16 Nisan 2024, Salı
23.07.2021 04:30

Bodrum’da SU bitti!

Mumcular’daki çiftçi Bodrumluya kızgın, “Kendi suyunuz yetmiyor bir de bizimkini kullanıyorsunuz, sizin yüzünüzden ürünümüzü sulayamıyoruz” diye. Bodrumlunun gözü ise Geyik Barajı’nda; “Yeniköy Termik Santrali suyunu Geyik yerine denizden alsa da bizim musluğumuz aksa” derdinde. Çözüm yollarını Bodrum’da su meselesi dendi mi herkesin parmakla gösterdiği Doç. Dr. Ceyhun Özçelik’le konuştuk:
Bodrum şu an hangi aşamada, musluğumuzdan suyun akmamasına ne kadar yakınız? MUSKİ veya DSİ kadar dataya sahip olmamız mümkün değil ama benim görebildiğim kadarıyla biz şu an “borç alıyoruz” gibime geliyor. Yani şöyle, Mumcular Barajı zaten minimum su seviyesine yaklaştı, belki de altındadır. “Bodrum’da Mumcular’ın seviyesi yüzde 30’lara indi” diye haberler yapılıyor, ama aslında zaten barajların belli bir seviyeden sonrası “ölü hacim”dir. Mesela bir baraj 100 metre derinliktedir, ama 25 metreden sonrası su verilemez bir topoğrafyadadır. Mumcular’da o ölü hacim seviyesinin neresindeyizdir? Muhtemelen şu an ya o seviyedeyiz ya da altına inmiş olma ihtimalimiz yüksek. 15 gün önce inceleme için Mumcular’a gittiğimizde çiftçiler bayağı bir ayaklanmış durumdaydı ve söylemleri de şöyleydi: “Bodrum kendi istihkakı olan suyu alsın ama bizim suyumuzu bıraksın.” Bize kızıyorlar yani? “Bodrum hem kendine verilmiş suyu kullanıyor hem de bizim sulama suyumuzu kullanıyor” gibi bir serzenişleri var, doğru. 
Ceyhun Özçelik, yüksek lisansını iki ayrı dalda yaptı: Pamukkale Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Su Kaynakları ve Dokuz Eylül Üniversitesi Coğrafi Bilgi Sistemleri. Çalışmalarını 2008-2009’da Columbia Üniversitesi’nde, 2009-2011’de Tokyo Üniversitesi’nde sürdürdü, City University of New York ve John Hopkins’te görev aldı. 2015’te doçent oldu. Özçelik halen Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Su Kaynakları Anabilim Dalı Başkanlığı görevini sürdürüyor.
Ceyhun Özçelik, yüksek lisansını iki ayrı dalda yaptı: Pamukkale Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Su Kaynakları ve Dokuz Eylül Üniversitesi Coğrafi Bilgi Sistemleri. Çalışmalarını 2008-2009’da Columbia Üniversitesi’nde, 2009-2011’de Tokyo Üniversitesi’nde sürdürdü, City University of New York ve John Hopkins’te görev aldı. 2015’te doçent oldu. Özçelik halen Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Su Kaynakları Anabilim Dalı Başkanlığı görevini sürdürüyor.
Su öncelikle tarıma mı verilir, içme suyu olarak mı kullanılır? Ben artık Mumcular’da ikisine de verecek suyumuz olduğunu düşünmüyorum.  Peki bizim Mumcular’a dönüp “Siz acaba tarım sulamasını nasıl yapıyorsunuz” dememiz lazım mı? Dönüp değil, en başta söylememiz lazım. Tarım için vahşi su kullanımı var Mumcular’da. Sulama tekniklerinin denetlenmesi gerekiyor. Hangi daha az su isteyen ürüne öncelik verecek, nasıl bir sistemle sulayacak, ne zaman sulayacak, bu konularda sulama birliklerinin çiftçiyi bilinçlendirmesi şart. Demin “su borcu”ndan söz ettiniz; onu nereden alıyoruz? Büyük olasılıkla Geyik Barajı’ndan. Geyik’teki 30-35 milyon m3’lük potansiyelin çok önemli kısmı Yeniköy Termik Santrali’nin soğutması için kullanılıyor. Geyik’ten Bodrum’a verilen tahsis miktarı ise yılda yaklaşık 5 milyon m3, ama kuraklık zamanı bu miktarın 10 milyon m3’e kadar ulaştığı da söyleniyor.  Bodrum şu an bir afet anlamında kuraklık yaşıyor mu sizce? Kuraklıkta dört seviye vardır. Birincisi meteorolojik kuraklık, yani yağış eksikliği. Bodrum’da bu yaklaşık üç yıldır var. İkincisi hidrolojik kuraklık. Yağış azalmış, ama tüketim devam ediyorsa karasal su kaynaklarınız azalır. Örneğin Mumcular Barajı ve kuyularımızda su seviyelerinin azalması gibi. Üçüncüsü tarımsal kuraklık. Yağmur yok, karasal su yok, ne yapacak; tarlasını sulamıyor. Bunu da şu an Karaova’da yaşıyoruz. Dördüncü aşama ise sosyo-ekonomik kuraklık. Yani artık insanların sosyal hayatı zorlanmaya başlamış, bahçesini sulayamıyor, duş alamıyor, tarımsal ürünlere ulaşamıyor, adım adım giderek konforu azalıyor. Biz artık Bodrum’da bu son aşamayı yaşamaya başladık. Yani evet Bodrum’da an itibarıyla çok şiddetli olmasa da afetin içerisindeyiz, denebilir. 

Geyik barajı birinci sırada

Bodrum’un içme suyu kaynaklarını baştan bir sayalım mı? Mumcular ve Geyik barajları. Bunun haricinde Güvercinlik’teki arıtma tesisinde toplanan ilave altı ayrı kaynak olduğunu biliyorum, ama esas ana kaynağımız bu iki baraj. İkisinden Bodrum’a yılda tahsis edilen toplam miktar 10 milyon m3’ün biraz üzerinde. Bu hesaba MUSKİ’nin işlettiği 150 civarındaki derin su kuyusu ve kayıp-kaçaklar dahil değil. Tabii bir de Bodrum’da sayısı binlerle ifade edilen özel kuyulardan da ne kadar su çekildiğini bilmiyoruz. Peki yıllık net 10 milyon m3 su ortalama kaç Bodrumlunun ihtiyacını karşılar? Kabaca 250 bin. E ama bu bayram haftası herhalde en az 1 milyon kişiyizdir… Dolasıyla borç aldığımız kesin. Mumcular’da su bittiğine göre demek ki Geyik Barajı’ndan borç alıyoruz. Ama ne kadar borç alıyoruz, bunu bir protokolle mi alıyoruz, daha ne kadar alabileceğiz onları bilmiyorum. Bakın, Bodrum’da bu yaz 90 gün boyunca ortalama 1 milyon kişinin bulunduğunu düşünürsek, bizim net 12 milyon m3 ilave suya ihtiyacımız olacak demektir. Bu ise gelecek 9 ay boyunca Bodrum’un tamamen susuz kalacağı anlamına gelir. Tabii eğer bir kaynak bulunamazsa.  Peki sizce şöyle bir şey tartışma açılabilir mi: Aslında Geyik Barajı ta en başından dönemin Türkiye Elektrik Kurumu tarafından Yeniköy Termik Santrali’nin soğutma suyunu vermek için yapılmış; 1988 yılında… Sonra Yeniköy, Kemerköy’le birlikte 2014’te özelleştirilmiş ve suyu hala Yeniköy Santrali kullanıyor. Şimdi acaba Bodrum’un bu artan nüfusu ve susuzluğu göz önüne alındığında borç olarak değil de, bir planlama kapsamında Geyik Barajı’nın kullanım hakkı tamamen Bodrum halkına devredilebilir mi? Sonuçta yapım bedelini kamunun ödediği bir baraj. Santralin soğutma suyu için başka çareler bulunabilir mi? İşin hukuki boyutu nedir ben bilemem. Santralin hemen yakınında deniz var, soğutma için içme suyu yerine oradan arıtma suyu kullanabilir mi ya da kendi ürettiği enerjiyle soğutmasını yapabilir mi, onları araştırmak lazım. Ben size ancak işin felsefi bakış açısını söyleyebilirim: Su kaynaklarının öncelik sıralamasında birinci gelen içme suyudur, ikinci sulama suyudur, üçüncü enerji suyudur ve diğerleri diye gider. Bodrum gibi bir yerde de şu anda benim fikrimi sorarsanız içme suyu önceliklidir. Orada bir su var, o su Bodrum’a verilirse Bodrum’un ihtiyacı belli bir süre çözülecek, ama bu verilir verilmez, hukuki boyutu nedir, dediğim gibi onları ben bilemem. DSİ’nin Bodrum için Bozalan, Gökçeler ve Bodrum barajları projeleri var; ne kadar zamanda biterler belli değil, ama destekliyor musunuz? Bakın Geyik’ten borç su teminimiz bittiği anda Bodrum’un suyu yok.  O yüzden bir çare bulunması şart, ama bir projeye yapılsın- yapılmasından ziyade bizim “fayda-masraf-çevresel zarar” hesaplarıyla bakmamız gerekiyor. Bu hesaplar sonucunda baraj yapmaktan vazgeçebilirsiniz, fakat barajı yapma dediğiniz zaman da alternatifini koymanız lazım. Ne yapacağız deniz suyu mu kullanacağız? Deniz suyu arıtmaya mesafelisiniz? Mesafeli değilim, ama felsefi olarak normalde benim suyum varken içme suyunu musluktan almak istiyorum; siz istemez misiniz? Arıtılmış deniz suyu da ilave bir kaynak olabilir, ama sistemin ana kaynağı olmamalı. Suyu denizden arıttığınızda maliyet 4 kuruştur, denizle tatlı suyun birleştiği yerden arıttığınızda 2 kuruştur, yukarıda kaynağında arıttığınız zaman 1 kuruştur. Deniz suyunu arıtalım diyenlerin çok büyük bir kısmı da zaten o tatlı suyla deniz suyunun birleştiği daha az tuzlu olan yerden arıtma yapalım der. Ben de o zaman diyorum ki, madem bir akarsu var o zaman kaynağında arıtalım, maliyet 1 kuruş olsun.  O zaman havaalanının hemen arkasında, Ekinanbarı’ndaki acı su kaynağı için ne dersiniz? Çok büyük bir kaynak olduğu söyleniyor… Ekinanbarı’nda daha az tuzlu suyu arıtmak, deniz suyunu arıtmaktan tabii daha pozitif duruma geçmiş oluyor, ama o da dediğim gibi suyun tepesine göre daha dezavantajlı. Şimdi “Bozalan Barajı mı yapılsın Ekinanbarı mı arıtılsın” tartışması var, ama ben olsam önce elimdeki kaynaklara bakarım. Yani? Yani Bodrum’un bu su sorununu hissetmeyeceği şekilde, acil olarak çözebileceğimiz tek kaynak Geyik Barajı görünüyor. 2-İçme suyu boru hatlarının yenilenerek kayıp kaçakların azaltılması. 3-Üç baraj projesinin fayda-masraf-çevre analizinin çok iyi yapılması kaydıyla ele alınması. 4-Deniz suyunun arıtılması. 5-Yağmur suyu hasatı. Ama gözden kaçırmamamız gereken asıl soru şu: Suyumuzu mu kurtaralım, Bodrum’u mu kurtaralım? Eğer amaç sadece Bodrum’u kurtarmaksa verirsiniz parasını Kayseri’den bile su getirirsiniz. Yok biz asıl suyumuzu kurtaracaksak önce şehirlerimizi yağışların yeraltına sızabildiği bir hale getirmemiz lazım. Biz hep afet sırası önlemleri konuşuyoruz, oysa afet öncesi ne yapacağımızı konuşmalıyız. 

BODRUM SOKAKLARINDA YAĞMUR TOPRAĞA SIZACAK YER BULAMIYOR

Şiddetli yağışla kuraklık arasındaki bağlantı nedir? Çünkü susuzluk olduğu gibi bir yandan da taşkınlarıyla ünlü bir yer Bodrum… Bu şöyle bir şey; örneğin size 10 bin lira verdim. İyi bir para mı? İyi. Peki bunu size 10 yılda mı verirsem iyi yoksa her gün verirsem mi? Burada önemli husus birim zamanda ne verdiğim değil mi? Aynı şey yağışta da geçerli. Taşkınları göz önüne aldığımızda toplamda şu kadar yağış yağması beni ilgilendirmiyor. Benim için birim zamanda ne kadar yağdığı önemli. Bodrum’un yıllık toplam yağışı aşağı yukarı 760 mm’dir. Diyelim ki 2015’teki gibi 200 mm’lik bir yağışın 50 mm’si ilk 10 dakikada yağdıysa doğa artık sızdıramıyor bunu.  Bizde her yıl bu şiddette yağışlar olmaya başladı mı? Sadece bizde değil, dünyanın bazı coğrafyalarında şu üç-dört yıldır ekstrem olaylarda bir artış var: Taşkın, kuraklık ve hava sıcaklıkları artışı dünyada aynı anda oluyor. Bu ekstrem olayların sayısı ve şiddetindeki artış bizim için önemli. Ama suyun toprağa sızamamasının tek nedeni yağışların az olması veya yağdığı zaman çok şiddetli yağması değil. Çok önemli bir neden daha var: Kentleşme şeklimiz. Her yeri beton yapmışsınız, dere yataklarını yol olarak kullanıyorsunuz, yağmur yağdığı zaman su toprağa sızacak yer bulamıyor, kentsel alt yapınız yetersiz… Ne oluyor bunların neticesinde; yeraltına sızamayan su taşkın oluyor. Bir kentte ne kadar taşkın varsa sizin toprağınız o kadar geçirimsiz demektir. Sonra da bu taşkınlar su kuraklığına dönüşüyor… Çünkü siz hidrolojik döngüyü bozuyorsunuz, yağışın yeraltına sızmasına izin vermiyorsunuz. Oysa suyun en güvenli olduğu yer toprağın altıdır. Yer üstünde barajlarda bu kadar iyi koruyamazsınız suyu. Doğa yeraltında kendi arıtmasını yapar, sıcaklığını belli seviyede tutar, rengini, kokusunu, sertliğini ayarlar ve çok temiz bir şekilde saklar. Yeraltı suları her zaman güvenli, her zaman elimizin altındadır. Hiç uzağa bile gitmeden aç kuyuyu, al suyu… Ama bunu besleyecek damarları kapadığımız zaman, toprağı beton yapıp geçirimsiz hale getirdiğimiz zaman böyle bir suyumuz kalmıyor. Halbuki ev yaptığımız kadar yeşil alan bıraksaydık, yol yapıyorsak geçirimliliğini de hesaplasaydık, dere yataklarını inşaatla doldurmasaydık hem yeraltı suyunu beslemiş olurduk, hem de taşkınlarla boğuşmak zorunda kalmazdık. Dere yatağında kamu binaları bile var değil mi? Bodrum Emniyet binası dere yatağı üzerinde. Eski Bodrum Ticaret Odası dere yatağı üzerinde, üstelik yenisi de dere yatağı üzerinde. Bunları hiçbir kurumu suçlamak için söylemiyorum, çünkü Bodrum’da sistem böyle gelişmiş. Bakın ben dere yatağını kesen yollar gördüm, ama kendi aksı üzerinde dümdüz giden bir dere yatağının yol yapıldığını ben Bodrum’da gördüm. Bu da neden kaynaklanıyor? Dere yatağı boş, bunu kapattığınız anda milyonlarca liralık bir arazi elde ediyorsunuz. Ya da hemen dere kenarlarına binalar yapıp boş kalan yatağı da yol olarak kullanıyorsunuz. Bu sizde mühendislik kavramının eksik olduğunu gösterir. Eğer susuz kalmak istemiyorsanız mühendislik alt yapısını oluşturmanız şart. Bizim bir an önce yeraltı su seviyelerini eski seviyelerine getirmemiz, artık toprağın rahatlamasına izin vermemiz lazım. 

HAUSSMANN PARİS’TE YAPTI, BİZ DE YAPARIZ

Kentleşmenin hidrolojik döngüyü bozmadığına örnek nereyi verirsiniz? Mesela 21’inci yüzyılın başında yapılan New York’a, Manhattan’a bakın, bütün alt yapı üst yapı birbirini dik keser. Eski kentler olarak Uzakdoğa’ya bakın, sistem dairesel döngü şeklindedir, ama örümcek ağı gibi birbirine dik bağlanırlar, yani akışı kesen hiçbir şey olmaz. İngiltere yine aynı şekilde. Daha geriye gidersek Roma ve Helenistik dönemin antik kentlerine baktığınızda hepsi birbirini dik kesen sokaklardır. Yol ve alt yapıların birbirini dik kesmesinin avantajı şu: Birincisi alt yapıyı çok kolay bağlayabiliyorsunuz, drenaj yapabiliyorsunuz, onun üzerine de çok düzgün bir şekilde üst yapıyı inşa edebiliyorsunuz. Bizdeki sistem? Gecekondu! Bunun İngilizce karşılığı bile yok.  Kaçak yapılmış ev manasında söylemiyorsunuz bunu?  Hayır hayır o manada söylemiyorum. Gecekondu demek, domino oynayanlar bilir, bir tane koyarsınız, sizden sonraki oyuncu onun yanına koyar. Sonra rastgele herkes birbirinin taşının yanına koyar. Birbirini referans alır. Oysa mühendislikte “global koordinatlar” vardır. O koordinatlara göre ana bir hat planlar, yapılaşmanızı onun üzerine kurarsınız. Ama gecekondu dediğim sistemde yapılar rastgele üst üste bütünleşir, çünkü referans noktası olarak bir önceki alınır, altyapı da tıpkı üst yapı gibi rastgele döşenir, dolayısıyla hatalar da kümülatif büyür. Eğer bir noktadan müdahale edip hata düzeltmeye başlamazsanız sonsuza gider o hatalar. Bodrum’da da hatalar sonsuza doğru gidiyor. Karmakarışık bir puzzle gibi ve böyle giderse 10 yıl sonra kimse buraya gelmek istemez.  Yalnız mesela bir hesaba göre Bodrum’un taşkınlarıyla ünlü Gökçeler deresini eski haline getirmek için 400 milyon liralık kamulaştırma ve yaklaşık 80 yapının yıkılması gerekiyormuş. Bunu neresinden düzeltmeye başlayabiliriz ki? Ben bütün Bodrum’u yıkalım demiyorum, olan olmuş. Ama şu anda biz burada konuşurken bile 10 kişi evini yıkıyor, 20 kişi de evini yapıyor. Vakit çok çabuk geçiyor, siz oturup bir ana hattı oluşturun, yıllar içerisinde kent tıkanık damarlarını kendi kendine açacaktır. Balık kılçığı gibi Bodrum, ana yol ve ona çıkan yan yollar var. Önce bir ana arteri açmamız lazım Bodrum’da. “Buralarda şu kadar yeşil olacak, buralarda şu kadar yapılaşma olacak” diye bir plan yapmamız lazım. Şehirlerin yıllar içinde kendini yenileme özellikleri vardır, mekanizmayı bir kez oluşturalım göreceksiniz Bodrum kendi kendini yenileyecektir. İş insanı Hamdi Akın da geçen hafta çıkan söyleşimizde “Bodrum’da acilen imar durdurulsun ve master plan yapılsın” demişti. Hamdi Bey çok doğru söylemiş, bu bölgenin acilen bir gelişim planının yapılması lazım. Bir şehri plana göre yerleştirmezseniz orası gecekondu oluyor. Doğanın verdiğini bile tutamaz hale geliyorsunuz. Nasıl Napolyon’un emriyle Haussmann Paris’i Paris yaptı! Aynı onun gibi Bodrum da bir bütün olarak ele alınıp yeniden planlanırsa ortada çözülemeyecek bir sorun yok.

SUYUN YÜZDE 40’I BORULARDA KAYBOLUYOR

Suyu bu kadar zor biriktiriyoruz sonra da onu sızan ya da patlayan borulardan kaybediyoruz. Ne kadarını kaybediyoruz? Diyelim ki tuvaletiniz sürekli bir damla damlatıyor, bunu sayaç ölçemez ama bir damla günde 80 bin 400 damla yapar. Bunu 1 milyonla çarptığınız zaman ne kadar büyük hacim değil mi? Dolayısıyla kayıp-kaçağı tam olarak hesaplamak mümkün değildir, ama Bodrum için verilen rakam yüzde 40, ki bu bana çok iyimser geliyor. Sonuçta sürekli patlayan bir iletim hattımız var. Üstelik daha asıl kayıplarımızı dağıtım hattında yaşıyoruz.  İletim hangisiydi, dağıtım hangisiydi? İletim, barajdan şehre gelen hat; dağıtım, sokaklardan vatandaşların evlerine uzanan hat. Yalnız sizin iyimser bulduğunuz bu yüzde 40 bile çok değil mi? Niye patlıyor bu borular? Bir boru neden patlar; ya iç ya dış basınçtan. Peki neden bu basınçlara dayanamaz? Ya malzemesinde sıkıntı vardır, ya yataklaması-gömleklemesi iyi yapılmamıştır ya da basınca dayanıklı boru kullanılmamış ve basınç farkları oluyor demektir. Hattınızda en az 2 bin kez boru patlamışsa o sistemde ciddi hata var demektir. DSİ üç baraj projesi hazırlıyor ya da Ekinanbarı’dan veya denizden su arıtalım, Bodrum’a taşıyalım diye konuşuluyor…  Bunlara ayrılacak enerji yerine kaybı yüzde 20’lere çekmeye çalışmak Bodrum’a zaten aynı oranda su girişini sağlamayacak mı?  İşte soru bu! Yani diyorsunuz ki Bodrum’a verilen suyun yarısına yakını kayboluyorsa ben niye baraj yapayım? Tabii ki boru sistemini parça parça onarmak yerine bir kerede tamamını değiştirmek lazım ve bunu da bütünleşik entegre bir sistem içinde yapmamız gerekiyor. İşte size alternatif bir kaynak!
20 MİLYON M3, YANİ 20 MİLYON TON SUYUN EN AZ 8 MİLYONU KAYIP!
20 MİLYON M3, YANİ 20 MİLYON TON SUYUN EN AZ 8 MİLYONU KAYIP!

KİŞİ BAŞINA GÜNDE 100-150 LİTRE SU HARCIYORUZ

Çok su tüketen çim ve havuz kullanımına Bodrum’da bir sınırlama getirilmeli mi? Şimdi mesela yaz ayı güneş tepedeyken yağmurlama sulama yapıp da suyu buharlaştırmanın anlamı yok. Ya da sürekli çim sulamanın; içme suyuyla havuz doldurmanın veya havuzu arıtmak yerine ikide bir suyunu değiştirmenin… Bunlar ayrı. Ama hiç mekanizmayı oluşturmadan sadece insanları bir şeylere zorlamak da mühendislik bakış açısıyla bana yanlış geliyor. İnsanın doğasına uygun mekanizmalar geliştirmek lazım. Turistik yerde havuza izin vermeyeceğim diyemezsiniz. Onun yerine mesela havuzu, çimi olanlar arıtılmış deniz suyu mu kullanacak, kaça kullanacak, hangi aralıklarla kullanacak, bunları belirlersiniz. Mesela Hong Kong’ta içme suyu ile kullanma suyu farklı hatlardan verilir. Belki Bodrum’da da böyle bir şey yapmak gerekir ve o sular ayrı tarifelendirilebilir. Gökçeler deresi üzerinde bir sel kapanı yapılıyor; taşkınlara karşı işe yarar mı? Bu yapılan kapan tamamen kurtarmaz da bir miktar rahatlatır. Yağmur yağdığı zaman su sel kapanının arkasına dolacak, tamam ama toplama hacminden büyük miktarda su geldiğinde yine baskın yaşanacak. Küçük sağanaklarda işe yarar ama büyük sağanaklarda dereyi su basmaya devam eder. Çünkü görebildiğim kadarıyla DSİ ve MUSKİ arasında iletişim ve koordinasyonda sorunlar var gibi… Yağmur suyu hasatı yapalım mı? Çevre duyarlılığınız yüksekse ve yılda çok az kullanacaksanız olabilir, ama 100 m2 bir çatınız varsa yılda ancak 70 m3 su biriktirebilirsiniz. Bunun pompasıyla arıtmasıyla falan uğraşmak sizin için hiç efektif olmaz. Oysa evlerimizin çatısında yağmur hasatı yapmak yerine topoğrafyaya göre bölgesel uygulamalar yapmak daha mantıklı. Çünkü yağış az olsa bile büyük alanlardan büyük miktarlarda su toplayabiliriz. Bu suyu en azından bahçe sulamalarına verebiliriz, ama planlayarak yapmak şartıyla. Ben bu suyu ne kadar depolayabilirim, hangi bölgelerde ne kadarlık depoya ihtiyaç var, dağıtımını nasıl yaparım? Bunları belirlemeden hiçbir şey yapmanın faydası yok. İyi bir Bodrumlu’nun kişi başına aylık su tüketimi ne olmalı? Bana sorarsanız aylık ortalama 15-16 m3 dört kişilik bir aile için idealdir. 16’yı dörde bölelim 4 m3, onu da 30’a böldüğümüzde kişi başına günde 100-150 lt arası bir rakam çıkar. Su idaresi en düşük tüketimi hane başı 12 m3 olarak hesaplar. Mesela New York’ta kişi başı günlük tüketim 400 litre kabul edilir, öyle bir sistem kurmuşlar.

SUYUN KIYMETİNİ BİLİN

GERÇEK BiR SUSUZLUKTAN GÖÇ HiKAYESi: AKSARAY-BODRUM HATTI Bodrum’a göç eden herkesin hikayesi farklı; Yeter Gök’ün de hikayesini ilk kez 5-6 yıl önce dinlediğimde beni çok etkilemişti. Tam bu susuzluk meselesi Bodrum’un birinci gündem maddesi haline gelince aklıma yine onun anlattıkları geldi. Bir kez de sizler için anlatmasını rica ettim, kırmadı, aynen aktarıyorum: Malum insan bir şeyi kendisi tecrübe etmeden anlamıyor, ama siz bu meseleyi yaşamış bir ailesiniz, bize en başından anlatır mısın? Aksaray-Eskil’in İkizce köyündeydik biz… Eskiden bizim orada su çok idi. Büyük dere vardı, kanal vardı. Oralara çoluk çocuk girse götürürdü, o derece çoktu su… Ne kadar eski bir tarihtir bu, hangi yıllar? Ben nişanlıyken o suda halı kilim yıkıyorduk; yani 1990’larda hala çok su vardı. O zamanlar her evin ekmek yapılan bir aş evi olurdu, o aş evinde ekmeği yere kazılan yarım metrelik bir çukurda pişirirdik. Düşün, annem bize “Külü fazla alma, alttan su çıkıp ocağı söndürmesin” derdi. Yani o kadar çok su gelirdi ki biz ekinimizi sulardık, kalanı da çöle akardı, bütün o çöl sazlıktı. Büyük büyük kamışlar vardı. Çöl dediğin? Yani hiçbir şey ekilmemiş arazi. Su çok aktığı için bir şey yetişmiyordu orada. Siz ne yetiştirirdiniz? Arpa, buğday, pancar. Onları da öyle yağmurlamayla falan sulamazdık, büyük arıklar açardık, gelen suyu bir ucundan verirdik, foşur foşur… Akyarlar kadar bir yeri iki-üç saat içinde sulardık. En çok hangisi su isterdi? Pancar çok su ister. Hele yonca pancardan da çok su ister. Bir ektin mi yedi sene hiç sökmeden devamlı suluyorduk. Sula sula, biç. Sulamazsan hayvanını besleyemezsin çünkü. Peki ilk ne zaman anladınız suyun azalmaya başladığını? Su bize kanalla Böget köyünden, Böget’e de Eşmekaya köyünden gelirdi. 1999 yılıydı galiba, bir gün bir yerden yetkililer geldiler, “Baraj yapılacak, suyu Eşmekaya’da toplayacağız, köylere artık biz vereceğiz” dediler. Eşmekaya’da üç-beş yıl yeri göğü kazdılar, ettiler, tuttular, sonunda suyu kuruttular. Baraj da yapılmadı. Su bitti. Böget köyü baktı ki suyu azaldı, bizden tarafa olan kanalı kapattılar. Kapatınca bizim tarlalar hiç sulanmadı. Yağmur? 2003 gibi yağmurlar da kesildiydi. Aynı bu Bodrum gibi oldu. Bu sene nasıl düzgün bir yağmur yağmadı Bodrum’a, orası da öyleydi, hiç faydasız yağıyordu. Arpa, buğday zaten bitti, ama hayvanlarımız için ot bile bulamaz hale geldik. Ne yaptınız? Tarım yapamaz hale gelince kayınbabam “Çoban gidin başka köye” dedi. Bizden biraz uzak Isçak yaylasına gittik, onların yeraltından suyu vardı. Pompayla çekip yağmurlamayla veriyorlardı suyu. İki koyunumuzla ilk oraya göçtük. 150 koyunu olan bir adamın çobanlığını yaptık. Dört yıl çalıştık. Bizim de koyunlarımızın sayısı 100 kadar olunca artık köyümüze dönelim dedik, 2003’te İkizce’ye döndük.
Yeter Gök kızıyla Aksaray Eskil’in İkizce köyünde...
Yeter Gök kızıyla Aksaray Eskil’in İkizce köyünde...
Dönünce nasıl bir manzarayla karşılaştınız? O koyunları daha çoğaltır, satarız sanıyorduk, ama yapamadık. Yem yetiştiremediğimiz için ancak hayvanlara saman alabiliyorduk, geçinmeye bizim elimize çok az bir para kalıyordu. Satmaya kalksak, hayvanın hiç değeri yoktu. Alıcılar, “Yağmur yok, ot yok, saman alamam, o yüzden ucuza satarsan alırım” diyordu. Yani misal 100 liraya satmamız gereken hayvanı ancak 20 liraya satabiliyorduk. Çocuklar hastalanmaya başladı, özel muayene çok para! Koyunlarımız var diye devlet bize yeşil kart da vermiyor… Bari benim eşim Mustafa Bağ-Kur’a girsin de hastaneden bedava faydalanalım dedik. Bir senelik Bağ-Kur için 30 tane kuzu sattık. Bodrum’a göç etme kararını nasıl aldınız? Mustafa bir gün koyundan geldi, bir toz bir duman. Hiç yağmur yok. Dedi, ben bunları tüm satacağım, şehre göç edeceğim. Hiç olmazsa sigortam olur, bunun sonu yok, dedi. Tarlamız, hayvanımız, hiçbiri para etmiyor, çünkü su yok! Elimizdeki hayvanların hepsini satıp 2007 yılında Bodrum’a geldik. Tamamen susuzluk yüzünden bir göç oldu bizimki, yoksa ne işimiz var bizim Bodrum’da? Nelerin kaldı köyde? Kocaman bir evim var, 32 dekar tarlam var, kocaman mandıram var, depolarım var, her şeyim var, ama hiçbiri kalmamıza fayda etmedi. Niye Bodrum’u seçtiniz? Önce Aksaray’ı düşündüktü, ama Mustafa orada iş bulamadı. Tam o sıralarda bir köylümüzden “Akyarlar’da bir otel yapılıyor, güvenlik lazım” haberi geldi. En büyüğü 14, en küçüğü 7 yaşında üç çocukla, biz 32-33 yaşında Bodrum’a geldik. Acaba o Isçak yaylasında şu an su var mı hala? Ablam orada, haberlerini alıyorum, su orada da azalmış. Devlet artık saatle veriyormuş, daha çok para ödeyeyim daha çok alayım desen bile kabul etmiyormuş. Çünkü yeraltı suları iyice çekilmiş. Eskiden 50 metreden alıyorlarsa suyu, şimdi sondajla 100 metreden alıyorlarmış. Salma su değil, yağmurlama da değil, artık sadece damlamayla tarım yapılıyormuş. Böget’te var mı ki; hani size suyu kesen? Orada hiç yok. Yeraltı da yok salma su da yok. Onlara veren Eşmekaya’ya git, şimdi o sazlık olan, kuşları yeşilliğiyle ünlü yerde, evler var. Su bittiği için oraya ev yapmışlar. Geçmeye kalksan boğulup öleceğin yerde şimdi üç katlı ev duruyor. Bodrum’u şu an hangi aşamada görüyorsun? Vallahi sonumuzu kötü görüyorum, bizim mahallede halı yıkayanları falan hep uyarıyorum, kıymetini bilin bu suyun diye. Hele şu içme suyu borularının patlaması yok mu, ona çok sinirleniyorum. Ben musluğumdan su akmadığı için bir sürü para verip depo yaptırıyorum, bakıyorum su sokakta önümden akıyor. Bizim sokakta bir senedir akan su var. Arıtmadan azıcık bir su kaçsa hemen ceza kesmeye geliyorlar, kessinler de, ama bir yıldır kimse şu akan suyu durduramadı, ona çok üzülüyorum.

SİZE BİR TEŞEKKÜR VAR!

Bodrum Hayvan Hakları Derneği Başkanı Füsun Uslu ve Başkan Yardımcısı Yıldız Kürkçü’yle söyleşimiz gazetemizin 2 Temmuz tarihli sayısında yayınlanmıştı. Uslu ve Kürkçü hayvan severlerden yardım ricasında bulunmuş, ama IBAN vermekten çekinmişlerdi. Dernek broşürlerinden bulup sizlere iletmiştim. Dört köpeğin ameliyatına yetecek kadar yardım almışlar. Çok mutlular, teşekkürlerini iletmemi istediler. Hiçbir karşılık beklemeden o kadar çok çalışan iki kadın ki Uslu ve Kürkçü, asıl biz size teşekkür ediyoruz Bodrum Hayvan Hakları Derneği! IBAN’ı bir kez daha not edeyim: TR24 0006 7010 0000 0071 5453 14