

“Nizamiye kapısındaki nöbetçi” realitesi
Bodrum’da Ramazan zamanı içkili lokanta açık olur muydu? Açık lokanta olurdu, camlarını perde veya gazeteyle kapatırlardı, ama hiçbir yerde içki servisi yapılmazdı. 50’li 60’lı yıllara kadar böyleydi. Ama esas Bodrum nüfusunun patlamaya başladığı 60’lı 70’li yıllarda, Bodrum kültürünün üzerine gelen birçok kültürün burada kendine göre bir hayat tarzı oluştu. Tabii bağdaştı bağdaşmadı, orası ayrı konu. Ama turizm olayı Bodrum’un birçok eski adetlerini silmedi de, kamufle etti, örttü üstünü… Kötü mü oldu? Şimdi konumuz değişiyor… Kötü mü oldu dersen o ayrı bir olay… Kısaca? Kısaca, kötü olan tarafları da var, iyi olan tarafları da var. Bu kötü olan tarafları önlenemez miydi? Önlenemezdi demek durumundayım. Bir laf vardır, siz eğer nizamiye kapısında nöbetçi olmaya razı olmuşsanız gelen geçene selam vermek mecburiyetindesiniz. Bodrum “nizamiye kapısında nöbetçi”dir. Bu neden böyle oldu, şöyle olamaz mıydı, bunlar hep denir de hayat yürüyor, hayat hükmünü icra ediyor, beğensen de beğenmesen de bu yaşamın bir parçası oluyorsun. Buna yakınıp durmanın bir faydası yok. Kabul etmek bir realite.Bodrum iklimi insanı “mülayim” yapar
Bundan 70-80 yıl önce Bodrum’da oruç tutmayanlara karşı nasıl davranılırdı? Tutmayan tutmadığını aşikar etmezdi evvela. Tutanların yanında tiryaki bile olsa sigara içmezdi, kahvedeyse kahve söylemezdi. Korkusundan mı saygısından mı? Hayır, niye korksun? Aksini yapsa da kimse ona “Niye oruç tutmuyorsun?” demez ki. Öyle zorlama yok. Tutması lazımken tutmuyorsa kendi bileceği iş, diye bakılırdı. Selamı sabahı kesmezdiniz yani oruç tutmayanla? Alakası yok. Onlar fanatiklik isteyenler bana göre, “Ben tutuyorum da sen niye tutmuyorsun?” Sana ne! Yani Bodrum’da hem dininize bağlı hem de hoşgörülü bir anlayışınız olmuş hep. İkisi de aynı anda… Evet. Etem Usta bunu neye bağlamamız lazım? Ben kendi aklımdakileri sayayım değerlendirmesini siz yapın: Denize açık bir coğrafya; hırçın olmayan ılıman bir hava; çok kültürlülük; karayla iletişimin zor olduğu bir yarımada olması nedeniyle belki tarikatlara kapalı kalması ve belki de Menteşe Beyliği’nden, Yörükler’den kalma bir Bektaşi maya… Ne dersiniz? İlk söylediklerinize katılıyorum. Üstelik şu söyledikleriniz sadece Bodrum’a şamil bir şey de değil. Dünyadaki iklimlerin insanlara ne kadar tesir ettiği tartışmasız genel bir gerçek. Lodos esince başka poyraz esince bile başka olur değil mi insan? İşte Bodrum iklimi de insanı mülayim yapar. İki: Yaşama şartları mülayim yapar Bodrum’da… Çünkü bu yarımadada mevcudu tüm komşularınızla birlikte paylaşmak zorundasınız. Tüm mecazi anlamlarıyla söylüyorum bunu: Paylaşmazsanız kavga edersiniz. Kavga ederseniz karakola düşersiniz. Onun sonu hapistir. Bunların hepsi öğrenilmiş, baştan kabul edilmiş, dolayısıyla mülayim yaşamaya mecbur olunduğu anlaşılmış tecrübelerdir. Tüm bunların toplamı yıllar içinde bir “Bodrumlu kültürü” yaratmış. Ne demek Bodrumlu kültürü: Hoşgörülü olacaksınız, kusuru görmeyeceksiniz, insanlar karşısında münasip şekilde davranmasını bileceksiniz, durumun icap ettirdiğini yapacaksınız. Yoksa mülayimlik demek herkesi alttan almak, herkesin paspası olmak demek değil. Burada hiç kimse ne izzeti nefsinden ne onurundan ne de gururundan fedakarlık yap-maz! Haaa! Dürüst, namusuyla ve edebiyle yaşamayı sever Bodrumlu… “Bektaşi maya” ihtimalini katmıyorsunuz bu tabiata? Bodrum’da çok azdır o, genel hakkında fikir vermez. Zaten Bodrum’da öyle kısım insanlar vardır ki ne Aleviliğini bilirsiniz ne Bektaşiliğini ne de Hıristiyanlığını bilirsiniz. Çünkü burada insanların neye inandığını, ne yaptığını merak etmez, çok da mesele yapmazsınız. Dostluklar aynen devam eder. Bizim bunları kategorize etmek, değerlendirmek haddimize mi? Bizim Peygamberimiz ne demiş, senin dinin sana benim dinim bana. Şu peygambere inanmışsın, şu tarikata girmişsin, şu kültüre meyletmişsin, bana ne ya… Buradaki anlayış bu. Bu hep böyle olagelmiş. Ve aslında bu Anadolu’da da böyleydi haa… Aslında… Peki Bodrum nasıl böyle kalmış? Bodrum olduğu için… Buraya hiç tarikatlar girmeye çalıştı mı, propagandasını yapmaya gelenler oldu mu zamanında? Zamanında olmuştu, hala da oluyor gerçi, ama gelenler açık açık bir tarikat propagandası yapamazdı zaten. Adamı sustururlardı hemen. “Git malını nerede satacaksan sat” diyen çıkardı mutlaka aradan. İdeal laikliğin tanımı bu anlattıklarınızın toplamı mı acaba? Aynen öyle! Aynen öyle! Yine aynı yere geleceğim, ama en fazla ilkokul mezunu insanların yaşadığı, yokluk içindeki bir kasabada bu anlayış tarzı nasıl oluşmuş? Birçok şeyi kendinize mesele yapmaz da ben sadece işime bakacağım, dostumu bileceğim, borcumu bileceğim, verdiğim sözümü tutacağım diye bunları başlıca gaye yaparsanız; aklınız başka kötülüklere, insanlara zarar vermeye, geçimsizliğe çalışmaz artık. O zaman ortaya bir insan tipi çıkar ki, mülayim, dürüst yaşamaya çalışmış, yardımsever olmuş, kendini dost geçinmeye göre programlamış. Dolayısıyla zaman içinde merak ettiği şeyleri daha sakin kafayla okumuş veya dinlemiş, kendini ona göre hazırlamış bir toplum yapısı oluşur.Tamamen spontane, duygulu bir an…
Siz Cumhuriyet’in ilk geçiş yıllarını da yaşadığınız için soruyorum, eski Bodrum’da kadınların örtünme adetleri nasıldı? İnkılaplar yapılırken çarşaf yasaklandığında kimse Bodrum’da ısrar etmedi. Nenemin çarşafları falan hep vardı, sandıkta dururdu, başını üstlükle bağlardı, onun da üzerine futa dediğimiz 1.20 boya 80 santim eninde bir örtü örter, yüzünün yanlarına sıkıştırırdı. Bazen de sıkıştırmadan futayı başının üzerine atar, aşağıya kadar sarkıtırdı. Örtünme böyleydi. Peki bir de siz 19 yaşınıza kadar Türkçe ezanı duymuş olmalısınız; birincisi Bodrum insanı bunu nasıl karşıladı? Hiç kimse garip karşılamadı. Ha, halen daha olduğu gibi “Kitabımız sadece Arapça okunur, bu konu tartışılamaz, din aklen değil naklendir” diyen bir grup her yerde vardı, Bodrum’da da varmıştır muhakkak, ama biz şahit olmadık. Siz hiç hatırlıyor musunuz Türkçe ezanı? (Bir durdu, önüne bakmaya başladı Etem Usta. Herhalde ne diyeceğini düşünüyor diye devam ettim soruma...) Çünkü epey yaşınıza kadar duymuşsunuz, belki o sizde bıraktığı hissi… (Dememe kalmadı, 90 yaşındaki Etem Usta birden uzaklara doğru gözlerini kısıp Türkçe ezan okumaya başladı. 1 dakika 44 saniye boyunca hiç duraklamadan, hiç detone olmadan, vurgusuyla duygusuyla okudu ezanı. Tamamen spontane, o yüzden de etkisi bir kat daha fazla anlardan biriydi. Bitince gözlerini açıp bana baktı, sadece dedi ki:) İşte Türkçe ezan böyleydi. Hatam olduysa söyleyişimde Allah affetsin.Bodrum 70 yıl önce neden DP’li oldu?
Hiç siyaset konuşmaya niyetim yoktu, ama Bodrum’un toplum yapısıyla ilgili öyle analizlerde bulundunuz ki sormadan duramayacağım: Geçmişte CHP size ne yaptı da, kalbinizi nasıl kırdı da Bodrum Demokrat Partili oldu? Yani hem de 1989’da Emin Anter’e kadar, neredeyse 40 yıl… DP’ye gönül vermiş biri olarak anlatır mısınız, neydi buradaki mesele? Şimdi bunu Bodrum’a hapsedersek olmaz. Anadolu’nun en uzak köşesine kadar sebep aynıydı aslında, İstanbul dahil. Ama adeta kitaplık bir soru sordunuz bana, çok uzun bir mevzu bu… Siz o kadar işin özüne hakimsiniz ki bana kısa yanıtı da verirsiniz… Kimse durup dururken Demokrat olmadı. O günkü idare insanları Demokrat olmaya mecbur etti. Çünkü Atatürk de askerdi, ama Atatürk askerin üzerinde bir devlet adamıydı. İsmet İnönü de devlet adamıydı, ama Atatürk’ün seviyesinde değildi. Daha otoriter, daha dayatmacı, daha devletçiydi. Bu otoriterlik devletin bütün kademelerine şamildi. Memurdan odacısına kadar. Vatandaş bunlarla iyi anlaşamıyordu. Hakaret görüyordu. Ekşi surat görüyordu devamlı devletten. Jandarması köylüyü hırpalıyordu. Resmi daireye işi düşen vatandaş küçük görülüyordu, hep bugün git yarın gel deniyordu. O gün İkinci Dünya Savaşı şartlarından kaynaklanan bir yok’lar listesi vardı; çok uzun. Ama yokluğu ben çektim, siz çektiniz, öbürü çekti, baktık ki dördüncü kişi çekmedi, çünkü devlet memuruydu da ondan çekmedi. Halk buna iki gün üç gün dayanmadı, yıllarca dayandı. Bu da büyük bir tepki doğurdu. Yokluk, kıtlık zamanı uzun süren otoriter baskıyla birleşip, karşınıza çıkan dört tane adam da “rahatlık getireceğiz, herkese söz hakkı tanıyacağız, aş ekmek olacak” deyince Bodrumlu da İstanbullu da Demokrat oldular. Bodrum özelinde yaşanan ne vardı? Mesela 1924-50 arası belediye başkanlığı yapan Dr. Mümtaz Ataman’ın yönetim şekli mi? Benim söyleyeceğimi siz söylediniz: Kendi şahit olduğum olayı anlatayım, babamın dükkanı şurası, buradan yol geçiyor, şu ağacın olduğu yerde de kahve var. Bu yoldan her gün Belediye Başkanı Dr. Ataman muayenehanesine gitmek için geçiyor. Kahvenin önünde oturan şahıslar geçeceği saati bildikleri için her an tetikte. O çıktığı zaman herkes çayını oyununu bırakır, sıralanır, selam verir. O da tavşan tüyü melon şapkasıyla selamı alır. Eğer bir adam köyden dağdan gelmiş, şu masada oturdu kaldıysa üç dakika geçmez polis gelir “Kimdi o kalkmayan” der. Alır götürür, bir temiz dayak yer. Böyle bir şeyi görmesem, sadece duyduğumla anlatmam. Buna defalarca şahit oldum. Ama burada keseyim, bu konuların hepsini yeni kitabımda anlatıyorum, yakında geliyor.
Kos’ta Ramazan nasıl yaşanıyor?
Karaincir’in ünlü Celep Veli’si “Kos’un üzerinde kara bulut varsa bizim burada sert poyraz eser, hava soğur” der. Akyarlar’a kuş uçuşu sadece 2.8 deniz mili uzaklıktadır Kos… Hızlı bir botla 5 dakika. Yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresindeyken adı İstanköy’dü. Hala Türklerin en yoğun yaşadığı iki Yunan adasından biri; diğeri de Rodos. Arada böyle bir yakınlık olunca Kos’un Müslüman cemaatinden sorumlu imamı Şükrü Şerif Damatoğlu’na soralım dedik, acaba Ramazan ayı Kos’ta nasıl yaşanıyor diye. Damatoğlu, Ada’nın 28 yıllık imamı, fakat aradığımızda öğrendik ki geçen ay görevinden ayrılıp baba ocağı Gümülcine’ye dönmüş, yerine genç bir imam atanmış. “Olsun” dedik, “Bunca yıldır Kos’u tanıyan sizsiniz, size soralım:” İftar saati geldi diyelim, imam olarak ne yapardınız Kos’ta? Minareden ezanı okuruz, ışıkları yakarız, benim Kuran kursunda yetiştirdiğim öğrencilerim yüksek yerlere çıkıp mahallenin ücra köşelerine seslenirler, “Yandı minarenin ışıkları, yandı minarenin ışıkları” diye… Bütün ezanlar minareden okunuyor mu, galiba sabah ezanı okunmuyor? Okunabilirdi, fakat çok erken saatlerde olduğu için biz de anlayış göstermek adına minarede mikrofondan okumuyordum, zaten sabah ezanına gelen de olmuyordu. Ama diğer dört vakit ezanı Allah’a şükürler olsun mikrofonla okuyordum. Toplu iftar yapılır mı Ada’da? Tabii yapılır, caminin avlusunda iftar sofraları başlattımdı ben. Başta az aile geldi, fakat yıllar geçtikçe arttı. Ve inanınız gayrimüslim komşularımız da o avluda bir katkıları olsun diye yarışa girerlerdi. Yemek getirirler, su getirirler… Gelip bana sorarlardı, nasıl bir katkıda bulanabiliriz diye. İftar soframıza da katılırlardı, çünkü bizim soframız herkese açıktır. İftarda ne olur mutlaka? Bizde hurma önemlidir. Su tabii. Sonra da değişik çorba çeşitleri. Ardından muhallebi. Hiç Müslüman fırıncı var mı, Ramazan pidesi çıkar mı? Yok, ama Hıristiyan bir fırıncı bizim için Türk usulü Ramazan pidesi çıkarır. Hatta para almadığı da olurdu. Türkiye’den bir şeyler gelir mi Ramazan’da?