılar, Osmanlı döneminin her yüzyıl daha toplumsallaşan Yeniçeri isyanları ve tabii Cumhuriyet’in Gezi isyanına ulaşan Taksim olayları bize İstanbul tarihini isyanlar tarihi olarak resmeder. Ve tabi unutmayalım, Türkiye Cumhuriyeti bir isyanla kurulmuştur.

Türkiye kendi resmi hikayesini isyanlardan ayrıştırmaya çalışır. Düzen üzerinden bir arayışa girer; bu resmiyet düzensizliklerden rahatsız olur. O zaman Türkiye’nin anlatısını aynı zamanda bir isyanlar anlatısı olarak toplumsallaştırmak, toplumsal olanı bu “aşırılıklarda” aramak da gerekmez mi?

Türkiye’nin ötesindeki Türkiye

Sorumuzu tazeleyelim. Türkiye’nin anlatısını çoğulluk içinde, demografik trafiği ve yatay entegrasyon ağlarını dikkate alarak, formal olanın ötesinde gayriresmi alanı içerleyerek nasıl kurmalıyız? Bu soruyu sorduğum an başka bir boyutu düşünmeye başlıyorum. Türkiye Türkiye’den mi ibaret?

Türkiye, diğer ülkeler gibi, Türkiye’den ibaret değil. Türkiye sadece Türkiye ile anlaşılabilecek bir ülke değil. Türkiye’nin tarihi tecrübesi, anlatısı, varoluş şekli ancak, bölgesel ve küresel bir bağlam içinde anlaşılabilir. Bunun birçok düzeyi var. Mesela Türkiye Cumhuriyeti, coğrafi olarak ondan çok daha büyük, demografik olarak ondan çok daha katmanlı bir imparatorluk tecrübesinin sonunda, onun finalinde ortaya çıktı.
Aslında Türkiye’nin hikâyesini anlayacaksak işte imparatorluğun baş döndürücü çoğulluğunu bir şekilde düşünmeliyiz. Geniş coğrafyalı ve çok etnikli ve çok dinli imparatorluk nasıl sona erdi ve kendini homojenleştirme iddiasında bir ulus devlet nasıl kuruldu? Buna mukabil imparatorluğun hayal(et)i ulus devlet ve Cumhuriyet içinde yaşamaya nasıl devam etti? Bu soru son yıllarda Osmanlı ve Cumhuriyet (aynı zamanda Balkan ve Orta Doğu) tarihçilerinin en ilgi çekici sorularından biri. Zahire ihraç: Türkiye Cumhuriyeti içindeki imparatorluğu zahire ihraç?

Ama şüphesiz Türkiye’nin ötesi imparatorluk geçmişi ve hayal(et)inden ibaret değil. Türkiye, diğer ülkeler gibi, küresel ekonominin, demografik hareketlerin, jeopolitik gelişmemelerin, iklim değişimi gibi çevresel dönüşümlerin etkisi altında küresel dinamiklerin şekillendirdiği bir ülke. O zaman Türkiye’nin anlatısı, tecrübesi, varoluşu sadece yerel olanın, yatay olanın, enformel olanın değil, aynı zamanda küresel olanın bağlamı içinde çözümlenmeli; tarih ve gelecek tasavvuru bu şekilde oluşturulmalı.

Demokrasiye gelirsek

Tüm bu anlattıklarım size bir tarihçinin metodolojik hassasiyetleri gibi gelmedi umarım. Aslında başka bir yere varmak istiyorum. Yazının başında dedim ya, Türkiye’nin anlatısını var olandan farklı bir şekilde düşünebilir miyiz, saklı olanı zahire ihraç edebilir miyiz sorusunu soruyorum. Bu soru benim için tarihçilikten öte, yeni bir demokrasi anlatısı ve tasavvurunun soru seti içinde yer alıyor. Türkiye’nin çoğulluğunu, yerelliğini, yataylığını, gayriresmiliğini ve küreselliğini ortaya çıkartmak bizlerin bizler hakkında fikrini yeniden kurmasına, kendi bilgimiz ve tecrübelerimiz üzerinden yeni bir tasavvur oluşturmamıza yarayabilir.

Türkiye tarihi bir seçime gidiyor. Bir iktidar değişikliği mukadder, bunu önlemeye yönelik taktik hamleler nafile çabalar gibi gözüküyor. Artık değişim ve tazelenme bir tercih değil, bir zorunluluk. Tam bu kavşakta, Türkiye’yi, yani bizi dar bir koridora sıkıştıran eski ya da yeni anlatılardan, tarihi ve geleceğimizi bize giydirilen dar elbiseden, üzerimize örtülen ağır yorgandan kurtarmalıyız. Bunun yerine çoğulluğu, yerellikleri, yataylıkları, enformellikleri ve küresellikleri zahire ihraç etmeliyiz. Demokrasi, yani toplumun kendi kendinin farkına varması, tam da bu tasavvur özgürleşmesi ile mümkün olur diye düşünüyorum.
Tüm dostlara iyi hafta sonları diliyorum.

Ali Yaycıoğlu
Ali Yaycıoğlu