23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
23.04.2021 06:00

"Sadece oynamadım senfonileri de yönettim"

21 yaşında “En ümit vaat eden oyuncu” ödülünü kazandı. Bir yıl sonra, tiyatro oyununda oynamak üzere Bologna’ya gitti. Dört yıl boyunca İtalya’nın birçok şehrini gezdi. The Good Pope - John XXIII filmindeki küçük rolü, ama etkili performansıyla adını duyurdu. Geçtiğimiz hafta İtalya’da rating rekorları kıran La Compagnia Del Cigno dizisine katıldı. İlk bölüm sonrası adına fan kulüpleri kuruldu

Bu hafta Roma’dayız. Konuğumuz Mehmet Günsür. Günsür ile yeni dizisini, Türkiye-İtalya arasında geçen hayatını, 14, 11 ve 8 yaşlarındaki üç çocuğu ve eşi ile karantina günlerini konuştuk. İtalya’ya göç nedeniniz? İtalyan Lisesi mezunu her öğrenci gibi hayatımın bir döneminde İtalya’da yaşamak istiyordum. 1996’da Hamam filminde rol almam hayatımda birçok açıdan dönüm noktası oldu. Oyunculuğa küçük yaşta başlasam da, Hamam ilk sinema filmim. O aralar müzik grubum vardı, restoran işletiyordum. Bu filmden sonra meslek olarak oyunculuk yapmaya karar verdim. Bu da İtalya’da yaşamama yol açtı. Hamam’dan sonra çıtam yükseldi, seçici oldum. O yıllarda, Türkiye’de türkücü dizileri rating yapıyor, albüm adları dizilere veriliyordu. Meslek olarak oyunculuğu seçtim ama istediğim gibi bir iş de gelmiyordu. Hamam’dan neredeyse bir yıl sonra Yağmur ve Durul Taylan biraderlerle “Sır Dosyası” diye bir dizi çektik. X Files türü, çağının çok ötesinde bir işti. Beş bölüm sonra ekonomik bir kriz oldu ve dizi bitti. 

Mehmet Günsür, İtalya’daki dizide bir konservatuar hocasını canlandırıyor
Mehmet Günsür, İtalya’daki dizide bir konservatuar hocasını canlandırıyor

İtalya’ya tiyatro yapmaya gittim

Akabinde, beni Hamam’da izlemiş ve beğenmiş Bolognalı bir yönetmenden Martin Sherman’ın Bent isimli oyununda oynamam üzere teklif geldi. Böylece 98’de Bologna’ya geldim. Olağanüstü bir metin ve ben oyunun başından sonuna kadar sahnedeydim. Dört yıl boyunca bu oyunla turne yaptık; Torino, Perugia, Milano...  İki yıl sonra Bologna’dan Roma’ya taşındım. Bir casting ajansına yazıldım. Şansım iyi gitti. “The Good Pope - John XXIII” isimli İtalyan-Amerikan ortak yapımı bir filmde rol aldım. Üç ay Fas’ta çekim yaptık.  Türkiye varken, Roma’da şansınızı deneyerek zoru tercih etmişsiniz sanki. Roma İtalya’da sinemanın başkenti. İtalya’ya yerleştiğimde sadece tiyatroyla kalmayacağımı biliyordum. Yapı itibariyle her yerde yaşayabilecek bir tipim. Oyuncuyum, İngilizce ve İtalyanca biliyorum, zaten dört yıldır İtalya’da yaşıyordum. Şansımı elbette deneyecektim. Bir yandan da oyunculuk eğitimleri almaya başladım. Seminerlere katıldım. Türkiye’de oyunculuk okumamıştım, alaylıyım. Roma’da kendimi geliştirme fırsatı da buldum. Param bittiğinde, arkadaşlarımın barında çalıştım. Ya da semineri bedavaya getirebilmek için bir yıl boyunca her sabah tiyatro salonunu temizledim. Dediğim gibi koşullara kolay ayak uydurabilen birisiyim.  2000 itibariyle Türkiye’den ufak ufak teklifler gelmeye başladı. “O Şimdi Asker” filmiyle sinemada daha geniş bir kitle tarafından tanınmaya başladım. Hamam’dan sonra, bu filmle de ödül aldım. Sonra bir sene Adana’da “Beyaz Gelincik” dizisinde çalıştım. Sonra Roma’ya döndüm ve evlendim. Nasıl tanıştınız eşinizle? Roma’da Sicilyalı iki ev arkadaşım vardı. Biri yönetmen yardımcısıydı. Onunla kısa metraj bir film yazdık. Bakanlıktan bir para ödülü kazandık ve filmi çekebildik. Uluslararası festivallere gönderdik. İspanya’daki festivalde İtalyan bir yönetmen kızla tanıştım. Kız beni görür görmez, yönetmen bir arkadaşı olduğunu, senaryosu için bir senedir başrol aradığını, benim role çok uygun olduğumu söyledi. İki hafta sonra beni Katerina ile tanıştırdı. Hayatta da başrol olmuşsunuz, ne güzel. Evet. Filmi çekmedik. Zaten o bir aşk filmiydi ve rol yapmaya gerek kalmadı.  Hamam’da çok gençtiniz. İlk filminizde seyircinin karşısında “eşcinsel” rolünde çıkmakla ilgili çekinceniz olmuş muydu? Hiç olmadı. Rock’n roll bir ruhum var. Sanatın gücüne, sihrine çok inanıyorum. İnsanları düşündürecek, önyargılarıyla yüzleştirecek projeler daha da çok ilgimi çekiyor.  Türkiye’nin ilk internet dizisi Kanaga’yı çektiniz. Vermek istediğiniz mesaj neydi? Gezegenimize yeterince iyi davranmıyoruz. Kadim bilgileri unuttuk. Eski insanlar bu gezegenle daha derin bir bağlantı içindeydi. Dünyayı değiştirmek için süper güçlere gerek yok. Herkes kendince bir şey yapabilir. Amacımız Kanaga ile dünyayı kurtaran insanları tanıtmak ve bunlar arasında bir ağ yaratmaktı. Bir eko mimar, organik tarım yapan çiftçi vs... Gezegenin kaynaklarını iyi kullanan, dönüştüren, üreten insanlar. Yerel gazeteciler bulup, herkese kendi bölgesindeki insanları anlattıran belgeseller çekecektik. Bu ağı oluşturamadık ama uluslararası bir sürü festivalde bir sürü ödül aldık. Kısmen amacına ulaştı. Ailecek çekmişsiniz galiba? Eşim Katerina Mongio ve Tolga Yüceil çekti. Ben, annem, bazı bölümlerde kızım ve oğlum, hep birlikte oynadık. Almanca öğretmeni annem Kanaga’daki rolüyle Maverick Movie Awards’da en iyi yardımcı kadın oyuncu ödülünü aldı. Tolga’nın kardeşi Kaan Yüceil ve ben prodüktör. Hikayesini ben, eşim, Tolga ve Kaan birlikte yazdık. Para pul düşünmeden, web dizisinin ne olduğu bilinmeyen bir dönemde, 2010’da bu işi yaptık. Konunun önemi günümüzde daha da anlaşıldı.  Kanaga ile Atiye arasında benzerlikler dikkatimi çekti? Siz hikayeye katkıda bulundunuz mu? Atiye bir kitaptan alıntı. İlk sezon biraz benziyor, haklısınız. Devamı farklı ilerliyor. Projeyi okuduğumda onlara Kanaga’yı seyrettirdim ve korumaya aldım. Senaryosuyla logosuyla patentli bir proje Kanaga.  Gelelim yeni dizinize...  Konservatuarda sert bir hocanın öğrencileri olan altı genç müzisyenin ayrı ayrı ve birlikte hikayeleri. Her gece 5 milyon civarı izlenme, yüzde 25 share alan bir dizi. İtalya için çok yüksek rakamlar bunlar. Ben diziye, ikinci sezonda yıllar önce o konservatuardan mezun olmuş, bir hoca olarak girdim. Biraz sert hocanın rakibi gibi. Müzisyenlerin hepsi, oyuncu koçlarıyla çalışan gerçek müzisyenler. Puccini’nin mezun olduğu, Giuseppe Verdi Konservatuarı’nda çekim yaptık. Bolca müzik var dizide. Ben de bol bol online şeflik dersi aldım. Gerçekten mi yönettiniz? Evet. Zaten müziği çok seviyorum. Dizi için üç senfoni yönettim. Rigoletto, La Traviata,  La Boheme’den bir parça. Prova sahnelerini yöneterek çektik. Konser sahnelerini, daha iyi ses kaydı için stüdyoda playback yaptık. Canlandırdığınız karakterin Türk olması ilginç.  Karakter Türk olarak yazılmamıştı. Rolü ben alınca, karakteri de Türk yapmaya karar verdiler. İsmini ben koydum: Teoman Kaya. Babanızın ismi. (Günsür babasını 3 yıl önce kaybetti) Evet.  Bu İtalya’da rol aldığınız en büyük iş mi? En popüler TV işlerinden biri diyebiliriz. Elit-pop bir dizi. Dizinin önemli bir özelliği de ilk sezondan sonra gençler arasında konservatuara başvuru oranını 5 kat artırmış olması.

Roma’da ünlü olmak farklı

Roma’da sıradan bir insan olarak yaşamaktan mutlu olduğunuzu söylemiştiniz. Diziden sonra durum değişir mi? Tabii ki çevrem, çocuklarımın okulundan veliler, komşularım, arkadaşlarım çok ilgi gösterdi, mesajlar attılar. Sosyal medyadan mesajlar yağdı. Adıma fan kulüpleri kurulmuş. Henüz ilk bölüm yayınlandı. Bilmiyorum tabii. Burada meşhur olma durumu, Türkiye’den çok farklı. Roma’da insanlar sokakta Sophia Loren’i de, Roberto Benigni’yi görmeye alışıklar. Öyle düşününce ben kimim ki.  Covid döneminde çekimler nasıl gitti? Çekimlere Şubat 2020’de başladık. İki hafta sonra karantinaya girdik ve tekrar Temmuz’da başlayabildik. O tarihe kadar bu işi bitirip, Türkiye’de Atiye’nin üçüncü sezonunu çekecektim. İkisi de aynı anda başlamış oldu. Altı ay, iki ülke, iki set, iki dizi, iki dil arasında mekik dokudum. Atiye’nin üçüncü sezonu da yakında başlayabilir. Mesleğim gereği ara ara kendiliğinden karantinalarım olur. İki proje arası zaten evde olurum, çocuklarla vakit geçiririm. O açıdan eve kapanmakta zorlanmadım. Ama üç çocukla uzaktan eğitim zor oldu. Sonra alıştık. Yapmadığımız puzzle, pişirmediğimiz kek, boyamadığımız tuval kalmadı.