25 Aralık 2024, Çarşamba Gazete Oksijen
05.02.2021 06:00

Gençlerin siyasi tercihi tabloyu tümden değiştirecek

15-18 yaş aralığındakilerin tümü, 18-24 yaş aralığındakilerin yarısı, 25-30 yaş aralığındakilerin üçte biri ya kararsız olduğunu ya da oy kullanmayacağını söylüyor. Eğer herhangi bir parti veya lider genç seçmenin önüne bir umut koyabilir ve bu umuda güven ve inanç inşa edebilirse, seçimlerde bambaşka bir tablo oluşabilir

Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak tüm siyasi liderler son birkaç yıldır gençleri anlamaktan bahsediyor. Özellikle Ak Parti yerel seçimlerde metropolleri kaybettikten sonra gençler üzerine yoğunlaşmaya çalışıyor. Öte yandan yine Cumhurbaşkanı, Kılıçdaroğlu’nun 35 yıl önceki SSK Genel Müdürlüğü’nden ve SSK’yı batırdığından söz ediyor. Peki, gençlere Cumhurbaşkanı’nın bu söylemi ulaşıyor mu? Bir anlam ifade ediyor mu? Bu söylemden etkilenerek gençler CHP’den uzaklaşıp Ak Parti’ye meylediyor mu? Bana sorarsanız, hayır. Bu söylem gençlere hiçbir şey ifade etmiyor. Aslına bakarsanız, partilerin ve siyasetçilerin gençlere yönelik ve onları etkileyen bir politikaları ve söylemleri de yok. Partilerden hiçbirisi gençleri kendine çekemiyor, çekemediği gibi örneğin Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlar, öğrencilerin taleplerine kulaklarını tıkayan otorite ve öğrencilere dönük acımasız şiddet gibi olaylar gençleri yalnızca partilerden uzaklaştırmakla kalmıyor; siyasetten uzaklaşıyorlar, ülkenin geleceği ile kendi geleceklerini ayırıyorlar. Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri kendilerine, duyarlılıklarına, taleplerine saygı bekliyorlar. Bunun yerine kararları onlar adına veren otoriteyle, şiddetle, hak etmedikleri suçlamalarla ve provokasyonlarla karşılaşıyorlar. Sanılıyor ki olay yalnızca Boğaziçi Üniversitesi ile sınırlıdır. Halbuki ülkenin tüm gençliği onları izliyor, belleğine kaydediyor.  KONDA Veri Ambarı’ndaki verilerden yola çıkarak önce şu bulguya dikkatinizi çekeyim. 18-30 yaş grubundaki gençlerin yalnızca yüzde 26’sı “gelecek” deyince 10 yıldan fazla bir süreyi hayal edebiliyor. Yüzde 10’u için gelecek 12 ay içinde, yüzde 16’sı için 1-3 yıl, yüzde 20’si için 3-5 yıl, yüzde 27’si için ise 6-10 yıl.  Gelecek algıları kısa olduğu gibi beklentileri de son derece düşük. Yalnızca yüzde 17’si ülkedeki hayatın 5 yıl sonra daha iyi olacağını, yüzde 35’i ise 5 yıl sonra kendi hayatının bugünkünden daha iyi olacağını düşünüyor. O nedenle herhangi bir işe girebilirlerse yüzde 55’i için işten ilk beklentileri iş güvencesi. Öyle sanıldığı, sıkça söylendiği gibi işe girer girmez müdür olmak değil işten çıkarılmayacakları koşulları arzuluyorlar. 

Güvencesizlik ve kırılganlık hissi

Tüm bulgular gösteriyor ki, gençler hayata karşı ne kendilerini yetkin ne de güvende hissediyor. İçinde bulundukları çevreyi, koşulları ve genel ülke gidişatını kendilerini destekleyici değil aksine engelleyici olarak görüyorlar. Bu durum, gençlerin ekonomik ve sosyal anlamda üst düzeyde bir güvencesizlik ve kırılganlık hissine sahip olmasına neden oluyor. Genelde gençler, “ekonomik zorlukları” ve “eğitim ile ilgili yetersizlikleri” en büyük sorunları olarak görüyor. Bu nedenle de kendilerini hayata karşı daha “başlarken kaybeden” görmeye meyilliler. Tüm bunları da yine sıkça sanıldığı ve söylendiği gibi maddi koşullar ve beklentiler üzerinden de değerlendirmiyorlar. Örneğin Kasım ayında yaptığımız bir araştırmaya göre pandemi ve ekonomik buhran koşulları içinde bile “Ülke için aşağıdakilerden birisini tercih etmek durumunda olsaydınız, hangisini tercih ederdiniz?” sorusuna yüzde 47’si “insancıl bir toplum”, yüzde 26’sı “istikrarlı bir ekonomi” ve yüzde 27’si de “güçlü devlet” cevabı veriyor. Geçen yıl yürüttüğümüz özel bir gençlik araştırması bulgularına göre, gençler diğer kuşaklarla yaşadıkları çatışma sebebinin genç olmayanların söylem, tavır ve yaklaşımlarından kaynaklandığını düşünüyor. Genel kanı, genç olmayanların gençler ile ilişkisinin yeterince “iyi” ve “olumlu” olmadığı yönünde. Temel eleştirileri gençlerin; özgüveni olan, sosyalleşen, üretken, yeniliklere açık ve özgür birer birey olma çabalarının genç olmayanlar tarafından yeterince tanınmaması. Gençler, genç olmayanların kendileriyle ‘‘empati kurmamasını, anlayış göstermemesini”, “gençliği beğenmemelerini”, “gençleri küçümsemelerini”, “dayatmacı ve müdahaleci yaklaşım” sergilemelerini, “özgüveni sarsıcı tutumlarda” bulunmalarını başlıca yanlış davranışlar olarak nitelendiriyor. Gençlerin genç olmayanlardan genel beklentisi kendi fikir, duygu ve isteklerini dikkate almaları, onlara güvenmeleri ve manevi destek vermeleri. Gençlerin genel kanaati kendi hayatları üzerinde söz sahibi olamadıkları ve kendileri hakkında ailelerinin ve kamu kurumlarının aldığı kararlara yeterince katılamadıkları yönünde. Kaldı ki 18-30 yaş grubundaki 20 milyona yakın gencin üçte ikisi hala aileden alacağı harçlığa bağımlı. Hem maddi bağımlılık hem de sosyal, kültürel dokunun ürettiği diğer kısıtlar nedeniyle hayata katılamadıkları gibi, kendi hayatlarına dair kararlara da katılamadıkları duygusu yaygın. Kendi fikirlerinin sorulmamasından, ihtiyaçlarının, özlem ve eğilimlerinin dikkate alınmamasından şikayetçiler. Gençler büyük oranda aile, devlet, okul ve toplumun genelinden gelen baskılardan yakınıyor. 

Adaletsizlik, eşitsizlik ve yoksulluk...

Gençler mevcut hayat pratiklerini iyileştirebilmek ve gelecekteki özlem, beklenti ve planlarını oluşturmak ve gerçekleştirebilmek için “yukarıdan” gelen “müdahalelere” tepkililer. Yasaklanan her internet sitesi de soruşturma konusu olan her sosyal medya mesajı da devletin, kamu otoritelerinin, babanın her parmak sallayışı da sıkışmışlık ve güvencesizlik hissiyatlarını daha da tetikliyor. Kaldı ki en önemli kabul ve duyguları, ülkede yaygın bir adaletsizliğin, eşitsizliğin ve yoksulluğun olduğu. Yaşanan adaletsizliğin kuşaklar arasında da varolduğunu ve kendi kuşaklarına karşı da adaletsiz davranıldığını düşünüyorlar.  Haksız da değiller. Bugün yaşadıkları kentler, semtler ve okullar arasında derin eşitsizlikler olduğu; yaşanılan kente, semte, gidilen okula göre yoğun bir fırsat eşitsizliğiyle karşı karşıya olduklarını inkar edebilir miyiz?   Hangi üniversiteye girebileceklerinden, mezun olduklarında eğitimlerine uygun iş, hatta herhangi bir iş bulabileceklerinden umutları olmayan bu kuşağın önceki kuşaklardan önemli bir farkı daha var. Önceki kuşaklar köylerde, kasabalarda, ilçelerde, geleneksel şehirlerde yaşarken, bir bakıma dış dünyaya dair anlatılan kadar bilgiye sahipti. Üstelik de o mekanlar aynı zamanda monolitik kültür ve toplumsal dokuların varolduğu mekanlardı. Oralarda herkesin aynı “iyi, güzel, doğru” ve “ayıp, günah, yanlış” tanımları vardı. Bugünkü gençler ise büyükşehirlerde, metropollerde çoğulcu bir kültürel ve toplumsal dokunun içinde doğup, büyüyor hem de çok farklı bir refah ve hayat biçiminin olduğunu görebiliyor. Giderek artan eşitsizlikler nedeniyle artık alın teriyle çalışarak o hayat seviyesine ulaşamayacaklarına dair umutsuzluk artıyor. Bu umutsuzluk onları öfkelendiriyor.  Umutsuzluk ve öfke bir yandan ülkenin sorunlarının siyaset marifetiyle çözülemeyeceği inancını pekiştiriyor, diğer yandan hukukun üstünlüğüne, alın teriyle çalışmanın erdemine inanç azalıyor. 

Gençlerin şu günlerde siyasetten umutları yok

Tam da bu nedenle de Cumhurbaşkanı’nın söylemlerinde bolca yer tutan ne Kılıçdaroğlu’nun 35 yıl önceki bürokratik performansı ne de CHP’nin 1940’lı yıllardaki icraatları gençlerin siyasi tercihlerini etkileyen bir unsur oluyor.  Tıpkı CHP’nin yalnızca bugünün eleştirine yaslanan siyasetinin de gençleri etkilemediği gibi. Örneğin muhafazakar dünyanın gönlünde büyük yeri olduğu söylenen Ayasofya’nın ibadete açılması muhafazakar ailelerin gençlerini etkilemediği gibi, seküler dünyanın şeriatçılık, gericilik kaygıları, türban yorumları da seküler ailelerin gençlerine fazla bir şey ifade etmiyor.  Önümüzdeki seçimlerde yaklaşık 60 milyon seçmen olacak. Bunların 20 milyona yakın kısmı 30 yaş altı, 4 milyona yakını da bugün 15-18 yaş aralığında olan ve 2023’te seçmen yaşına gelenlerden oluşacak. 100 seçmen içindeki 33 genç seçmenin bugünkü tercihlerinden bakarsak, 15-18 yaş aralığındakilerin neredeyse tümü, 18-24 yaş aralığındakilerin yarısı, 25-30 yaş aralığındakilerin üçte biri ya kararsız olduğunu ya da oy kullanmayacağını söylüyor. Ya da bugünün kararsız ve oy kullanmayacağını söyleyen seçmenlerinden bakarsak bu kümenin yarısı gençlerden oluşuyor.  Eğer herhangi bir parti veya lider genç seçmenin önüne bir umut koyabilir ve bu umuda güven ve inanç inşa edebilirse seçimlerde bugünkünden bambaşka bir tablo oluşabilir. Bu olasılığa dair en önemli ipucu tekrarlanan İBB seçim sonuçlarında görülebilir. Tekrarlanan seçimde İmamoğlu lehine oluşan 8 puanlık farkın yarısının kaynağı birinci seçime katılmayan ve oy vermeyen genç seçmenlerden bir kısmının, seçim tekrarı kararını adaletsizlik olarak görüp ikinci seçimde sandığa gelmesi ve İmamoğlu lehine oy vermesi olmuştu. Önümüzdeki seçimlerde yaklaşık 50 milyon geçerli oydan bir sonuç hesaplanacak. Yani her 500 bin oy bir puan anlamına geliyor. 20 milyon gencin bugün 10 milyona yakın kısmının kararsız olduğunu veya oy kullanmayacağını söylediğini de hatırlarsak 20 puanlık bir oy potansiyelinin henüz tercihini bulamadığını hesaplayabiliriz. Buradan da “siyasi kutuplaşma ve kimliklere sıkışma nedeniyle donmuş bir görüntü veren” bugünkü siyasi tabloyu gençlerin ne denli radikal biçimde değiştirecek potansiyeli barındırdığını anlayabiliriz. Gençlerin önüne bir umut inşa edemezsek bu potansiyelin gelecekte ne türden lümpenleşmeler, radikalleşmeler ima ettiğini de görebiliriz.