28 Mart 2024, Perşembe
01.10.2021 04:30

Uzun ve sert bir kışa girerken

Ülkenin geleceği için yeni bir hikâyeye ve toplumu da bu hikâyeye inandırmaya ihtiyaç var. Sonra da bu hikâyeyi şu adayın, bu kadronun hayata geçirebileceğine dair güveni inşa etmek gerek. Yoksa “Adı en çok bilineni aday yapalım, harika da bir seçim sloganı bulalım” kolaycılığı çok kez yaşadığımız iktidarın siyasi manevralardaki mahareti karşısında büyük hayal kırıklığı yaratabilir

Bu yaz pandemi ve ekonomik buhran kadar iklim değişikliğinin ürettiği felaketleri yaşadık. Bunları yönetme biçimimize bakınca, kışın getirebileceği iklim felaketlerini korkuyla bekler olduk. Üstelik dünyanın doğal krizi ve fiyat artışları nedeniyle sert geçecek bir kışın sade bireylere, hanelere getireceği ekonomik yük de ayrı bir sorun olacağa benziyor.  Bekleyip göreceğiz. Ama siyasi açıdan uzun ve sert bir kış olacağını söyleyebiliriz. Bu karamsarlığımın birkaç nedeni var. Ülkenin işsizlik ve enflasyon dahil birçok temel sorunu var ve bunlar yönetilemiyor. Küresel bölüşüm kavgasının hem sahnesi hem öznesiyiz, ama iktidar meselelere ya inatlaşma ya kendi iktidarı üzerindeki risk ve fırsatlar açısından bakıyor. Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, ABD, Rusya derken problemleri çözmeye değil bilek bükme yarışına ve silaha yatırıma odaklanmış durumdayız.  Ekonomi, siyaset, dış politika gibi bir dizi çok aktörlü, çok boyutlu yönetilemeyen sorunlar nedeniyle toplumsal desteğinin azalıyor olduğunu artık iktidar da görüyor. Muhafazakâr dünyanın aydınları ve aklıselim siyasetçileri daha yüksek sesle sorunlara, toplumsal destekteki eksilmeye dikkat çekmeye çabalıyorlar.  İktidar ise mekanizmalara hakimiyeti ile toplumsal destekteki azalma arasında her gün biraz daha büyüyen yarığı şoven, dinci, ayrımcı dille doldurmaya çalışıyor. Sorunlar ya “yokmuş” gibi davranılıyor ya da “dış ve iç düşmanların manipülasyonları” gibi bir söylemle açıklanmaya çalışılıyor.  Daha önemlisi toplum gündelik hayatın içinde her alanda hissedilen yönetimsizlik, kuralsızlık ikliminde giderek kendisini daha sahipsiz, umutsuz, çaresiz hissediyor.  İktidarın bugünkü politika ve söylemlerinde radikal değişim artık neredeyse olanaksız. Her hak talebinin şiddetle bastırıldığı, değişimin kaos üreteceği algısının güçlenmesine yaslanan iktidar politikalarının yaygınlaşacağını öngörebiliriz. İktidar sorunlarla değil muhalif aktörlerle, fikirlerle, eylemlerle kavgayı, gerektiğinde şiddetle susturmayı ana politika yapmaya devam edecek. Seçime kadar geçecek sürede seçmenin algısını ve kanaatlerini bu dilden manipüle edebileceği varsayımına yaslanıldığı anlaşılıyor.

Ayrımcılık sertleşecek

Seçimlere bir ile bir buçuk yıl aralığında bir süre kaldığı için de bu kış ayrımcılık, partizanlık, düşmanlaştırma daha da sertleşecek muhtemelen. Artık seçmenin büyük kısmının baktığı yer muhalif aktörlerin nasıl bir siyaset üreteceği. Seçmen gidişattan rahatsız ama başka bir çözümün olabileceğine de henüz inanmış değil. Şimdiye dek muhalefet aktörlerinin yapmaya çalıştıkları ve söyledikleri seçmende bir dürtme etkisi yaratıyor elbette. Seçmen yeni bir ses, yeni bir söz ya da yeni bir yüze açık hale geldi. Dürtme etkisiyle de yüzünü, gözünü, kulağına çevirdi. Ama hala yeni bir ilişki ve güven oluşmuş değil. Siyasi tercih değiştirmek, yeni bir partiye güven duymak öyle bir sloganla, bir vaatle oluşmuyor. Kimse her sabah uyanıp, “Bugün seçim olsaydı hangi partiye oy verirdim?” diye yeniden yeniden düşünmüyor.

Kimliklere sıkışma

Siyasi tercihler kimliklerden, inançlardan, hayat tarzından, yaşadıklarımızdan, deneyimlediklerimizden, ekonomik koşullardan, umutlardan, korkulardan, beklentilerden oluşan, tek bir kelimeyle açıklanabilecek bir şey de değil. Toplumsal bellekte birikenler kadar gündelik dertler gibi birçok katman ve dinamik belirleyici olabiliyor. Yine de her seçimin o günün koşullarında seçmen tercihlerini belirlemede baskın olan bir dinamik, bir duygu, bir karakteri oluşuyor elbette. 2011 genel seçimlerinden 2019 yerel seçimlerine kadar tüm seçim ve halkoylamalarında belirleyici karakter, kimliklere sıkışma ve kutuplaşma idi.  2017 döviz sıçramasından başlayarak artan ekonomik sorunlar ve siyasi gerilimler nedeniyle aşk ve sadakat duygusu azalırken karşı tarafa olan olumsuz kanaatler ve nefret duygusu belirleyici oldu. Yani yerel seçimlerde seçmen bulunduğu pozisyon ve sıkıştığı kimliğine sadakati çözülürken hala karşı kutba ve kimliğe olan olumsuz duygusal kutuplaşmayla hareket etti. Bugün artan ekonomik sorun, kimlik meselesi kadar sınıfsal meselelerin de seçmenin zihninde ağırlık kazanmasına neden oluyor. Bu da kimlikler üzerinden kutuplaşmayı azaltan bir etki üretiyor. Bugün partilerinden, özellikle de iktidar blokundan çözülen seçmenler partilerinin kimliklerini daha az temsil ettiğini düşünerek ayrılmış değiller. Aksine gerçek dertlere çözüm üretemediği ve kimliğe hapsolmayı sürdürdüğü için çözülüyorlar. O nedenle de kimlik ve kutuplaşma içinden devam edildiği sürece de partilerine geri dönüşleri düşük olasılık. Son on yılda muhafazakârlar da sekülerler de Kürtler de sosyolojik olarak değiştiler. Yaşanan gecikmiş modernleşme her üç kümede bir yandan değişim bir yandan da birbirleriyle hemhal olma, empati duygularını besliyor. Bu değişimleri, dinamikleri yok sayan bir siyasetin ister iktidar ister muhalefet blokunda olsun kayda değer başarı yakalama şansı yok.

Mühendislik işe yaramaz

Tam da bu nedenle kağıt kalemle yapılan siyaset mühendislikleri çalışmayacak. Örneğin bir partinin o bloktan öbür bloku geçmesi seçmenlerinin de toptan blok değiştirmesi gibi bir sonuç üretmeyecek. İyi Parti veya Saadet Partisi veya bir başkası iktidar blokuna geçse ya da MHP yarın muhalefete geçse seçmenleri yer değiştirmeyecek. O seçmenlerin bir tercihleri var ve o tercihleri belirleyen dinamik hayatın ve ülkenin gidişatına dair kanaatler ve bu gidişat içinde iktidarın rolü.  İktidarın tercihleri belirgin olduğuna göre muhalefetteki aktörlerin toplumdaki bu değişimi ne kadar ve nasıl gördükleri, bu değişime üretecekleri cevap da önümüzdeki seçimi belirleyecek. Yani mesele kimin aday olup olmayacağı, ittifakın içinde hangi partilerin olacağı değil bu gidişata dair üretilecek cevabın ne olacağı meselesi. 

Muhalefetin handikapı

Son bir ayda Kılıçdaroğlu’nun “cumhuriyeti demokratikleştirelim” söylemi, “Kürt meselesinde meşru muhatap HDP’dir” açıklaması, İyi Parti’nin HDP açıklaması, Akşener’in “Cumhurbaşkanlığına değil Başbakanlığa adayım” demesi ve HDP’nin demokrasiye işaret eden manifestosu gibi gelişmeler muhalefet aktörlerinin de farklı bir zihni dönüşüm ve çaba içinde olduklarına işaret ediyor. Ama bunlar yetmeyecektir. Muhalefet aktörlerinin de her birinin kendince handikapları var.  En büyük avantaj aynı zamanda da en büyük dezavantajları şurada: Partilerin her birinde parti içi demokrasinin ne kadar olduğu tartışmalı. Her birisi sonuçta lider partisi ya da şu anda her bir lider kendi partisine hâkim. Partilerin kurumsal akıllarında, yönetim mekanizmalarında bir bütünsellikten, gidişata, ülkenin geleceğine, neler yapılması gerektiğine dair bir fikir birliğinden söz etmek mümkün değil. O nedenle handikapları her an, herhangi birinin bir sözcüsü ya da mensubunun edeceği bir açıklama, bir söz ittifakın yolculuğu için risk üretebilir. Ama paradoksal biçimde şimdiye dek haklı olarak eleştirdiğimiz oligarşik liderlik yapıları da bu riski yönetmeyi kolaylaştırıyor. Liderler arası güven ki Akşener’in açıklaması bunun göstergesi, bu türden yol kazalarına karşı bir emniyet alanı açıyor.

İktidara muhalefet

Muhalefet aktörleri için bir başka risk, iktidarın kendi politikaları, tercihleri ve hataları nedeniyle çözülen toplumsal desteğine yaslanmak olur. Muhalefetin seçimleri kazanabilmesinin tek yolu iktidarın hataları olacağını varsaymak doğru değil. Seçmen yeni bir umut ve gelecek arıyor. Tek başına iktidara muhalefet bu arayışa cevap üretmeye yetmeyecektir.  Nasıl olsa gidiyorlar kolaycılığı, ülkenin değişen ihtiyaç ve taleplerine sağır kalıp eski pozisyonları, söylemleri ve ezberleri seçim kazanmaya yetmez. Ülkenin geleceği üzerinden değil güncel ilgi üzerinden kurulan iletişim politikalarını tek yöntem olarak benimsemek ise hiç yetmez. Ülkenin geleceği için yeni bir ütopyaya, hikâyeye ihtiyaç var. Toplumu bu hikâyeye inandırmaya ihtiyaç var. Sonra da bu hikâyeyi şu adayın, bu kadronun hayata geçirebileceğine dair güveni inşa etmeye ihtiyaç var.  Yoksa en çok adı bilineni aday yapalım, harika da bir slogan bulalım kolaycılığı çok kez yaşadığımız iktidarın siyasi manevralardaki mahareti karşısında büyük hayal kırıklığı yaratabilir. Yeni hikâye için partilerin bilimden bilgiden beslenmelerine, toplumun değişen dinamiklerini anlamalarına, ihtiyaç ve taleplerini duymaya, öğrenmeye ihtiyaçları var. Halbuki partilerin beslenme kanalları kapalı. En somut ve güncel iklim değişikliği meselesine, yeşil mutabakat denen şeyin ülke ekonomisine ne getirip götüreceğine ne denli hakimler ondan emin değilim. 

Teslim olunmamalı

Bir başka handikapları da bilgi ile ilişkilerinden vücut buluyor. Bilgi ilişkileri zayıf olduğu kadar bu bilgilerden vücut bulan sivil toplumla, örgütlerle, aktivistlerle ilişkileri de zayıf. Partiler sivil topluma, sivil toplum partilere güvensiz. Muhalefet partileri bu ilişkiyi düzeltmek, yalnızca yeni bilgilerden değil yeni insanlardan da beslenmek zorunda. Yalnızca seçim kazanmak için değil ülkeye yeni bir gelecek inşa etmek için de bu gerekli. Sivil toplumdan adı bilinen üç kişiyi aday yapalım kolaycılığı alışkanlığı ile yeni hikâye de yeni kadrolar da oluşamayacak.  Tüm bunları yaparken iktidarın muhalefet blokunu dağıtmak, en güçlü ittifakın oluşmasını engellemek politikalarına teslim olmamak gibi de bir meseleleri var.  Bu risk ve fırsatlardan bakınca, tartışmaların yalnızca adayın kim olacağı meselesine sıkışıp kalmasını, anketlerle aday propagandasına bu kadar yaslanmayı yadırgıyorum doğrusu. Anketler o ismin ne kadar bilindiğini gösterir, bilinmek de oy almak anlamına gelmez. Hele anketlerle ülke de yönetilemez doğru muhalefet de inşa edilemez. Anketler yapmaya çalıştığınız şeyin, yazmanız gereken hikâyenin önündeki risk ve fırsatları gösterir. Mesele sizin bu risk ve fırsatları okuma, anlamlandırma ve yönetme maharetinizdedir.