23 Aralık 2024, Pazartesi Gazete Oksijen
30.04.2021 06:00

Bodrum kültürü

90 yaşındaki Etem Demiröz’le eski Ramazanları konuşalım dedik karşımıza Bodrum’un baş karakterlerinden biri çıktı. Onu okuyunca sadece Bodrum değil Türkiye’yle ilgili bakış açınıza da bir soluk gelebilir
Dışarıda, bahçede konuşalım mı? Hayır, sırtıma poyraz esiyor, burada oturun. Peki… (Oğlunun Kızılağaç’ta işlettiği Papara Köy Sofrası’nın kapalı bölümünde karşılıklı ayrı masalara oturuyoruz) Ne zaman doğmuşsunuz? İsa Peygamber’den 1931 yıl sonra, soğuk bir 10 Şubat günü. Çok güzel… Mesleğiniz nedir? Orası uzun sürer. Size Bodrum’da hep “Etem Usta” diyorlar, ama tarım mı yaptınız, balıkçılık mı, hayvancılık mı, tamircilik, zanaatkarlık, hangisi? Saydıklarınızın hepsi, buradan daha epey devam edin. (Anlaşıldı, çattık biz! 90 yaşında bir Bodrumluyla söyleşi yapmaya kalkarsan olacağı budur. Karşımda bol zeytinyağ, bol balık, bol yeşil, bol oksijen destekli zehir gibi bir zeka; yaşının ve köylü duruluğunun verdiği lafını sakınmayan, kendine güvenli bir üslup; kelimenin kinayeli değil, ama teknik anlamıyla tam bir kasaba siyasetçisi var. DP’nin gençlik kollarından başlamış 89’da DYP Bodrum Belediye başkan adaylığına kadar davasını bırakmamış. Sözü de bırakmıyor, o devam ediyor:) Şimdi evvela banda falan almadan bir konuyu özetleyin bana, ne yapacağız, neyi anlatmamı istiyorsunuz…
En son ayrılmadan önce Etem Usta’ya sordum, diyeceğiniz bir şey var mı diye. Dedi ki, “Güzel yaz konuştuklarımızı, iyi yaz. Bir de hani pazarda çocuğunu kaybetmiş anne vardır ya, çaresiz telaş içinde. Bodrum şu anda o halde. Bir şeyler yapılsın da Bodrum’u kaybetmeyelim” (Fotoğraf: Alpay Kars)
En son ayrılmadan önce Etem Usta’ya sordum, diyeceğiniz bir şey var mı diye. Dedi ki, “Güzel yaz konuştuklarımızı, iyi yaz. Bir de hani pazarda çocuğunu kaybetmiş anne vardır ya, çaresiz telaş içinde. Bodrum şu anda o halde. Bir şeyler yapılsın da Bodrum’u kaybetmeyelim” (Fotoğraf: Alpay Kars)
Baştan söylediğim gibi, Bodrum’da eski Ramazanlar… Sizin siyaset konuşmayı sevdiğinizi biliyorum, ama siyasete girmeyelim, sadece eski Bodrum ve Ramazan günlerini anlatmanızı istiyorum. Siyaset konuşmayı bitirdik zaten. (Bir 5-6 saniye es verip başlıyor) Bodrum’da hemen hemen toplumun yüzde 95’i tarafından Ramazan’a muntazaman hazırlanılır, oruç tutulurdu. Hatta 7 yaşından sonraki çocuklar da teşvik edilirdi. Zorlama yok da alıştırma gibi… Ona da “tekne orucu” derler, öğlene kadar sürer, çocuklar iftarını öğlen yapardı. Akşam olunca da yer sofrasına bağdaş kurulur, Ramazan topunun atılması beklenirdi. Baba ilk kaşığı sallar, sonra artık hep beraber yumulurduk yemeklere… İftarda top mu atılıyordu; bir yerde bomba atılıyordu diye okumuştum… Top da değil bomba da değil, dinamit. Eski Camii’nin (Kızılhisarlı) köşesinden yukarı doğru gidince kalenin duvarları çıkar ya; onun üzerinde bir sıra halinde yeşil taşlar vardı. Cevat Şakir uzun yıllar her iftar akşamı oraya gider, dinamitini hazırlar, saatine bakar, taşın üzerine ateşlenmiş dinamiti bırakır, kendisi aşağıya doğru kaçar, patladı mı her yerden duyulurdu. (Bu arada “Dinamiti bilir misiniz?” diye sordu ve bir anlatmaya başladı ki Alfred Nobel bu kadar teferruatlı anlatamaz kendi icadını.) İftar sofrasında neler olurdu? O zamanların sofrası mütevazıydı. Çorba olarak pirinç çorbası lüks çorbaydı, bulunmazdı. Bulgur çorbası, tarhana içilirdi. Biz pava diyoruz sizler fava diyorsunuz, o olurdu; önceden hazırlanmış kesme hamur işleri; en iyisinden fasulye, mercimek, baklagiller… 10 günde bir et, en azından tavuk yenirdi. Balık her zaman boldu.  Ramazan’a özel bir tatlınız var mıydı? Meşhur “saraylı” tatlımız vardı. Ramazan içersinde 4-5 gün arayla su böreği olurdu. O olduğu zaman yanına mutlaka saraylı da yapılırdı. (Muğla Saraylısı 2018’de coğrafi işaret almış, en az 300 yıldır yapılan bir tatlı) Hurma nadiren bulunurdu. Güllacı bakkallar Ramazan’da getirirdi, ama bize biraz pahalı gelirdi. Asıl umumiyetle kadayıf tatlısı olurdu. Ama bugünküler gibi değil, her gün taze dökülürdü. (Bu kez de kadayıfın bakır sinilerde nasıl pişirildiğini tel tel oluncaya dek dinliyoruz) Herkes günlük alır eve götürür, annelerimiz tereyağla pişirirdi, Ramazan sofralarının ananevi tatlısı oydu. Sadece Ramazan’da yapılırdı. Ya peki davulcu Ali Dayı? Asıl kavalcı Ali Dayı idi adı. Ondan önce de Lolloz vardı. Sahur vakti sesi taa uzaktan duyulurdu. Yardımcısı olurdu yanında bir de. Ali Dayı davul çalar, yardımcısı fener taşırdı. Elektrik yoktu tabii o zamanlar. Ne zaman geldi elektrik? 40’larda elektrik hiç yok, kandil kullanılıyor. 50’den sonra trafo binasına 70’er beygirlik Mercedes motorlar kondu. 73-74’te baraj cereyanı geldi, ancak o zaman köylere kadar elektrik verildi, direkler dikildi. Peki, bu Ali Dayı’nın çok güzel manileri varmış değil mi, hiç aklınızda kaldı mı? Dur böyle olmayacak, bir arabaya gidip geleyim.  Gitmeyin, sonra da eklerdik… Hayır, şimdi zamanı. (Arabadan kendi yazdığı “1938-1952 Bir Zamanlar Bodrum Zor Yıllar” kitabını alıp getirdi, Ali Dayı’nın manilerinin olduğu sayfayı buldu, ben hangisini seviyorsanız onu seçip koyalım diyorken Etem Usta birden başladı:) Davulumun ipi gevşekkk, içinde var yorgan döşekkk, fenercimi sorarsanızzz, iki kulaklı koca eşekkkk…. Dan dada dan dan dada dan… Dörtlüklerin arasında da hep davulunu çalardı, ama çok ahenkli çalardı.  Hadi bir tane daha… Küçükkk beyimmm uyansanaaa, gül yastığa dayansanaaa, evinize neşe geldiii, bahşişimi yollasanaaa… (Öyle bir ahenkle söyledi ki kendi de gülmeye başladı kendine) Bir de davulum olsa yapcem ben bu işi… Ramazan’ın neşesiydi davulcular, olmazsa olmazıydı… Hemen hemen bütün Bodrum’u gezerlerdi. Fenercinin elinde bir de Türk bayrağı olurdu. Evlerden bazen yiyecek paketleri verilir, bazen kumaş, onlar da bayrak sırığına bağlanırdı. Bayrama doğru terziler de çok iş yaparmış, herhalde her bayram yeni elbise giyme adeti vardı? Zevk için değil. O yıllarda insanlar zaten yılda bir defa elbise ya yaptırır ya yaptıramazdı. Bunu da ister istemez bayrama denk getirirdi, bayramı iyi karşılamak, Ramazan’ı iyi uğurlamak düşüncesiyle… O yüzden Ramazan oldu mu terzilerin geceyarılarına kadar kandilleri yanardı. Özellikle çocuklar için. O bayramlığı çocuklar dört gözle beklerdi. Çünkü öbür bayrama kadar bir daha elbise görmeyecektir o çocuk, yırtılırsa yamalanacaktır.  Ayakkabı görmeyecektir bir daha, delinirse pençelenecektir. Ve şu bir gerçek, ben kendim biliyorum, babam ayakkabıcı olmasına rağmen 6-7 yaşına kadar ancak bayramdan bayrama bize ayakkabı yapardı, sair zaman hepimiz yalınayak koşardık, her gün parmaklarımızın ucu kıpkırmızı kan olurdu. O yüzden bayramda giymek üzere yeni bir ayakkabımız varsa yastığın yanında dururdu. Yorganın kenarında. Bakarsınız… Seversinizzz! Ayakkabıyı okşarsınız… Bunlar hayatın gerçekleri kızım… Devrim Hanımmm… Hayat çok zordu… Ama kimse de şikayetçi değildi o zorluktan, onu da söyleyeyim. Çünkü Bodrumlu herkes eşitti, aileler arasında bariz bir fark yoktu. Bir okul fotoğrafımız var, beşinci sınıftan mezun olurken çekilmiş, bütün çocukların ayakkabısının altı delik, böyle görüyorsunuz hepsinin altında kabara çivisi var. Bilmezsiniz değil mi kabara çivisini? Bilmiyorum… Ayakkabıların tabanı afedersiniz öküz derisinden yapılırdı. Ve tabii o yıllarda Bodrum’da her taraf taş toprak olduğu için ayakkabının altı çabuk aşınırdı. O aşınmayı geciktirmek amacıyla şöyle en çok 10 milim çapında, üstü bombeli, ortasından bir uç çıkarılmış çiviler vardı. Buna kabara derlerdi. Sıra sıra altına kabara çivisi çakılırdı ayakkabıların, belki 30 tane kabara…  Ayakkabının altı demir gibi yani… Yürürken atlı geliyor sanırsınız, çat çat çat çat… O da yetmez bir de çepeçevre nalça yapılırdı… İnsan nalı… O da yetmedi… Bir tane de burna üç çiviyle çakılan burunluk konurdu.  Zormuş… Peki bir de teravihleri sorsam, nasıldı, ilgi olur muydu? Oruç tutan bütün erkekler istisnasız teravihe giderdi. Aralarında gruplaşırlardı, muntazaman birlikte bir akşam birine ertesi akşam başka birine… Ramazan boyunca sürerdi bu. En gözde cami iskeledeki Eski Camii’ydi. Daha rahattır, daha bir mistik havası vardır oranın. Araba gürültüsü falan olmaz. Ramazan’ı bitirdik geldik arife gününe ve bayrama… Bir defa yakına, uzağa herhangi bir yardımda bulunulacaksa, bayram hediyesi alınacaksa, arife günü son gündü, o gün hazır edilirdi. Öğleye kadar herkes ne yapacaksa yapar, ikindiden sonra kadınlı erkekli mezarlık ziyaretine gidilirdi. Uzakta bile olsa mutlaka yapılırdı bu. Ertesi sabah bayram namazla başlardı. En yeni giysilerle bayram namazına durulurdu. Kızılağaç’tan bile Bodrum merkeze namaza gelinirdi, insanlar avluya taşar, iskele meydanı dolardı.  Namaz dağıldıktan sonra? Evlere gelinir, çocuklar el öper, harçlıkları verilir, çocuklar onları bir mendilde toplamaya başlardı. Hepsi akşam neşeyle mendillerini açarlar, aa benim 150 kuruşum olmuş, aa ben şu kadar şeker toplamışım diye müsabaka yaparlardı. Nasıl bir şekerdi o? Bodrum’da evlerinin bir odasında veya avluda şeker imalatı yapan dört şekercimiz vardı. Çok güzel naneli şeker yaparlardı. Evlerde umumiyetle o olurdu. Büyüklerin ziyaretleri ikinci günde tamamlanırdı, meydanımız vardı eskiden, çocuklar bayram boyu orada eğlenirdi. Yani yardımlaşmanın çok olduğu, bilhassa çocukların mutlu edildiği, neşe içinde kavgasız gürültüsüz geçerdi bizde Ramazanlar. 
Bodrum’un geçmişinde önemli bir dini figür olan, bilhassa kadınların danıştığı alime konumundaki Naciye Molla, Etem Demiröz’ün büyük teyzesi. Büyük dedesi de yine eski Bodrum’da derin dini bilgisiyle tanınan Hacı Emir. Zaten Kanuni’den sonra Alanya’dan getirilen sülalenin lakabı da “Hacı Emirler” (Fotoğraf: Alpay Kars)
Bodrum’un geçmişinde önemli bir dini figür olan, bilhassa kadınların danıştığı alime konumundaki Naciye Molla, Etem Demiröz’ün büyük teyzesi. Büyük dedesi de yine eski Bodrum’da derin dini bilgisiyle tanınan Hacı Emir. Zaten Kanuni’den sonra Alanya’dan getirilen sülalenin lakabı da “Hacı Emirler” (Fotoğraf: Alpay Kars)

“Nizamiye kapısındaki nöbetçi” realitesi

Bodrum’da Ramazan zamanı içkili lokanta açık olur muydu?  Açık lokanta olurdu, camlarını perde veya gazeteyle kapatırlardı, ama hiçbir yerde içki servisi yapılmazdı. 50’li 60’lı yıllara kadar böyleydi. Ama esas Bodrum nüfusunun patlamaya başladığı 60’lı 70’li yıllarda, Bodrum kültürünün üzerine gelen birçok kültürün burada kendine göre bir hayat tarzı oluştu. Tabii bağdaştı bağdaşmadı, orası ayrı konu. Ama turizm olayı Bodrum’un birçok eski adetlerini silmedi de, kamufle etti, örttü üstünü… Kötü mü oldu? Şimdi konumuz değişiyor… Kötü mü oldu dersen o ayrı bir olay… Kısaca? Kısaca, kötü olan tarafları da var, iyi olan tarafları da var. Bu kötü olan tarafları önlenemez miydi? Önlenemezdi demek durumundayım. Bir laf vardır, siz eğer nizamiye kapısında nöbetçi olmaya razı olmuşsanız gelen geçene selam vermek mecburiyetindesiniz. Bodrum “nizamiye kapısında nöbetçi”dir. Bu neden böyle oldu, şöyle olamaz mıydı, bunlar hep denir de hayat yürüyor, hayat hükmünü icra ediyor, beğensen de beğenmesen de bu yaşamın bir parçası oluyorsun. Buna yakınıp durmanın bir faydası yok. Kabul etmek bir realite.

Bodrum iklimi insanı “mülayim” yapar

Bundan 70-80 yıl önce Bodrum’da oruç tutmayanlara karşı nasıl davranılırdı? Tutmayan tutmadığını aşikar etmezdi evvela. Tutanların yanında tiryaki bile olsa sigara içmezdi, kahvedeyse kahve söylemezdi. Korkusundan mı saygısından mı? Hayır, niye korksun? Aksini yapsa da kimse ona “Niye oruç tutmuyorsun?” demez ki. Öyle zorlama yok. Tutması lazımken tutmuyorsa kendi bileceği iş, diye bakılırdı. Selamı sabahı kesmezdiniz yani oruç tutmayanla? Alakası yok. Onlar fanatiklik isteyenler bana göre, “Ben tutuyorum da sen niye tutmuyorsun?” Sana ne!  Yani Bodrum’da hem dininize bağlı hem de hoşgörülü bir anlayışınız olmuş hep. İkisi de aynı anda…  Evet. Etem Usta bunu neye bağlamamız lazım? Ben kendi aklımdakileri sayayım değerlendirmesini siz yapın: Denize açık bir coğrafya; hırçın olmayan ılıman bir hava; çok kültürlülük; karayla iletişimin zor olduğu bir yarımada olması nedeniyle belki tarikatlara kapalı kalması ve belki de Menteşe Beyliği’nden, Yörükler’den kalma bir Bektaşi maya… Ne dersiniz? İlk söylediklerinize katılıyorum. Üstelik şu söyledikleriniz sadece Bodrum’a şamil bir şey de değil. Dünyadaki iklimlerin insanlara ne kadar tesir ettiği tartışmasız genel bir gerçek. Lodos esince başka poyraz esince bile başka olur değil mi insan? İşte Bodrum iklimi de insanı mülayim yapar. İki: Yaşama şartları mülayim yapar Bodrum’da… Çünkü bu yarımadada mevcudu tüm komşularınızla birlikte paylaşmak zorundasınız. Tüm mecazi anlamlarıyla söylüyorum bunu: Paylaşmazsanız kavga edersiniz. Kavga ederseniz karakola düşersiniz. Onun sonu hapistir. Bunların hepsi öğrenilmiş, baştan kabul edilmiş, dolayısıyla mülayim yaşamaya mecbur olunduğu anlaşılmış tecrübelerdir. Tüm bunların toplamı yıllar içinde bir “Bodrumlu kültürü” yaratmış. Ne demek Bodrumlu kültürü: Hoşgörülü olacaksınız, kusuru görmeyeceksiniz, insanlar karşısında münasip şekilde davranmasını bileceksiniz, durumun icap ettirdiğini yapacaksınız. Yoksa mülayimlik demek herkesi alttan almak, herkesin paspası olmak demek değil. Burada hiç kimse ne izzeti nefsinden ne onurundan ne de gururundan fedakarlık yap-maz! Haaa! Dürüst, namusuyla ve edebiyle yaşamayı sever Bodrumlu… “Bektaşi maya” ihtimalini katmıyorsunuz bu tabiata? Bodrum’da çok azdır o, genel hakkında fikir vermez. Zaten Bodrum’da öyle kısım insanlar vardır ki ne Aleviliğini bilirsiniz ne Bektaşiliğini ne de Hıristiyanlığını bilirsiniz. Çünkü burada insanların neye inandığını, ne yaptığını merak etmez, çok da mesele yapmazsınız. Dostluklar aynen devam eder. Bizim bunları kategorize etmek, değerlendirmek haddimize mi? Bizim Peygamberimiz ne demiş, senin dinin sana benim dinim bana. Şu peygambere inanmışsın, şu tarikata girmişsin, şu kültüre meyletmişsin, bana ne ya… Buradaki anlayış bu. Bu hep böyle olagelmiş. Ve aslında bu Anadolu’da da böyleydi haa… Aslında… Peki Bodrum nasıl böyle kalmış? Bodrum olduğu için…  Buraya hiç tarikatlar girmeye çalıştı mı, propagandasını yapmaya gelenler oldu mu zamanında? Zamanında olmuştu, hala da oluyor gerçi, ama gelenler açık açık bir tarikat propagandası yapamazdı zaten. Adamı sustururlardı hemen. “Git malını nerede satacaksan sat” diyen çıkardı mutlaka aradan. İdeal laikliğin tanımı bu anlattıklarınızın toplamı mı acaba?  Aynen öyle! Aynen öyle! Yine aynı yere geleceğim, ama en fazla ilkokul mezunu insanların yaşadığı, yokluk içindeki bir kasabada bu anlayış tarzı nasıl oluşmuş? Birçok şeyi kendinize mesele yapmaz da ben sadece işime bakacağım, dostumu bileceğim, borcumu bileceğim, verdiğim sözümü tutacağım diye bunları başlıca gaye yaparsanız; aklınız başka kötülüklere, insanlara zarar vermeye, geçimsizliğe çalışmaz artık. O zaman ortaya bir insan tipi çıkar ki, mülayim, dürüst yaşamaya çalışmış, yardımsever olmuş, kendini dost geçinmeye göre programlamış. Dolayısıyla zaman içinde merak ettiği şeyleri daha sakin kafayla okumuş veya dinlemiş, kendini ona göre hazırlamış bir toplum yapısı oluşur.

Tamamen spontane, duygulu bir an…

Siz Cumhuriyet’in ilk geçiş yıllarını da yaşadığınız için soruyorum, eski Bodrum’da kadınların örtünme adetleri nasıldı? İnkılaplar yapılırken çarşaf yasaklandığında kimse Bodrum’da ısrar etmedi. Nenemin çarşafları falan hep vardı, sandıkta dururdu, başını üstlükle bağlardı, onun da üzerine futa dediğimiz 1.20 boya 80 santim eninde bir örtü örter, yüzünün yanlarına sıkıştırırdı. Bazen de sıkıştırmadan futayı başının üzerine atar, aşağıya kadar sarkıtırdı. Örtünme böyleydi. Peki bir de siz 19 yaşınıza kadar Türkçe ezanı duymuş olmalısınız; birincisi Bodrum insanı bunu nasıl karşıladı?  Hiç kimse garip karşılamadı. Ha, halen daha olduğu gibi “Kitabımız sadece Arapça okunur, bu konu tartışılamaz, din aklen değil naklendir” diyen bir grup her yerde vardı, Bodrum’da da varmıştır muhakkak, ama biz şahit olmadık. Siz hiç hatırlıyor musunuz Türkçe ezanı? (Bir durdu, önüne bakmaya başladı Etem Usta. Herhalde ne diyeceğini düşünüyor diye devam ettim soruma...) Çünkü epey yaşınıza kadar duymuşsunuz, belki o sizde bıraktığı hissi…  (Dememe kalmadı, 90 yaşındaki Etem Usta birden uzaklara doğru gözlerini kısıp Türkçe ezan okumaya başladı. 1 dakika 44 saniye boyunca hiç duraklamadan, hiç detone olmadan, vurgusuyla duygusuyla okudu ezanı. Tamamen spontane, o yüzden de etkisi bir kat daha fazla anlardan biriydi. Bitince gözlerini açıp bana baktı, sadece dedi ki:) İşte Türkçe ezan böyleydi. Hatam olduysa söyleyişimde Allah affetsin.

Bodrum 70 yıl önce neden DP’li oldu?

Hiç siyaset konuşmaya niyetim yoktu, ama Bodrum’un toplum yapısıyla ilgili öyle analizlerde bulundunuz ki sormadan duramayacağım: Geçmişte CHP size ne yaptı da, kalbinizi nasıl kırdı da Bodrum Demokrat Partili oldu? Yani hem de 1989’da Emin Anter’e kadar, neredeyse 40 yıl… DP’ye gönül vermiş biri olarak anlatır mısınız, neydi buradaki mesele? Şimdi bunu Bodrum’a hapsedersek olmaz. Anadolu’nun en uzak köşesine kadar sebep aynıydı aslında, İstanbul dahil. Ama adeta kitaplık bir soru sordunuz bana, çok uzun bir mevzu bu… Siz o kadar işin özüne hakimsiniz ki bana kısa yanıtı da verirsiniz… Kimse durup dururken Demokrat olmadı. O günkü idare insanları Demokrat olmaya mecbur etti. Çünkü Atatürk de askerdi, ama Atatürk askerin üzerinde bir devlet adamıydı. İsmet İnönü de devlet adamıydı, ama Atatürk’ün seviyesinde değildi. Daha otoriter, daha dayatmacı, daha devletçiydi. Bu otoriterlik devletin bütün kademelerine şamildi. Memurdan odacısına kadar. Vatandaş bunlarla iyi anlaşamıyordu. Hakaret görüyordu. Ekşi surat görüyordu devamlı devletten. Jandarması köylüyü hırpalıyordu. Resmi daireye işi düşen vatandaş küçük görülüyordu, hep bugün git yarın gel deniyordu. O gün İkinci Dünya Savaşı şartlarından kaynaklanan bir yok’lar listesi vardı; çok uzun. Ama yokluğu ben çektim, siz çektiniz, öbürü çekti, baktık ki dördüncü kişi çekmedi, çünkü devlet memuruydu da ondan çekmedi. Halk buna iki gün üç gün dayanmadı, yıllarca dayandı. Bu da büyük bir tepki doğurdu. Yokluk, kıtlık zamanı uzun süren otoriter baskıyla birleşip, karşınıza çıkan dört tane adam da “rahatlık getireceğiz, herkese söz hakkı tanıyacağız, aş ekmek olacak” deyince Bodrumlu da İstanbullu da Demokrat oldular.  Bodrum özelinde yaşanan ne vardı? Mesela 1924-50 arası belediye başkanlığı yapan Dr. Mümtaz Ataman’ın yönetim şekli mi? Benim söyleyeceğimi siz söylediniz: Kendi şahit olduğum olayı anlatayım, babamın dükkanı şurası, buradan yol geçiyor, şu ağacın olduğu yerde de kahve var. Bu yoldan her gün Belediye Başkanı Dr. Ataman muayenehanesine gitmek için geçiyor. Kahvenin önünde oturan şahıslar geçeceği saati bildikleri için her an tetikte. O çıktığı zaman herkes çayını oyununu bırakır, sıralanır, selam verir. O da tavşan tüyü melon şapkasıyla selamı alır. Eğer bir adam köyden dağdan gelmiş, şu masada oturdu kaldıysa üç dakika geçmez polis gelir “Kimdi o kalkmayan” der. Alır götürür, bir temiz dayak yer. Böyle bir şeyi görmesem, sadece duyduğumla anlatmam. Buna defalarca şahit oldum. Ama burada keseyim, bu konuların hepsini yeni kitabımda anlatıyorum, yakında geliyor. 
Burası Kos’ta Müslümanların çoğunlukta yaşadığı Germe mahallesindeki Cezayirli Gazi Hasan Paşa Germe Camii. Depremden bir ay önce, Haziran 2017. Kadir Gecesi nedeniyle cemaat toplanmış, İmam Damatoğlu’nun yanında Kos Metropoliti duruyor.
Burası Kos’ta Müslümanların çoğunlukta yaşadığı Germe mahallesindeki Cezayirli Gazi Hasan Paşa Germe Camii. Depremden bir ay önce, Haziran 2017. Kadir Gecesi nedeniyle cemaat toplanmış, İmam Damatoğlu’nun yanında Kos Metropoliti duruyor.

Kos’ta Ramazan nasıl yaşanıyor?

Karaincir’in ünlü Celep Veli’si “Kos’un üzerinde kara bulut varsa bizim burada sert poyraz eser, hava soğur” der. Akyarlar’a kuş uçuşu sadece 2.8 deniz mili uzaklıktadır Kos… Hızlı bir botla 5 dakika. Yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresindeyken adı İstanköy’dü. Hala Türklerin en yoğun yaşadığı iki Yunan adasından biri; diğeri de Rodos. Arada böyle bir yakınlık olunca Kos’un Müslüman cemaatinden sorumlu imamı Şükrü Şerif Damatoğlu’na soralım dedik, acaba Ramazan ayı Kos’ta nasıl yaşanıyor diye. Damatoğlu, Ada’nın 28 yıllık imamı, fakat aradığımızda öğrendik ki geçen ay görevinden ayrılıp baba ocağı Gümülcine’ye dönmüş, yerine genç bir imam atanmış. “Olsun” dedik, “Bunca yıldır Kos’u tanıyan sizsiniz, size soralım:”  İftar saati geldi diyelim, imam olarak ne yapardınız Kos’ta? Minareden ezanı okuruz, ışıkları yakarız, benim Kuran kursunda yetiştirdiğim öğrencilerim yüksek yerlere çıkıp mahallenin ücra köşelerine seslenirler, “Yandı minarenin ışıkları, yandı minarenin ışıkları” diye…  Bütün ezanlar minareden okunuyor mu, galiba sabah ezanı okunmuyor? Okunabilirdi, fakat çok erken saatlerde olduğu için biz de anlayış göstermek adına minarede mikrofondan okumuyordum, zaten sabah ezanına gelen de olmuyordu. Ama diğer dört vakit ezanı Allah’a şükürler olsun mikrofonla okuyordum. Toplu iftar yapılır mı Ada’da? Tabii yapılır, caminin avlusunda iftar sofraları başlattımdı ben. Başta az aile geldi, fakat yıllar geçtikçe arttı. Ve inanınız gayrimüslim komşularımız da o avluda bir katkıları olsun diye yarışa girerlerdi. Yemek getirirler, su getirirler… Gelip bana sorarlardı, nasıl bir katkıda bulanabiliriz diye. İftar soframıza da katılırlardı, çünkü bizim soframız herkese açıktır. İftarda ne olur mutlaka? Bizde hurma önemlidir. Su tabii. Sonra da değişik çorba çeşitleri. Ardından muhallebi. Hiç Müslüman fırıncı var mı, Ramazan pidesi çıkar mı? Yok, ama Hıristiyan bir fırıncı bizim için Türk usulü Ramazan pidesi çıkarır. Hatta para almadığı da olurdu. Türkiye’den bir şeyler gelir mi Ramazan’da?
İmam Şükrü Şerif Damatoğlu ve kendisini camide ziyarete gelen Metropolit Diakopanagioti.
İmam Şükrü Şerif Damatoğlu ve kendisini camide ziyarete gelen Metropolit Diakopanagioti.
Ooo, Bodrum’daki hayır severlerden mutlaka gelir. Ramazan paketleri gönderirler, ben de onları Müslüman-Hıristiyan ayırmadan kimin ihtiyacı varsa öyle dağıtırdım. Bir de Allah onlardan razı olsun bize kefen gönderdilerdi. Göçmen meselesinden sonra bir ara bulamıyorduk, ihtiyacı Bodrum karşıladı. Kos’ta bayram namazları nasıl olur, cemaat avluyu doldurur mu? Tabii tabii, yollara kadar cemaat dolar. Bayram namazını mikrofondan dışarı verirdim, konuşmalarımı da üç dilde yapardım, Arapça, Yunanca ve Türkçe. Gerçi son depremden dolayı camide namaz kılınamıyor, tahsis edilen bir salonda namaz kılınıyor. Bayramlar nasıl geçer? En güzeli çocuklarımız bayramda komşuları gezip büyüklerin ellerinden öperler, şeker veya küçük bir harçlık alırlar. Buna gayrimüslim komşularımız dahil. Aralık 25’te de Hıristiyan komşularımızın çocukları istedikleri evleri gezer. Çünkü biz hiçbir çocuk ev ayırmasın dedik. Mesela Paskalya bayramlarında onlar bize yumurta, Paskalya çörekleri getirirler, biz de Ramazan’da onlara hurma dağıtırız. Bilmeyenleri hurmayı alınca “Aa Ramazan ayınız mı geldi, hayırlı olsun” derler. O andan itibaren bizim yanımızda su içmemeye, sigara kullanmamaya dikkat ederler. Kos’ta bir metropolit var değil mi; onunla aranız nasıldır? Evet, Kos-Nsyros Adaları Metropoliti Nathanail Diakopanagioti. İlk tanıştığımız zaman bana dedi ki “İmam efendi, kaç kardeşsiniz?” 11 kardeşiz dedim. Dedi ki, “12’nci kardeş olarak beni kabul eder misiniz?” Ben de dedim ki, “Biz Adem’le Havva’nın çocukları olarak hepimiz zaten kardeşiz.” Bütün yüreğimle söylüyorum, ikimiz buluşur dertleşirdik, beraber güler beraber ağlardık. Kadir gecesinde bizi ziyaret eder, mihraba benim yanıma gelip cemaati kutlardı. Kos adasındaki bu bizim ilişkimiz diğer yerler için de güzel bir örnek oluyordu. Sizin resmi konumunuz nedir? Cenazeler olsun nikahlar olsun, tüm bu konularda Yunan devletinin tanıdığı imam olarak Ada’da görev yaptım. Germe Camii’nde imamdım, ama tüm Ada’daki Müslüman cemaatten sorumlu din adamıydım. Yerliler yaklaşık bin 400, göçmenlerle birlikte 2 bine yakın Müslüman var Kos’ta. Ada’daki yerli Müslümanlar için Türk mü diyorsunuz Müslüman mı? Resmi olarak Müslüman diyoruz biz. Sizce Ada halkı Ankara-Atina ilişkilerinden etkileniyor mu? Hiç etkilenmiyor Allaha şükür. Kos adası çok farklı bir yer.